Dünya ve Uygarlık Tarihi Üzerine

0
162
Dünya ve Uygarlık Tarihi Üzerine
Dünya ve Uygarlık Tarihi Üzerine

 ‘3000 yıllık geçmişin hesabını yapmayan

insan günübirlik yaşayan insandır’

GOETHE

Bir konuya bilimsel yaklaşabilmek için öncelikle konunun ‘Nedir?’ sorusuna cevabını araştırmamız gerekir.

Tarih nedir?

Ulusların, toplumların yaşayışlarının doğurduğu sonuçları nedenler dizisiyle açıklamaya çalışan bilimdir. Yani bir neden-sonuç ilişkisidir. İnsan yaşamı sırasında hem neden-sonuç ilişkisini oluşturur hem de bu ilişkiyi inceler.

İnsan ne kendi başına bir şekil alır ne de çevresi tarafından tam bir biçime girer. Thomas Carlyle derki ‘Her insan bir tarihçidir.’ Evet insan tarihi yapandır. Oysa tarih yazmak tarih yapmak kadar önemli ve zordur.

Peki nedir tarih yazımı?

Tarih yazımının; arkeoloji bilimi, vakanüvislerin tuttuğu belgeler, yaşanan olayın üstünden belli bir zaman geçtikten sonra yazılmaya başlanması gibi birçok yöntemi vardır. Bu yöntemlerden en güveniliri arkeoloji bilimidir. Çünkü arkeolojik kazılar bizim için 1. kaynaktır. Ama bu bağlamdaki yöntemlerin sadece birine bağlı kalıp tarihi inceleyemeyiz. Hatta bilim dediğimiz olguya yaklaşamayız bile.

Vakanüvislerin yazdığı tarih ise yaşanılan dönemin büyük ölçüde izlerini taşır. Burada önemli soru tarihte başrolü kim oynar? Tarihte başrolü tabi ki de insan oynar. Ama görünürdeki cevabın altında yatan sorunlar vardır. Vakanüvisler genellikle kralların ve devlet adamlarının kahramanlıklarını anlatırlar. Çünkü onların yaptıkları tarihin görünüşünü ve gidişini belirler, böyle durumlarda da başkalarına yalnızca dilsiz rolü kalır. Türk tarihinden örnek vermek gerekirse misal Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde gezip gördüğü yerlerin halkının özelliklerini, dilini, dinini, gündelik yaşamlarını kısaca toplumsal biçimini kendi üslubu ile anlatmıştır. Fakat gittiği yerlerin valisine ve dönemin padişahına karşı yazdıklarına objektifliği tartışma konusudur.

Tarih yazımının; arkeoloji bilimi, vakanüvislerin tuttuğu belgeler, yaşanan olayın üstünden belli bir zaman geçtikten sonra yazılmaya başlanması gibi birçok yöntemi vardır.
Tarih yazımının; arkeoloji bilimi, vakanüvislerin tuttuğu belgeler, yaşanan olayın üstünden belli bir zaman geçtikten sonra yazılmaya başlanması gibi birçok yöntemi vardır.

Dünya tarihini ele alırken salt kendi değerlerimiz açısından yaklaşmamamız gerekir. Toplumlar kendi ülkelerinin tarihini incelemeye kalktıklarında ya da genel olarak dünya tarihini ele aldıklarında salt kendi değerlerinden hareketle yorumlarlarsa etnosentrizm denen büyük hatanın içine düşmüş olurlar. Tarihçi olabildiğince tarafsız olmalıdır. Kendi ülkelerindeki ideolojilerden kendisini soyutlayarak tarihi incelemelidir. Tarihe bilimsel yaklaşmanın gereği budur. Başka toplumları incelerken de o toplumun içinde bulunulan zihniyetinden, ideolojisinden sıyrılmak gerekir. Çünkü halklar farklı kültürlere sahiptir. Halkların bizden farklı kültürlerinin ne olduğunu anlayamazsak ortaya yine doğru bir tarih koyamayız.

Tarih olan sonuçların nedenler dizisini oluşturmaktır dedik. Tarihi yapan insan bu nedenler dizisini doğru ortaya koymazsa yahut koyamazsa kulaktan kulağa, araştırılmamış, incelenmemiş olaylar günümüzde tartışma konusu yaratır. Hatta tartışma konusundan ziyade bir sahiplenme yarışı başlatır. Mevlana’nın, Ömer Hayyam’ın Türk olabileceği iddiası gibi. Bu yüzdendir ki bir tarihçi yazacağı haber üzerinde düşünmeli, araştırmalı, incelemeli; gerekirse tarihçi olarak ad yapmış olanlara, geleneğe başkaldırmalıdır. Hiçbir zaman uydu olmamalı, kuruntulara kapılmamalıdır.

Tabi tarihteki tutarsızlıkların faturasını da tamamen tarihçilere kesmek doğru olmaz. Bizlerde bir tarihi olayı araştırırken olabildiğince kaynaktan yararlanarak objektif görüşler ortaya koymalıyız. Nitekim hepimiz birer tarihçiyiz.

                                      ‘Tarih yazmak, tarih yapmak

 kadar

önemlidir. Yazan yapana doğrulukla

  bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek

insanlığı şaşırtıcı bir nitelik kazanır.’

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 

‘Tarihten öğrendiğimiz tek şey, insanların ondan hiçbir şey öğrenmediğidir.’

HEGEL