2005 yılı yapımı Çağan Irmak imzalı Babam ve Oğlum filmi; baba oğul ilişkisi üzerine yapılmış dram türünde bir filmdir. Ziraat Mühendisliği okumak için İzmir’den İstanbul’a gönderilen Sadık (Fikret Kuşkan) babasından gizli gazetecilik okumaya başlar. Babasına söylediğinde baba oğul arasında tartışma çıkar ve Sadık evden kovulur. Yıllarca annesi ile gizli görüşen Sadık 12 Eylül sırasında yazdığı yazılardan dolayı işkence görür, çocuğunun doğumu sırasında eşini kaybeder ve işkencelerden dolayı ciğerleri su toplar, çok az bir ömrü kaldığını öğrenir. Yedi yaşındaki oğlunu da alarak baba evine Seferihisar’a geri döner.
Film ilk bakışta bir aile dramı olarak görülmektedir. Kuşak çatışmasından doğan bir anlaşmazlık gibi gösterilse de film aslında gizli bir politik filmdir. Ataerkil düzende baba her zaman devleti temsil etmektedir. Kültürel söylemlerde “devlet baba” tabiri çok kullanılır. Babam ve Oğlum filminde de baba figürü otoriter bir devleti temsil etmektedir. Anne karakteri genellikle filmlerde bağışlayıcı, yetiştirdiği herkesi her şeyi olduğu gibi benimseyen bağrına basan olarak gösterilir. Eko Feminizm ve Kültürel Feminizm‘de kadını sahiplenildiğinden, doğurganlığından dolayı doğayla eş tutar. Kavgayı, savaşı erkeklerin çıkardığını söyler. Çağan Irmak’ta filminde anneyi yumuşak, kocasından gizli saklı olarak oğluyla torunuyla görüşen, geleneksel anne figürü olarak yansıtmaktadır. Sadık filmin çekildiği dönemdeki halkı oğlu Deniz ise geleceği temsil etmektedir.
Seksenler‘de yaşayan bir çok insan siyasi ortamdan, devlet baskısından etkilenmiştir. Kimi ailesini kaybetmiş kimi uzun süren işkencelere maruz kalmış ve bu yüzden gerek fiziksel gerekse ruhsal olarak hastalanmıştır. Gelişmekte olan diye adlandıran az gelişmiş ülkelerin bir çoğunda devlet sosyal düzenin varlığını korumak için herkesi aynı düşünmeye, farklı fikirleri engellemeye, çok sesliliğe karşı bir şekilde otorite kurar. Kendi gibi düşünmeyenleri cezalandırır. Seksen döneminde de siyasi olarak insanlar taraf olmuş, fikir çatışmasını kavgaya döndürmüş, bir kesim insan hapislerde cezalandırılmış, bazıları asılmış bazıları sürgüne yollanmış ya da kaçmak durumunda kalmıştır. Kaçan insanlar geri döndüklerinde çok büyük sıkıntılar yaşamış aynı sıkıntıları çocuklarının yaşayacağından korkmuştur. İşte Sadık hem hapse giren kesimin hem de kendi fikirlerini savunduğu ve kendi hayallerini yaşamak için yurt dışına kaçan kesimi temsil etmektedir. Geri döndüğünde hastadır. Babasına hastalığını açıkladığı sahne dönemin ve durumun anlaşılması açısından önem taşımaktadır. “…Gördüm baba, görmem mi hiç, peki sen hiç bir çocuğun büyüyeceğini görememek ne demek bunu bildin mi? Hiç bilir misin bu duyguyu? Hayat devam edecek, birileri yeni kitaplar yazacak okuyamayacaksın, yeni filmler çekilecek izleyemeyeceksin, sevdiğin bir şarkıyı bir daha dinlemek isterken dinleyemeyeceksin… Bunlar kolay alışır insan; ama onu büyürken izleyememek, yanında olamamak, ilk kız arkadaşını göremeyecek olmak…Neden bu isimleri koydun bize baba? Bu kadar mı korktun taa en başından beri bizden? Bu kadar mı yön vermek istedin hayatımıza bize, ben kendi yolumu bulmak isteyince he!…Ona bir oda ver baba zaman zaman çıkıp gidebileceği bir odası olsun…” Bir dönemin acı çeken gençliği bir süre sonra yeni nesiller yetiştirecek yaşlara gelir. Kendilerinin maruz kaldıkları baskılara inat çocuklarını özgür bırakırlar. Çocukların bir odası olur zaman zaman çıkıp gidebileceği bir odası… Ancak o daha özgür yetiştirilen çocukların başında özgür düşünceli, kendi fikirlerini rahat rahat savunmalarına izin veren babaları maalesef olmaz. Onlar dedelerinin verdikleri cezaların sonucunu yaşarlar. Çocuklara bu sefer dedeleri bakar, büyütür. Kendi isteklerini yaşadıklarını ya da yaşayacaklarını düşünürler ama tarih tekrar eder. Filmin son sahnesinde Deniz film makinesi ile babasının gençliğini görür dedesinin kucağında. Orta kuşak yok edilmiş bir kuşaktır. Sosyologların büyük bir kısmı doksanlar dönemini yitik kuşak olarak değerlendirir. Geçmişten kopmaya çalışan ancak geçmişe bağlı kalanlar tarafından yetiştirilmiş, her daim korku ve baskıya maruz kalmış bir neslin çocuklarıdır doksanlar. Okumanın kötü olduğu düşüncesi alttan alta işlenmiş, yeni çıkan teknoloji ile hayatla olan bağlantıları kesilmiş. Hayal etmeleri yerine hap gibi hazır olarak ellerine, benliklerine verilmiştir. Özgürlük düşüncesi ile bir önceki kuşaklara benzemesinler diye sözde özgülükleri vardır. Görünmeyen tellerle etrafları çevrilmiştir.
“Büyüdükçe hayaller küçülür mü baba?” Bu soru küçük Deniz’den gelir filmin son sahnesinde. Gelecek neslin geçmişiyle vedasıdır bu. İnsanlar küçükken hayal eder, büyür ve hayallerine hayatlar engel olur.