Sabah uyandı.
Özlediği bir şey vardı: Özgürlük…
Sabahlar anlamsızdı onsuz.
Sabahları sevmezdi.
Dünya küçüldü bir kutu oldu onun için.
Kedisi yoktu.
Kedisiz yaşam nasıl sürdürülebilirdi?
Bir kedim bile yok, derdi.
Piyanonun tuşlarına dokunan bir yalnızdı kendisi.
Yalnız yaşam nasıl gereksizse, dün gibi aklındaydı.
Bir doğa için çaldı, bir de kendisi için.
Konuşmaları unutamadı.
Yalnızlık tutkusundan vazgeçemiyordu.
Doğru dürüst uyuyamıyordu bile.
Alkış seslerinden korkar hale gelmişti.
Müziiğin dalından kopan bir ritim onu yaşatıyordu.
Özgürlüğün sesinde kaybolmuştu.
Özgürlük yegane varlıktı onun için.
Bırakamazdı.
Çocuk sesine hasret bir yaşam sürdü.
Aşamadığı ne varsa ceylan karnından misk kokusu çıkarıyordu.
Ancak müzikti onu sevdiren.
Mzüiğn sesine takılmıştı.
Müzik onu kendine çekmişti.
Vois Sur Ton Chemin…
Çocuk sesi kapladı her yeri.
Özgürce yaşam isterdi hep.
Ayaklarını hareket ettirerek dans etmeye başladı.
Kedi gibi kuyruğunu kovaladı.
Döne döne ağladı.
Sevdiği vardı.
Sevgilisi yoktu.
Haftada bir mektup…
Yazı yazamazdı.
Müziğin ateş çemberinden geçmiş bir halde buldu kendini.
Sessizlik, özlemdi.
Duygusuz yaşam nasıl olamazsa aşksız yaşam da olamazdı.
Duygusuz…
Kahvenin içinde saklı bir hayat nasıl olamazsa, müziksiz yaşam da olamazdı.
“Nargilenin dumanına benzer hayallerim, sadece beni zehirler ve uçup gider.”
Rap…
Pachelbel’s Canon…
Bir Kedim Bile Yok…
I Found my Love In Portofino.
Brahms…
Müziğin içinde kaybolmuştu.
Satranç tahtasının üzerindeki bir piyon gibi hissetti kendini.
Başı bir an döndü.
Kaleyle karşılaştı.
Sonra, şah mat…
Durdu.
Özgürlüğünü seyretti bir an.
Müzik içinde kendi eksik parçasını buldu.
Yaşamasının anlamı buydu.