Edebiyat insanın hallerini anlatır. Sanatın en önemli dallarından biridir.
Edebiyatla insan, coşar, ağlar, sevinir. Sanatın her dalında olduğu gibi duyguları ifade etme şeklidir kimsenin göremediği şeyleri fark etmektir. Fark edebilen insan yazıya, resme, müziğe dökebilir. Farkındalık herkesin harcı değildir. Sanatçının algıları değişktir. Herkesten farklı algılar. Hatta bu algıları değiştirebilme özelliğine sahiptir. Edebiyatı örnek verelim. Dilin gücüyle insanların algılarını değiştirebilirsiniz.
Kur’an’ın mucize olma özelliği, belagattır. Son din olduğu için, belagat ilmi yüzyıllar boyunca önem kazanacaktır. Edebiyatçılar, çağın okurudur. Bu çağı yansıtır, eleştirir, yeni fikirler ortaya koyar.
Edebiyat, insanı anlatan önemli araçtır. Birçok snatla ilişkisi vardır. Sinema metni hazırlamada metin önemlidir. Müzik, kelimelerle düşünülen fikirlerin notalara yansımasıdır. Resim de , edebiyatın tasvir gücünden yararlanır.
Yani, Kur’an mucizesi de gösteriyor ki, edebiyat yüzyıllarca önemli olacaktır. Çünkü fikirler edebiyatla ortaya konulur. Edebiyat, çayın yudumlanışından suyun sesine kadar her şeyden etkilenir.
İnsan kelimelerle düşünür. Kelimeler edebiyatla ilişkilidir. Kelimelerle uğraşmaktır. Kelimeler olmasa insan düşünemez. Bu nedenle kelime dğarcığı yüksek olanın düşünme kapasitesi de artar. Kavramlar, düşüncenin yansımasıdır. Yüz kelimeyle anlatabileceğiniz bir konuyu bir kelimeyle anlatabilirsiniz.
Müzik notalar arasındaki sessizliktir. Edebiyat da kelimeler arasında kalan gizil düşüncelerdir. Edebiyatı her şeyi açıklamak olarak tanımlayamayız. Edebiyat kişiye özeldir. Bir kitabın anlamı her okurun düşüncesine göre değişebilir. Biri, olumlu der, diğeri olumsuz der. Zaten edebiyat bunun için vardır. Her insan, kendi fikrine göre bir şey anlar.
Benim hayat felsefem de bu. Sen bir şey ortaya koyarsın. Herkes anlamak istediğini anlar. Mozart’a sorarlar. “Bu parçada ne anlatmak istedin?” Mozart tekrar çalar ve işte bunu, der. Yani anlattığınız şey karşınızdakinin anladığı kadardır. Ancak esas mana insan gönlünde ve beyninde saklıdır. Kimse bunu bilemez. Sadece yorumlar getirir.
Yeni edebiyat bilim dalı da yorum ilmidir. Çeşitli teorilere göre eserlere yorumlar getirir. Ancak hiçbiri yazarın söylediğini karşılamaz. Çünkü, yorum insan sayışıncadır. Post modern dönemde şu şunu anlatmıştır, bu bunu anlatmıştır diyemez kimse. Ancak bunun şöyle bir olumlu tarafı vardır. Bir eserden alınan ders, okur sayısıncadır. Herkes kendince bir şeyler alır.
Benim görüşüme göre edebiyat bireyseldir. Yani sen yazarsın, herkes farklı algılar ve sinerji oluşur. Oğuz Atay’ı hala kimsenin anlamamasına şaşmamalı. Herkes Tutunamayanlar’ı okur. Ancak yazarın asıl anlatmak istediğini bilemez.
Edebiyat söz sanatı olma dışında düşündürücüdür de. Herkes kendince bir şey anlar. Kimse doğrusu anladım diyemez. Post modern dönemdeyiz Bilgi insan sayısınca. İnsan sayısınca yorum vardır. Çünkü kimse aynı düşünemez. Aynı fikirde olanlar bile ayrı noktalarda bulunurlar.
Meşveret dediğimiz danışmanın gerekliliği de buradan geliyor. Peygamber Efendimiz, meşveret insanıydı. Peygamber olmasına rağmen danışır, sorardı. Eşleriyle bile istişare ederdi. Çünkü her gelen yorum insanın kendini tanımasını sağlar.
Mesnevi’de bir hikaye geçer. Herkesin bahsettiği üzümdür ancak farklı dilde söyledikleri için anlaşamazlar. Empati dediğimİz olay burada ortaya çıkıyor. Ancak empati tümüyle mümkün değildir. Çünkü herkesin tecrübesi farklıdır. Fikir dünyası farklıdır. Eşler arasında bile fikir farklılığı vardır. İnsanlar sadece varsayımlarla hareket edebilirler. Bu fikirler edebiyatın gelişmesini sağlamocuğun farkııştır. Her farklı görüş, insana yeni bakış açısı kazandırır. Bu nedenle okurların, tek kaynaktan beslenmemesi gerekmektedir.
Tek taraflı okuma insan fanatik düzeyine çıkarır. Farklılık, insanı insan haline getirir. Çünkü, her insan farklı düşünebilmelidir. Yoksa robot gibi dolaşır durur. Pink Floyd, Another Brick On The Wall şarkısının klibinde bunu anlatmaya çalışmıştı. Hocası çocuğun yazdığı şiirle alay ediyordu. Teere Zameen Par filminde ise çocuğun resim yapmasını destekliyordu. Hocasının çocuğun resmini yapması ise koçluk yöntemiydi. Başarıyı desteklemek amacıydı. Hocanın kendisi de ressamdı. Çocuğun farklı düşündüğünü keşfetmişti.
Herkesin yeteneği vardı, doğru. Ancak insan kendini keşfedebildiği zaman mutlu olabilir. Yeteneklerini kullanan insan mutludur. Kimi güzel yemek yapar, kimi sporda yeteneklidir, kimi konuşmakta sunum yapmakta yeteneklidir. Yeteneksiz insan yoktur. Herkesin yapabileceği bir şey vardır. Bunu keşfetmek koçluk becerisiyle mümkündür.
Edebiyat da koçluk yöntemidir. Her okuduğun şeyden bir bilgi kaparsın. Tecrübe kazanırsın. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı derler ya; ikisi de gerekli. Kitaplardan aldığı tecrübelerle uygulama yapmak esas olandır. Yoksa bu konu tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı çıkar meselesine döner. Cemil Meriç, kitap beyinleri kibarlaştırır, der. Kitap okuyan insan her halinden belli olur. Her hareketinde bir bilgi gizlidir.
Okumak önemli evet, ancak bildikleriyle amel edenler alim olurlar. Yani okumak kadar aktarmak ve yaşamak da önemlidir.
İnsan hayatı boyunca anlam arayışı içindedir. Kitaplar hayata anlam kazandırır. Anlamlı hayatta da kimse sizi yolunuzdan çeviremez. Çünkü hayatın anlamını bilen insan her hareketinde hikmet barındırır. Ama bunu anlayan anlar, anlamayan uydurur. Einstein “Beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı.” der. Yanlış anlamak insanın doğasında vardır. Onu sormak gereklidir. Poetikalar bunun için yazılır. Necip Fazıl, poetikasında “Şiir, Allah’ı aramaktır.” der. Ancak Çile şiirine baktığınızda fikir çilesini görürsünüz. Necip Fazıl gibi fikir çilesi çekmek, düşünmek, sorgulamak herkesin harcı değildir. Her yazar anlaşılmadığından yakınır. Anlaşıldığını düşünenler de çok satanlar listesinde yerini almıştır. Elif Şafak, Aşk romanını yazarken anlaşılmayı hedefliyordu. Nitekim yabancı kaynaklardan yararlandığına bakılırsa, Mevlana’yı tam olarak anlatmak amacı değil, popüler olmak amacıydı. Yazarlık bu değildir. Yazar çok satma amacı gütmemeli. Tabi, her yazar okunmak için yazar ama çok satmak için yazmaz. Gerçek yazar, ortaya yeni bir felsefe atandır.
Yazarlar, tuhaf insanlardır. Franz Kafka da bunlardan biridir. Max Brody, ondan kitaplarını yakmasını istediği halde yakmamış, yayımlamıştır. İyi ki, yakmamış. Fikir ve edebiyat dünyasını etkilemiştir. Nietzche de nihilizmin öncüsü halde hayatının son demlerini akıl hastanesinde geçirmiş. Ahmet Haşim de estet olduğu halde yüzünün çirkinliğinden nefret ediyordu. Yahya Kemal, Nazım Hikmet’in annesine aşık olduğu halde, Nazım Hikmet hocam olarak geldiğin bu eve babam olarak gelemezsin dediği, için aşkından vazgeçmişti. Tanpınar ise Bursa’da Zaman şiirinde İslam medeniyetinin en güzel şiirlerinden birini yazdığı halde caminin kapısında bekleyip, ona soranlara içeri giremiyorum diye cevap vermiştir. Beyaz hanım meselesini de duymayan yoktur.
Yani, sanat insanı farklıdır. Diğer insanların göremedikleri şeyleri görürler. Yetenek dediğimiz olay budur. Yoksa sekreterde yazar. Yazar yeni şeyler ortaya katar. Hayal gücü dediğimiz –edebiyatçıların ifadesiyle- şizofren yazar için en önemli kaynaktır. Hayal gücü, betimleme, dili kullanma gücü, karakter ortaya becerisi yazarın yeteneğini oluşturur. Nazım Hikmet yetenek için %1 yetenek gerisi çalışmaktır, der. Ben öyle düşünmüyorum. Yazarlık yetenek isteyen bir iştir. Kurslar sadece seni yazmaya atölye çalışması yapmaya yani yeteneğini ortaya çıkarmaya yarar. Esas olan yetenektir. Bu insana farklılık özelliği kazandırır.
Mesela, pencereye bir kuş konsa diğer insanlar sadece kuş olarak bakar. Edebiyatçı ona selam verdi, der. Kar yağsa, Tanrı beni duydu, der. Her kar tanesini bir melek düşürürmüş çünkü. Bir damla su birikintisine düşse suyun sesini dinler. Deniz karşısında otursa denizle konuşur.
Edebiyat insanı farklıdır. Farklı gözlere sahiptir. Farklı kulaklara sahiptir. Tat alma duyusu bile farklıdır. Bunu herkes göremez. Çoğunlukla anormal kabul edilirler. Sanatçılar zaten anormaldir. Anormal olmasalardı sanat eseri meydana getiremezlerdi. Onların ayrı dünyaları vardır. Kimse bilemez. Sadece küçük bir değinisi eserlere yansır. Oysa edebiyat kurgudur. Kimse kendini .olduğu gibi yazmaz. O zaman edebiyat değil otobiyografi olur.
Yazarlık herkesin harcı değildir Sanata önem vermeyen insan da, sadece para kazanmaya endeksli hayat felsefesi olmadan boş bir sürer. Fikir etmekten uzaktır. Farkı düşünemez her önüne gelen fikri sorgulamadan alır, hayatınız boş bir çerçevede yaşar durur.
Sanatçı ise genelde öldükten sonra anlaşılır. Çünkü diğer insanlar onu farklı değerlendirir. Aynı zamanda yazarlar yalnızdır da. En büyük dostu edebiyattır. Birçok edebiyatçı –Selim İleri, Szai Karakoç vb.- evlenmemiştir. Çünkü anlayacak kimseyi bulamamışlardır Yalnızlık edebiyatçının kaderidir. Evlense bile yalnızdır. Çünkü edebiyat anlaşılmaz, anlaşılmak için yazılmaz. Bana göre bir kitabın başarısı, ne kadar çok farklı yorum varsa o kadar başarılıdır. Ben de öyle yazmaya çalışıyorum. Bir eser ortaya atarsın, herkes kendi bilinç altı değerleri, tecrübesi, bakış gözlüğüne göre bir şeyler anlar. Ama yanlış, ama doğru Edebiyat anlatmaktır, anlaşılmak değil. Yoksa konuşarak da insan bir şeyler anlatabilir. Konferans neden sanat eseri değil? Açıklama yapmak için var.
Edebiyatta ise okur sayısınca yorum var. Fikrini beğenen olur, beğenmeyen olur. Önemli olan okumak. Çünkü her kitaptan insan bir şeyler alır. Beğenmek şart değildir. Hiçbir yazar beğenilmek için yazmaz. Gerçek yazarlar için söylüyorum. Beğenilme kaygısıyla yazıyorsa ticari yazardır.
Edebiyat herkesin harcı değildir. Farklı olmak sanatçıların kaderinde var.