Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde İstanbullu’un Su İle İlgili İnanışları Ve Söylenceler

0
1097

İstanbul’da su ile ilgili geçen yerleri tasnif edersek; denizler ve nehirler,şifalı sular ve anlatılar, selatin camilerindeki şadırvanlar,çeşmeler,hamamlar ve su ile alakalı meslekler olarak altı ayrı başlık altında toplamamız gerekir. Ancak, bu çalışmamızın alanını “İstanbul’da su” konusunun çok geniş olması hasebiyle,”İstanbul’daki deniz ve şifalı sular ile ilgili söylence ve anlatılar olmak üzere daralttık. İki başlık halinde bu çalışmamızı sunacağız.

1)Deniz

Evliya Çelebi, tarihi kaynak olarak bizzat gördükleri, halkın söylenceleri, ve Yunanlı Yanevan gibi çeşitli tarihçilerin anlatılarından yararlanmıştır. Nitekim, İstanbul ilk kurucuları ile ilgili bilgileri aktarırken, bunu açıkça belirtir.

Tarihçilerden alıntıladığı “Karadeniz, Nuh tufanı karanlık suyundan kalmış bir denizdir.” sözüyle, Karadeniz’in Akdeniz’e akıtılması olayını anlatmaya başlar. Çelebi, Kırım’dan Hazar denizine kadar olan yerin Karadeniz sularının altında olduğunu söyler. Nuh tufanının Karadeniz’de olduğunu kanıtlamak için, Kırım dolaylarında sipahi iken yengeç, midye gibi deniz canlılarıyla karşılaştığını, bu olaydan Heyhat vadisinin de bir zamanlar Karadeniz suları altında olduğunu çıkardığını Bakara Suresi’nin, “Şüphesiz ki, Allah her şeye kadirdir.” ayetiyle Allah’ın gücüne bağlar.

Evliya Çelebi, yeryüzünün şekillenmesi için, Allah’ın İskender-i Zülkarneyn’i yarattığını belirtirken, Allah’ın bir şeyin olmasını istediğinde önce sebeplerini hazırlaması şeklinde yorumlar. Çünkü, kendisine itaat etmeyen ve kendisini mahkum eden Kaydefa Ana’dan intikamını almak için, Karadeniz’in kesilmesine,Akdeniz’e akıtılmasına vesile olacaktır. Hz.Hızır bu konuda ona yardım eden ve fikir veren kişidir. Karadeniz’i Akdeniz’e karışmaya neden olarak, Hızır Aleyhisselam’ı gösterir. Hz Hızır, ab-ı hayatın ona nasip olması dolayısıyla hayattadır ve denizde görevlendirilmiştir. Binlerce delicinin gayreti üç sene sonra nihayet bulmuş. Karadeniz’in Akdeniz’e akıtılmasıyla Kaydefa’nın mülkü,sular altında kalmış ve askerlerinin hepsi suda boğulmuştur.

Evliya Çelebi, İstanbul’un üç denizinin sınırlarını çizerken, gemiciler, denizciler ve ziyaretçilerden duyduklarını aktarır:”…Azak’tan İstanbul Boğazı’na kadar Karadeniz ola. İstanbul’dan Gelibolu Boğazı’na kadar o aralık Rum denizi ola. Kilidülbahreyn ki Fatih Sultan Mehmet yapısı iki kaledir, boğazdan aşağısı Akdeniz ola.”(*)

Müellif, bu duyduklarını aktardıktan sonra kendi gözlemleriyle bulduğu enteresan bir çizgiyi gemicilere gösterir. Karadeniz’in “siyah” suyu ile Akdeniz’in “mavi-beyaz” suyu arasında kırmızı bir hat çekilmiş gibidir. Çelebi, hayretinin derecesini, mucizevi yönünü vurgulamak için “Acep Lem-Yezel işidir.” şeklinde bir tabir kullanır.

Lodos rüzgarının etkisiyle hattın rengi ve arası değişir. Evliya Çelebi,onlara bu durumu gösterdiğinde,gemiciler hayret ederler.

Hat, Karadeniz’le Akdeniz’i sadece renk yönünden değil, tat yönünden de ayırmıştır. Akdeniz tarafı, Karadeniz tarafından daha da acıdır. Bu olayı da Allah’ın bir hikmeti olarak görür.

Çelebi’ye göre, hiçbir denizin balığı, Karadeniz’in balıkları kadar lezzetli değildir. İstanbul Boğazı’ndaki balıkların lezzetini Musa sofrası olarak nitelendirir.

İstanbul Boğazı’nda iki deniz birbirine karıştığı için, bazı tarihçilerden aktardığına göre, merece’l-bahreyn dendiğini aktarır.

Denizlerle ilgili tılsımlarda ise, İstanbul’u koruyucu olarak efsanevi unsurlar bulunur. Birinci tılsım, Çatladıkapı’da bulunan tunçtan bir dev suretidir. İstanbul’a Akdeniz tarafından gelen düşman gemilerine ateş saçarak onları yakar. Dördüncü tılsım da buna benzer şekilde Akdeniz, Karadeniz ve Üsküdar’dan gelen düşman gemilerine ateş saçıp onları yakan üç başlı bir ejderdir. Bu tılsımlar, İstanbul’un düşmanlardan korunmasına sebep gösterilmiştir. İkinci ve üçüncü tılsım, zemherir gecelerinde sihirbazların nöbet tutup denizi korudukları bakır gemilerdir. Biri Akdeniz, diğeri Karadeniz’i korumakla görevlidir. Bu tılsımlar, iki  kutlu dini olay,İstanbul fethi ve Yezid’in Galata’yı fethi nedeniyle ya ganimet olarak alınmış ya da parçalanmışlardır. Çelebi’nin büyülü ve efsanevi tılsımların yıkılışını dini bir olayla sonuçlandırması, onun inanca verdiği önemi gösterir. Beşinci ve altıncı tılsımlar ise,balıklarla ilgilidir. Sarayburnu’nda üç yüz altmış deniz yaratığının şekillerinden herhangi biri, bir ses verse, o balık türündeki tüm balıklar kıyıya vurup, halkın balıklarla kış boyunca geçinmesidir. Müellif, beşinci tılsıma örnek olarak hamsi balığını verir. Altıncı tılsımda ise, tüm balıklar kıyıya vurur. Kış günlerindeki bu bolluk, anlatıya göre,denizde dalga olmadan gerçekleşir. Bu tılsımlar yine dini bir olayla, Hz.Muhammed’in doğum gecesindeki depremle yıkılırlar. Ancak, Çelebi tılsımın etkisini yok etmez, tılsımların sadece suretleri yok olur.

2)Şifalı Sular ve Anlatılar

İstanbul’daki bazı sular, şifalı kabul edilir ve halk arasında efsane olarak yerleşir. Bazı hastalıklara iyi geldiğinin inanılması, halk hekimliğinin bir uzantısı görülebilir.

Kağıthane Mesiresi’nde bulunan Levend Çiftliği deresinde çamaşır yıkanırken sabun kullanmaya bile gerek kalmadığını söylenmesi, derenin çamaşır yıkamak için de kullanıldığını gösterir. Aynı nehir içinde bulunan eğir kökü, sindirim rahatsızlıklarına iyi gelen bir bitkidir. Aynı bitki, Cendereci suyunda da yetişmektedir.

Can Kuyusu Mesiresi’ndeki bir evde bulunan su kuyusunda ise, kuyu motifini görmekteyiz. Bir eşyası kaybolan kişi, abdest alıp kuyunun kenarında iki rekat namaz kıldıktan sonra ,Fatiha’yı okuyup Hz.Yusuf’un ruhuna bağışlayarak,”Ey kuyu sahibi, Hz. Yusuf-ı sıddık aşkına olsun,benim filan akrabam yahut filan evladım veya kaybolan eşyam nice oldu?” diye bağırırsa,bir ses,sorulan kişi veya eşyaların yerini ve kimin çaldığını söyler.(*)

Hz.Yusuf’un ruhuna dua bağışlanması, kuyu motifinin bir göstergesidir. Dini bir anlatının, halkın batıl inanışlarını da etkileyeceğinin göstergesidir.

Büyük İskender’i dahi öldüren bir hastalık olan sıtmanın, o dönemde yaygın olması sebebiyle bu hastalığa iyi geldiğine inanılan birçok su vardır. Toplumu etkileyen büyük bir probleme, halkın efsanevi bir çare arayışı olarak yorumlanabilir. Eyüp Sultan Mesiresi’nde bulunan ayazması da Çelebi’nin anlattığına göre seher vakti üç kez içilirse sıtmaya iyi gelir.Merkez Efendi Ayazması da aynı hastalığa iyi gelen bir şifalı sudur. Yerin altından gelen ses üzerine Merkez Efendi ile müritlerinin yerin altını kazınca buldukları kırmızı bir sudur.

 Ayasofya ‘da bulunan sıtmaya iyi gelen Terlerdirek de efsanevi bir unsurdur. Direğin gece gündüz terleme nedeni ile ilgili türlü söylenceler vardır. Bir söylentiye göre “Temelinde define vardır.”.Diğer bir söylentiye göre, kalede yaşamasından dolayı İstanbul fethedilmesinin

gecikmesine neden olan ve Akşemsettin’in o zatın vefatından sonra fethin gerçekleşeceğini söylediği Yavedüd Sultan’ın ölümünün üzüntüsünden terlemektedir. Diğer bir söylentiye göre ise, Hz.Risalet’in ağız suyuyla kireç karıştırıldığı için rutubet etkisiyle terler.(*)Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, Rahip Bahira’nın Hz.Muhammed ve amcasını Şam yolundan geri döndürdüğü sıralarda rahipler, Ayasofya’nın bozulan kıble tarafını tamir için, Hz.Risalet’in ağız suyuyla kireci,Mekke toprağıyla zemzemi karıştırıp Terlerdirek’in olduğu yeri tamir etmişlerdir. Böyle bir uygulamayı tavsiye eden Hz.Hızır’dır.

Peygamber motifiyle birleşmiş bir başka şifa unsuru da Hz.İsa’nın doğduğunda yıkandığı teknedir. Çelebi, Ayasofya’da bulunan teknede sakat çocuklar yıkanırsa sakatlığın iyileşeceğini söyler.

Su ile ilgili anlatılardan bir başkası da,Şemun Pınarıdır. Hz.İsa’nın havarilerinden olan Şemun’un vahşi hayvanlara su verebilmek için kazar. Fatih ve daha sonraki padişahlar hep bu sudan içmişlerdir.

Halk arasında şifalı kabul edilen sular, genelde dini motiflerle kaynaşarak seyahatnamede yer bulmuştur. Sular ya bir tarihi anlatıyla ya da dini bir motifle beraber anlamlandırılmıştır.

Sonuç olarak söyleyebiliriz ki, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi, İstanbul kültür tarihi ile ilgili önemli bilgiler içermekle beraber, dönemin insanına farklı bir bakış sunmaktadır. Halkın yaşayışı ve inanışlarını aktaran önemli bir eserdir.

KAYNAKÇA

Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi:İstanbul,1.Cilt-1.Kitap,Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul,2003

Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi:İstanbul,1.Cilt-2.Kitap,Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul,2003

Kinin’in Hikayesi,Kemal Hüsnü Can Başer

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde İstanbul’un Tılsımlarının Hikaye Edilişi,Yeliz Özay,Milli Folklor dergisi

PAYLAŞ
Önceki İçerikKızıma Nasihat
Sonraki İçerikİDSO Konserleri’nde Aralık Ayının İkinci Konseri Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda…
Dilara Pınar Arıç
26 Mayıs 1990'da İstanbul'da doğdu. Lisans öğrenimini Fatih Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı'nda burslu olarak gördü. Yüksek lisans çalışmasını Trakya Üniversitesi'nde Sünbülî Sinan'ın Menasik-i Hac adlı eseri üzerine tamamladı. İngilizce, İspanyolca bilmektedir. İnsomnia'nın Saati ve Gülümse Hayata adlı iki kitabı vardır.