Din, insanlık tarihi boyunca varolan ve insanı olumsuzluklara rağmen ayakta tutan, umut ile yaşatan bir olgudur diyebiliriz. İnsanlığı yaşattı ama ne kadar veya nasıl anlaşıldı? Bu soruya cevap verebilmek zor!…. Çünkü tarih boyunca insanlar-hiç farketmez- Allah ın gönderdiği her dini kendilerince tasvir ettiler. Hz Ömer’inde dediği gibi “inandığımız gibi yaşamak yerine yaşadığımız gibi inandık.” Aslında Âdemoğlu yeryüzünde varolduğundan beri din, kendimizce yaşadıklarımızdı. Hz Muhammed döneminde bu yanlış her ne kadar düzeltildiyse bile, ondan sonraki dönemlerden de anlaşılacağı gibi, yanlışlara meyilli olan insan; yaşanan tecrübeler, yani müslümanlar arasındaki mezhep kavgaları, Kerbela gibi olayların ortaya çıkması bunun ispatıdır. Günümüzde yaşanan bu bilgi çağında bile din adı altında yapılan hatalar, doğrularmış gibi sürmektedir. Örnek vermek gerekirse; hurafeler, gizemli görünen ama -aslında- gereksiz bilgiler iman ve inanç gibi algılanmaktadır. Bu bağlamda yaşanan kaosların, savaşların ve mücadelenin temel gerekçesi de yaşayan ama yanlış öğretilerle sürdürülen “din” dir. Buna “İslam” dini de dahil… Bahsettiğim Allah’ın gönderdiği ve Hz Muhammed’in bir dönemde olsa yaşatılmasını sağladığı İslam dini değil. Arayışımız bu din olmalıdır elbet. Hakikatlere götüren, insanı umuda ve dolayısıyla hayata bağlayan, ölümü değil, Allah’ı sevdiren, cenneti Allah rızası için arayan gönüllerde yeşeren “gerçek” İslam dininden söz ediyorum. İslam coğrafyasındaki karışıklıkların bir sebebi de budur. Ya İslam ‘ı hayatımızın küçücük bir parçasında yaşatmaya çalışıyoruz ya da bütün bir hayatımıza “İslam” derken dünya ve ahiret dengesini bozuyoruz. Yani barışın, kardeşliğin, dostluğun ve sevginin diğer adı olması gereken İslam; korkunun, ölümün ve dehşetin yaşandığı gönüllerde yeşeren kırgın ve kızgın umutsuzluklara dönüşüyor. Tabii bu umutsuzluklar, birçok olumsuzluğu da beraberinde getiriyor. Müslüman ülkelerinde yaşanan savaşlar, insanlar arası yanlış muameleler, özellikle kadına yönelmiş bulunan-sözde- İslam’ın emirleri olan yasaklar ve kurallar bütünü bu olumsuzlukların yalnızca küçük bir kısmıdır. Lakin bu durumları değiştirmek de yine insanoğlunun gayretiyle olabilecektir. Elbette zihinlerde oluşan olguyu ve üstelik yaşanan tecrübelerle sabit kılınmış yanlışları silmek kolay olmayacak, ancak ne iman ne de doğruları bulma çabası hiçbir zaman kolaylık ile elde edilmedi. Bu da unutulmamalıdır ki her dönemde, her çağda umutla aranılıyor olması da zorluğuna ve bu zorluklarla getirdiği huzurun dinine delildir. Gayemiz bu delile ulaşmak olmalıdır. Yoksa İslam dininin de diğer dinlerden bir farkı olmayacaktır. Çünkü insanlar yaşanmayan, kelimelerde asılı kalan öğretileri anlayamazlar ve doğal olarak da yaşayamazlar. Bu yüzdendir ki yaşayabildiklerine din kılıfını uydururlar, haklı olarak… Doğruluğu tartışılır elbet. Fakat bu durumdaki insanları eleştirmek yerine, gerçek inançları yaşatmamız ve aynı zamanda yeşertmemiz gerekir. Belki o zaman eleştirilecek, yanlışlanabilecek ve ispata ihtiyaç duymayan iman ile büyüyen bir dinin oluşabileceğini görebiliriz. Ve bu dine ancak o vakit “İslam” adını verebiliriz.
Son olarak, yüzyıllar boyunca insanoğlu kendi zayıflıklarını örtmek için kendince oluşturduğu ve yaşattığı inançlara sarılmıştır. Doğru veya yanlış önemli olan bu değil, asıl mesele bu olgunun günümüzde de “din” olarak algılanmasıdır. Din elbette zayıflıklarını insanın zayıflıklarını örter ancak kendi uydurduğu inançlarla değil, onu şah damarına varıncaya dek, ondan daha iyi tanıyan Rahman olan Allah’ın takdir ettiği, Hz Adem’den Hz Muhammed’e kadar her peygamberin anlatageldiği “İslam” inancıyla örter ve iman ile gönüllere sükunet verir. Kısacası inanmak fıtratımızda olan bir durumdur zaten… Ama yanlış olguları, din diye getirilen olumsuz öğretileri tercih etmemekte iradenin bir tesiridir. Ve her akıl sahibinin, imana ve inanca sahip her insanında anlayabileceği en doğru aynı zamanda tek din özlenen huzurun, beklenen kardeşliğin ve yaşatılması gereken sevginin habercisi olan “İslam”dır.
Esra Hanım,
Asırlardır gelen yanlış olgulardan bahsedip doğrusu bu değile getirirken diğer taraftan nihayetinde “gerçek islam bu değil”e baglamışsınız. Görüyorum ki gerçek sorunu atlamışsınız -ki yazının fikri olduğu için bunu görmenizi de bekleyemezdim. Sorun zaten “gercek islam bu degil” zihtinetiyle asırlardır insanların muhatap kalması ve ille de bir şeye inanmaya zorlanmasıdır. İnancın bir ihtiyaç olduğuna asırlar önce bir şekilde inandırıldı insanlık. ve sandalye dahi olsa inanmaya ve müridi olmaya hazır kolonilerimiz var. Görmuyor musunuz ki asil tam da bu fikir insanlari vicdandan uzaklastiriyor… Nihayet herkes gercek islami bilir oldu… Tarikatlar : “gercek islam bu degil şu” Işid: “gerçek islam bu degil şu”…. Hatta gecenlerde orta yaşlı türbanli bir bakici kadın, baktigi cocugun kellesini kesip sokakta kelleyi sallayarak dolasti ve diger tataftan da “Allah emretti” diye bagirdi. . Turkiye evet… Yazinızin sonlarına bakiyorum da “zor ama yapılabilir” zihniyetiyle adeta 2. cihat çağrısi yapacak gibisiniz… Esra hanim özet cv nize bakiyorum da henüz 20 sinde bir genç kadinsınız. Üstelik yazar olma niyetindeymişsiniz… Size tavsiyem ya ilahiyatçı olun ya da Jack London Dostoyevski Nazım Hikmet gibi dünyanın degil yeryüzünün kabullendiği yazarlari okuyun ve öyküleme teknigi vs öğrenin. Kompozisyon kurallarindan dahi uzaksiniz. Bu sebepten sizinle teolojik tartışmaya girmryeceğim. Çünkü yeterli donanıma sahip olmadiginiz anlasiliyor. Ve donanimsiz yazi yazmak etik degildir… Ancak şu kadarını da soylemem gerekir ki; “olgu” ne demek onsan da bihabersiniz. Genç bir nesil olarak wikipedia ya da mi bakmadinız… Baksaydinız yazinızin en baştan falsoyla basladığıni anlardinız ve bir sanat paylasımlarinin yapildigi siteye bu yaziyi gonderme cesaretini kendinizde bulamazdiniz. Keza Din bir Olgu Degildir…
Yorumum: fikirlerimizi özgürce ifade etmektir edebilmektir sanat…her alanda ki görüşlere yorumlara açık olabilmelidir yoksa bastırılmış bir putlastirma abidesi olan kelime yığınlarından ibaret kalacaktır bu algıyı yıkabilmek için belkide yazımı yazdım. Bunun cesaretle bir alakası yok .Ayrıca ben yazımda din ın bir olgu olmadığını açıklamaya çalışıyorum zaten .Mevlana nin da dedgi gibi “her insanın anlayış derecesi farklıdır benim size anlatacaklarım sizin anladigin kadardır” yani yazdıklarımı nasıl anladiğinizla ilgili bi durum bu.tenkitlere açığım yalnız yargılama ile karistirmamanizi rica ediyorum.daha açık ifade edersem eleştirebilirsiniz ancak yargilayamazsniz. yapıcı olmaya çalışın yargı yıkıcıdır çünkü ve sanatta yargının yeri yoktur.
Kısa ve öz söylemek gerekirse yazınızda belirttiğiniz “inanmak insanın fıtratında var” temelden yanlış ve sadece kişisel bir görüşten ibarettir. İnsan fıtratını ve bu fıtratın inanmaya olan ihtiyacını neye dayanarak iddia edebilirsiniz? Bilimde geri kalmış ve doğa karşısında savunmasız olduğunu hisseden veya açıkla, işsizlikle vs. terbiye edilen insanlık sığınacak limanlar arayacaktır. Bu tarih boyunca hep böyle olagelmiştir. Mecbur bırakılan ve bu mecburiyetin farkında bile olmayan insanlar inandı. Birileri de gelip buna fıtrat diyor. Sebep sonuç ilişkisi kurmadan, tarihsel analiz yapmadan bazı meseleler sığ kalır. Bu yazınız da bu anlamda eksik olmuş. Değerlendirmelerinizi derinlemesine yapmak için daha çok araştırmalısınız ve altını dolduröalısınız. Sağlıcakla kalın.
Merhaba,
Düşüncelerinizi güzel ifade etmişsiniz. Kitap okumalarınız sizi olgunlaştıracak ve geliştirecek.Ama tabii bu olgunlaşmaya her tür düşünce ve dini görüşleri okuyarak elde edebileceksiniz.Henüz zamanınız var. 🙂 Yazmaya devam edin derim.
Yazınıza gelince izninizle ben de ekleyeyim düşüncelerimi; Bana göre din, insanlığı yaşatmadı.Bakın! Aksine öldürüyor 🙂
Mezhep kavgaları tüm dinlerde vardır.Bu nerdeyse tüm dinlerin sıkıntısıdır ,sadece İslamiyette yoktur.Bu anlamda yazınızı karşılaştırmalarla yapsaydınız daha inandırıcı olacaktı diye düşünüyorum.
Hurafelere gelince teologların iyi çalışması gerekir bence.
Savaşların nedeni İslam dininin yanlış anlaşılması ya da korunamaması değil din kisvesi altında ülkelerin savaşıdır.Her ülke çıkarını düşünür.Bakın Suudi Arabistan’a Amerika ile işbirliği içinde Ortadoğudaki hiç bir olayla ilgili açık tavır almaz.Onu ilgilendiren sadece ABD’den alacağı para-işbirliğidir.İslam dünyasındaki-coğrafyasındaki karışıklıklar tamamen din savaşı gibi,Haçlı seferi gibi görünse de bu aslında tamamen basit anlatımla su,petrol,yeraltı kaynakları ve stratejik bir bölge olmasındandır.tabii muhtemel Hristiyanların sayısının çoğaltma isteği de vardır ama bunu zaten Vatikan Misyonerleriyle gayet iyi yapıyor.
İslam dini ”Öte Dünya’ya hizmet ister,günahın kefareti için var olmuş bu dünya ise geçicidir.Adeta sanaldir İslamiyet için.(Aslında belki de bu yüzden tün İslam devletleri geri kalmıştır.ilimle bilimle uğraşmazlar)
Cenneti vaad eden sadece İslamiyet değildir.Allah’ın gönderdiği(siz bunu yazmayı unutmuşsunuz) tüm dinlerde vardır.
Eğer tüm dinleri incelersek barış,sevgi hepsinde vardır.İnsanların özlem duydukları temelde sevgi ve barıştır.Bu aslında kişinin özel hayatında derin bir ihtiyaçtır.
Kadın olgusuna gelince tüm dinlerde kadın ikinci sınıftır.Zaten tüm dinler de ,çoktanrıcılık hariç erildir.kadının konumu muhtemel bu yüzdendir.Bugün modern dediğimiz toplumlarda bile kadın ikinci sınıf vatandaştır.Bu belki Danimarka,norveç gibi ülkelerde kanunlarda değilse bile ”Ev”in içlerinde böyledir.Bakın kaç tane kadın politikacı var? İranda bile üniversitelerde kadın öğrencilerin sayısına kota getirilmiştir.Bu nasıl olacak? Kadın haklarını erkekler-babalarımız düzenliyor.Hayatınıza bakın.Annelere bakın.
Tüm yapılanlar insan elinden çıkmıştır.Sizin düşüncenizle yazayım;din diye getirilen olumsuz öğretileri yine insan yapmıştır.Bu cehaletin eseridir.Bence görüşünüzün temeline Bilgi’yi-Bilimi yerleştirmelisiniz.
Sevgiler.
Merhaba Esra Hanım,
Dinler üzerine araştırma yapmak istiyorsanız – ki bu uzun yıllarınızı alacaktır – kolay gibi görünen insanı
içinden çıkılmaz bir duruma sürükleyen yolculuğa başlıyorsunuz demektir. Bu yolculukta size bir kaç öneri sunmak istiyorum hayatının uzun yıllarını dinler hakkında araştırma yaparak geçiren Turan Dursun ,
ünlü din tarihçisi Mircea Eliade ve S. Freud’ an Totem ve Tabu yu öneririm. Ben de İdil Hanım gibi belirtmek
istiyorum din bir olgu değildir.
Başarılar…