“Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim.”
İşte bu sözlerle başlıyor yazar romanına. Bülbülün çilesi, yazarın zulası diyor, romanın arkasına saklıyor, kendini gizli özne olarak kullanıyor sanki. İtalyan Yokuşu’ndan aşağı, Tophane’ye iniyor. Adam kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, eve sığmıyor. Kadın çekip gidiyor, adam kabulleniyor. Böyle bir roman işte İlhami Algör‘ün romanı “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”. Adı duyulmamış, öylesine garip. Hikayesi de bir o kadar şahsına münhasır.
İlhami Algör “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”
Kitapta üç karakter olduğu biliniyor. Müzeyyen, kızı ve kocası. Hikaye kocasının ağzından anlatılıyor. Fakat kocasının ve kızının isimleri belirtilmiyor.
Müzeyyen yıllar önce bir kez evlenmiş -hamile kaldığı sırada- , fakat kocasını bir trafik kazasında kaybetmiştir. Tek başına dünyaya bir kız çocuğu getirir. Kızı bir yaşına geldiğinde esas oğlan ile tanışır ve evlenirler. Müzeyyen ile kocası birbirlerini sevmekten öte adeta birbirlerini tamamlamaktadırlar. Kocası öykü yazarı, Müzeyyen ise ev hanımıdır. Müzeyyen’in tüm işi kocasının yazdığı öyküleri eleştirmek ve ona tavsiyeler vermektir. Bir gün kocası öyküsünü yazarken düşünür ve bir yerde takılır. Bulamaz bir türlü ne yazacağını, alır ceketini çıkar, gider. Dolaşır cadde cadde… Gece yarısında eve döndüğünde Müzeyyen’i uyandırmamak için sessizce çıkarır kundurasını, usulca geçer odaya. Fakat ortada ne Müzeyyen vardır ne de eşyaları. Uzanır yatağa kabullenir durumu. Ertesi gün Müzeyyen arar ve buluşmak istediğini söyler. Kocası o en sevdiği küt böreğinden alır yesin çayla diye. Müzeyyen de aynı şekilde çörek alır. Buluşurlar, çay gelir, Müzeyyen çöreğini yer ve kalkar gider. Kocası anlar artık olanları. Müzeyyen ayrılmak istemektedir. Olan olmuştur, aşk baki kalmıştır.
Kitaptan Alıntılar
- “Müzeyyen’deki tuhaflığın ne olduğunu sonunda anlamıştım.
- Müzeyyen hiç flört etmiyordu. Gözlerini kaçırmıyor, heyecanlanmıyor, dili sürçmüyor, dudaklarını ısırmıyor, kendinden bahsetme konusunda en küçük bir heves göstermiyordu.
- Ya beni etkilemek gibi bir derdi yoktu, ya da beğenilmeye çok alışkındı.”
- Nereye gidiyorsun çocuk,” dedim içimden, “büyümeye mi?”
- Bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki?
- Bu aşk hikayelerini hep aynı adamlar mı yazıyor? Başlangıçlar farklı ama sonlar hep aynı.
- Belki de ayrılıklarla az acılı bir ölüm provası yapıyoruz. Ne kadar çok ayrılık, o kadar hazırsın ölüm acısına.
- Öyle sadece ilişerek ilişki olmaz. Biraz sorumluluk alman lazım.
- Sabahları beraber uyanırdık ben senden önce kalkardım senin uyuyuşunu izlerdim sonra sen uyanırdın, bana gülümserdin.
- “Su inatçıdır ama zayıftır,” dedi Jack. “Kendi başına çok güçlü değildir. Nehir veya deniz gibi büyük miktarlardayken bir şeyler yapabilir. Dalgalar, çağlayanlar, girdaplar mesela…”
“Seninle bir ilgisi yok, bitti. Sadece bitti.” Bu sözlerle bitiyor kitabımız işte. Müzeyyen, deliler gibi aşık adama bitti diyor, kalkıp gidiyor. Adam bakıyor arkasından. Sadece bakıyor, izliyor sevdiğini son bir kez. Kalbi acıyor, sığmıyor kaburgalarına…