Eskiden mutlu olmak kolaydı… Gerçekten diyorum…
Daha ilkokul öğrencisi iken hem sporda, hem şiirde, hem de fen laboratuvarında büyük gayretler sarf ederek başarı peşinde koşan ama başarının öncesinde bütün o gayretleri mutlu olduğu için gösteren bir çocuktum.
Mutlu olmak… Kolay mı şimdi? O vakitler gerçekten kolaydı. 1980’lerin sonları, 90’ların başı bahsettiğim yıllar… Hani şu, akşam ezanı okunmaya başlar başlamaz sokaktaki oyununu bırakıp koşarak evine giden, elini yüzünü güzelce yıkayıp herkesle beraber yemek masasına oturan, kurma çubuğu ile kanalların ayarlanabildiği televizyonlarla dünyayı takip eden, Pazar sabahları çizgi film izlemek için bütün çocuk ahalisinin erkenden uyandığı, akşam televizyonun kapanış saatinde İstiklal Marşını hazır ol vaziyette söyleyip yatağa giren çocukların son jenerasyonuyum…
Mutlu olmak… Kolay mı şimdi?
O vakitler gerçekten kolaydı…
Mesela okul kantininde sıraya geçer, kimseyi itip kakmadan beklerdik. Simit ve gazoz ikilisi sadece karnımızı doyurmaz, mutlu ederdi.
Bir oyun esnasında bir arkadaşımızı kazara düşürdüysek, o ayaklanmadan, ‘’iyiyim’’ demeden, özrümüzü dilemeden oyuna devam etmezdik. Oyuna devam edemeyecek kadar kötü durumdaysa, biz de oyunu bırakırdık.
Mahalle maçlarında önce abilerimizi destekler ve içten içe bir gün o takımın oyuncusu olmayı hayal ederdik. Mahalle kavramı, şehir içinde eyaletlere bölünmüşlük gibi bir şeydi. Başka bir mahalleden birisi geldiğinde hemen fark edilirdi. Olası bir tehdit bize yaklaştığında güvendeydik. Çünkü abilerimiz vardı, korurlardı.
Okuldan dönüp annemizi evde bulamadığımızda sorun değildi. Komşu teyzelerimizden birinin kapısını çalardık. Bizi alır, doyurur, hatta uyuturdu. Nasihat edenimiz, sevenimiz, sevdiğimiz, sahip çıkan ve sahip çıktığımız değerlerin yürüyen, konuşan, yaşayan kitaplarıydı her biri… Allah sevgisini de, Allah korkusunu da, insana, doğaya, hayvanlara, zorda kalana karşı saygıyı da hep o abilerimizden, ablalarımızdan, komşu annelerimizden öğrendik. Her an eğitildik, eğitildiğimizin farkında olmadan, mutlu bir şekilde. Her şey öğretmenlerimizin üzerine yıkılmadı yani…
Mesela babam hep derdi; ‘’Bu dünyada modası geçmeyen tek şey dürüstlüktür’’
Annem derdi; ‘’Sana iyi davranan, seni seven insanları sakın incitme’’
Üstümüz başımız çamur içinde sokakta oynarken, pencerelerden balkonlardan bizi izleyen komşu annelerimizden biri seslenirdi; ‘’Çocuklar hadi biraz ara verin, buraya gelin’’
Mis gibi yeni çıkmış poğaça, börek veya muhallebi… Belki birer elma, ya da salçalı ekmek… Dünyanın en lezzetli yiyecekleriydi, iştahla yerken arkadaşlarla birbirimize bakardık, aynı anda bitirip hızla oyuna geri dönmek için…
Memlekette zenginlik yoktu, hatta darbelerin sonrasına denk gelen çocukluğumuz aslında yoklukla mücadele eden bir döneme aitti. Ama işte mutluluğun şartı, maddi varlık değildi bizler için. Hiçbir siyasi ideoloji, hiçbir farklı düşünce o sokaklarda büyüyen bizlerin mutluluğunu elinden alamadı, alamazdı da… İzin vermezdi abilerim, ablalarım, annelerim… Çünkü çocuğa mutlu olmak, gülümsemek yakışırdı ve onlar sayesinde hepimiz yakışıklı büyüdük… Varlığımıza dem katan güzellikleri, ömür boyu taşımak üzere kuşanarak…
Mutlu olmak kolay mı şimdi?
O zamanlar gerçekten kolaydı…
Aynen, olduğu gibi ifade etmişsin. Kalemine, yüreğine sağlık…
Teşekkür ederim kardeşim… Sevgilerimle…
Makalenizi severek okudum. Yüreğinize sağlık. Mutlu olmak çok kolaydı o zamanlar…
Teşekkür ederim, eksik olmayın… Umalım ki, mutlu olmak yeniden öyle kolay olsun, o değerler yeniden toplumun kalbine geri gelsin…