- yüzyıl sanatının önde gelen isimlerinden heykeltraş ve ressam Alberto Giocometti…
Başlarda yeni-izlenimci akımdan etkilendi, ilerleyen dönemlerde post-kübist ve gerçeküstücü eserlere yöneldi. Paris Ekolü’nün içerisinde yer aldı. Bir dönem içinde yer aldığı gerçeküstü hareketten insan formunun gerçekliğini aramaya koyuldu. Ve birçok eseri yeniden ve yeniden yaptı. İnsan figürüyle baş başa bir serüvene girişti. Sıradan bir adama taşa yontmak istemişti, öteki diyordu. Ve onları boyutlandırmıştı, öyle ki bazıları kibrit kutusu kadardı dokunsa kırılacaktı. Saatlerce atölyesinde çalışmış bir sanatçı ve her zaman takım elbiseliydi. Üzerindeki o tozlar silinmeden bir Kafeye giderdi, onun da bohemliği buydu işte. 2015’te İstanbul Pera Müzesi’nde eserlerinin bir kısmı sergilendi.
Ve bir kadın heykeli; Ürkmüş, zayıf düşmüş, çaresiz ama ayakta dimdik, sıradan bir insan, sıradan bir kadın… Ama ne kadın tümüyle istenilen arzulanan işte tam da o kadın bu halde. Belki bir doktor karşısında, belki hasta vücudun çökmesi, zayıflığı, korkusu ile baş başa… Bir yangının kararmış kurbanının trajik korkusu, aşağı doğru sarkmış bir vücut. İşte Giacometti bunu yapıyordu, ekleme – çıkarma, boşluğu ekleyip çıkartıyordu, boşluğu işleyebilen bir heykeltraş karşımızda. İnsan figürünü yontmayı başarmıştı. O figürü öyle bir ayarlamıştı ki uzaklaşsanız da yakınlaşsanız da aynı mesafedesinizdir. Yani, ressamların tualle yaptığını başarmıştı. Heykele yaklaştıkça onun büyüyeceğini, değişeceğini sanmayın. Aksine ona dokunuyor gibi olacaksınız. Malzeme ve doku çok iyi hissettirilmiştir onun heykellerinde. Malzeme, bronz olmaktan çıkmış gibidir. O heybetli heykeller hareketsizlik içinde ama ne hareketsizlik..! Bu kadının bölünen parçaları yoktur, bir bütün halinde anlamlandırabilirsiniz. O yüzden figürlerin uzadığını görürüz, bu çığlığı tek seferde bütün halinde görelim diye…