Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir demiş Roland Barthes. O yüzden ben bugün ki faşizm algısının bahsedilenden çok farklı olduğunu ve el değiştirip sosyalist ideolojilere sızarak burada da kabuklaştığını düşünüyorum. Demokrasiden bahsedip de antidemokrat olanlar bunun delili değil midir? Tabi demokrasi kavramı da ayrı olarak irdelenmeli. Keza daha önce Platon’un tüm yönetim sistemlerinin zamanla bozulacağını, demokrasinin de yozlaşarak despotizme dönüşeceğini belirttiğini söylemiştim. Hatta bunun üzerine demokrasi obsesiflerinin “Peki demokrasi bile çözüm değilse çözüm ne? ” diye düşünürken Aristo’nun;
“Demokrasi dejenere bir siyasettir. İktidardaki güç sahiplerinin kendilerini sınırlamaları gerekiyor. Aksi halde, gücü elinde bulunduranlar yetkilerini kötüye kullanabilirler. Toplum iyilik ve felsefe (ki buna bazı kitleler felsefe diyor, biz başka bir tanım kullanıyoruz) ile yaşamadıkça demokrasi sakıncalıdır. Çünkü çok az insan bile bencil olsa, iyi insanları kandırabilir. En çok bağıran, en çok yalan söyleyen başa geçebilir.” sözüyle cevabın çıkmaz sokak olduğunu gördüklerinden bahsetmiştik.
Bundandır ki bugün sanat ve kültürel faaliyetlerin birilerinin tekelinde olduğunu söylersek yanılmayız. Son yaşadığımız Altın Kelebek Ödülleri’nde Diriliş Dizisi’ne yapılanlar haksızlık bunun örneği değil midir? Görmezden gelemedik ama beğenmiyoruz da yaklaşımındaki bu tavrın ne izahı var. Birilerinin Beyaz Türkler dediği, kendini aydın gören bazı kesimlerin kendi ellerindeki tekelin başka eksene kaymaması adına yaptığı davranışlardan sadece biriydi bu. İşte o yüzden faşizm algısı yıllar önce el değiştirip sosyalist ideolojilere sızdı ve tekelleşti diyorum. Ve kabuklaştı. Maalesef bu kabuğu kırmak en dogma din ritüellerinin bile ötesinde.