Demokrasi Bilimi: Toplumun (Bitmemesi Gereken) Savaşı- 3

0
80
Demokrasi Bilimi: Toplumun (Bitmemesi Gereken) Savaşı 3
Demokrasi Bilimi: Toplumun (Bitmemesi Gereken) Savaşı 3

Genç nesli umutsuzca arayış içinde olan bir toplum varmış. Bu arayış, sonu nihilizme giden depresif fikirler, bilinçsiz alkol ve uyuşturucu tüketimiyle önü alınamaz bir noktaya varmış ve ihtiyarlar meclisi, çözüm için mahalle meclisinde toplanmış. İhtiyarlardan biri öne atılarak sorumluluğun şeytana hizmet eden teknolojide olduğunu, çözüm için de teknolojinin yasaklanması ya da en azından kısıtlanması gerektiğini söylemiş. Diğer ihtiyarlar onu onaylarcasına ayaklanmış ve bu kararda mutabık olmuşlar. Mutlak çoğunluktaki ihtiyarlar, gençlerin yaşantısından o denli rahatsızmış ki, içlerinden biri idam seçeneğini dahi gündeme getirmiş. İhtiyarlar meclisinde çocukları olmayan, evlat eksikliğini mahallenin diğer çocuklarıyla ve kedilerle gideren bir kadın da varmış. Bu kadın, alınan karara muhalif olan tek kişiymiş. Israrla gençlerin muvaffakiyeti için başka yollar aranması gerektiğini savunmuş. Hatanın kendilerinde olduğunu, gençlerin bu yeni dünyasını tanımadıklarını ve tanımak için çaba göstermediklerini, kaliteli bir eğitim ve faydalı olacak kültürel öğretilerle durumun üstesinden gelineceğini belirtse de ona hak veren olmamış.

Demokrasi bu ya, yasakçı çoğunluk kazanmış ve kararlar hızlıca işleme konmuş. Tüm yaşamları teknoloji ve internetle şekillenen gençler, hızlıca içine kapanmış. Peş peşe şiddet olayları yaşanmaya başlamış ve mahallenin cezaevinde tek kişilik bile yer kalmamış. Duruma isyan eden genç kızlar, evlerinden ayrılmış ve alışık oldukları, özlemini duydukları hayatı aramak üzere mahalleyi terk etmiş. Genç erkekler çalışmayı bırakmış ve eğitim de dâhil olmak üzere tüm toplumsal kurumları reddetmiş. Gençlerin bir bölümü, kontrolcü ihtiyarlara savaş açmış. Nesillerin çatışmasında boğulmak üzere olan toplumdaki ihtiyarlar, çözüm arama umuduyla yeniden mahalle meclisinde toplanmayı düşündüklerinde, artık mahallede bir meclis kalmadığının da farkına varmış. İşler çığırından çıkmadan önce, yasakçı karara muhalif ihtiyar kadın, günlüğüne son olarak şunları not etmiş: “Asla yasaklamayın!”

  1. Bölüm: Referans Fikir Kavramı

Yukarıda anlattıklarım, size “saçma” mı geliyor!? Peki o zaman, sizlere küçük bir hatırlatma yapayım. Dünyaca ünlü biyolog Richard Dawkins’in kaleme aldığı “Tanrı Yanılgısı” isimli kitap, satışı yasak olan Suudi Arabistan’da indirilme rekorları kırarak en çok okunan kitaplar arasına girmiştir. Üstelik Suudi gençler, yasak olan bu eylemlerin sonucunun idam olabileceğini net bir şekilde bilmekteydi. Bir örnek de bizden; Türkiye’de Twitter’ın en çok kullanıldığı zamanlar, hükümet tarafından Twitter’a yasak getirilen dönemde olmuştur. Haberleşme özgürlüklerini tehlikede gören genç nüfus, yasakla birlikte eyleme geçmiştir. Aynı şekilde, sigara yasaklarının kullanımı azaltıp azaltmadığıyla ilgili de şüpheci olmalıyız. Sigaraya gelen zamlarla birlikte alım gücü azalan kişiler, maddi imkânsızlık sebebiyle sigarayı bırakır. Ancak, maddi imkânsızlık yaşadığı fikrini geri bastırmak uğruna sigarayı bırakmasındaki etkenin hükümetin sigara yasakları olduğunu söyler. Bir de buna sebep olanlara teşekkür ederse tadından yenmez!

Peki, yasaklar karşısında neden karşı eyleme geçeriz? Altında yatan sebep binlerce yıllık bir kültür birikimidir. Âdem ve Havva’nın yasak elmasından itibaren günümüzde yasak olan ne varsa, gençler tarafından mutlaka denenecekler listesinde üst sıralara oynuyor. Yeniliği arayan insanoğlu, bilinçaltı düzeyinde, konulmuş olan yasakları çiğneyerek toplum içinde bireysel farklılaşma çabaları içine girecektir. Bu çabaların yeni fırsatlar yaratma olasılığı açıktır. Deneyim edinme konusunda milyonlarca yıllık bir geçmişe sahip olan beyin, kendi yarattığı ahlak kavramlarıyla yasağı deneyim edip avantaj sağlaması muhtemel deneyim seçeneğine başvuracaktır. Denenmesi istenmeyen eylemin ahlak argümanlarıyla yasaklanması yerine, yine beynin ego ve süperego bölümlerini etkileyecek tutarlı eğitimlerle açıklanması durumunda yasaklanmasına dahi gerek kalmayacaktır. Bu durumda beyin, kendisine dezavantaj getirecek bu eylemden kendi rızasıyla uzak durma seçeneğine başvuracaktır.

Günümüzde teknolojiye gençler kadar ayak uyduramayan ihtiyarlar, size ne düşündürüyor? Aramızda tek nesil olduğu halde neden ilgi alanlarımız bu denli farklı? Cevabımız süperegoda. Süperegonun, toplumsal eğitimle gelen hedefler olduğunu ilk bölümde belirtmiştik. Çocukluk ve erken gençlik yıllarında, hali hazırdaki hedef ve ilgi alanlarını bulan ihtiyarlarımız, yeniliklere karşı katı ve sonucunda yasakçı olma eğilimindedir. Peki, değişen çağa ayak uydurabilmek bir tarafa, ihtiyarlar neden gençlerin süperegosunu idam etme peşinde? Cevap yine basit; tabular! İçtenlikle dâhil olunmak istenen, ancak tabular ve eski gelenekler itibariyle geriye itilen bu yenilikler, ihtiyarların genelince nefret edilen, korkulan ve sonunda şeytanlaştırılan arzular olmuştur. Tabuların sonucu da yasakçılıktır; “Ben yapamıyorsam, sen de yapamayacaksın!” söylemidir. Maddi imkânsızlıklar sebebiyle marka giyinemeyen kişilerin, maddi durumu iyi olduğu için marka giyebilen gençleri kapitalizmin tuzağına düşmekle eleştirmesinin altında yatan sebep de aynıdır. İstisnasız her birimiz, bir şekilde bu deneyimi hayat defterimize işlemişizdir.

Zamanında şeytanlaştırdığımız eylemler ve katı şekilde saplandığımız tabularımız, zaman gelmiş günlük yaşantımızda normalleşmiştir. Buradan hareketle, karşımızdaki fikri şeytanlaştırmadan önce, o fikre sebep olan kültürel ya da maddi sebepleri tartmalı ve empati kurmayı denemeliyiz. Ancak bu çabamız, toplum tarafından muhtemelen kabul görmeyecek; kabul görse de imkânsızlıklar sebebiyle arzularını yaşayamayan bireylerin mutsuzluğa saplandığı bir toplum yaratmış olacağız. O halde, karşıt fikir empatisi beklemeden önce, bireylerin “hazcılık” anlayışını yeniden kodlayacağımız eğitim sistemleri planlamak durumundayız. Bu planlama ne yazık ki gelecek nesille birlikte gerçekleşeceği için, çabalarımızın sonu, bugün yaşayan kişilerce görülemeyecektir. Hali hazırda kodlanmış beyinleri geride bırakarak önümüze bakmamızı söylemem size gaddarca gelmesin. Mantık çerçevesinde bakılırsa, bu geride bırakmanın ihtiyarlar meclisine karşı alınan olumsuz bir tavır olarak görülmediği de anlaşılacaktır. Nihayetinde her birimiz, bir gün ihtiyarlar meclisine dâhil olacak ve gelecek nesil planlamalarına memnuniyetle katılmayacağız!

Aile yaşamı boyunca anne babaya karşı gösterilen koşulsuz hürmet duygumuz, ilk sosyal deneyimlerle okulda öğretmene, sokakta abilere ve ablalara duyulan koşulsuz hürmet duygusuna dönüştü. Kitlesel yönetim mekanizmasının en tepesine yerleşen hürmet duygusu, içinde bulunduğumuz toplumun gerici ve yeniliklere kapalı olmasındaki en büyük etken durumuna geldi. Başkasına duyduğu koşulsuz hürmetten nefret ettiği halde, kendisinden sonra gelen nesle de aynı uygulamayı dayatmaktan çekinmeyen bir toplum haline dönüşmek, nesiller arası bu çatışmada önü alınamaz sonuçlar doğuracaktır. Bizim neslimizin fikirlerini bile benimsemekte zorlanan ihtiyarlar meclisinin, gelecek nesil planlamasında söz sahibi olması fikri artık size de korkunç bir hata gibi görünmüyor mu? Bireysel hürmetçilikten toplumsal hürmetçiliğe geçiş yapan bu kavramın toplumdan siyasete de aynı biçimde uyarlanması sürpriz olmaz. Belki de Avrupa kültürlerinin başarısının altında yatan temel sebeplerden biri, gençlik dönemine ulaşan kişilerin ailesinden ayrılmasıyla ilişkilidir. Süperegolarını çağdaşlarıyla birlikte şekillendiren toplumlar, nesiller arasındaki çatışmalarını daha kolay aşabilmişlerdir. İtirazınız varsa, dünya haritasını önünüze koyun ve ekonomi, eğitim ve teknoloji alanlarında gelişmiş mutlu ülkeleri belirleyin. Sonra da başarısız ve mutsuz ülkeleri tespit edin. Şimdi de kabaca, aile ilişkilerini ve büyüklere karşı gözetilen hürmetçilik seviyelerini karşılaştırın. Sonuç olarak, ortada inkârı zor olan birtakım gerçeklikler göreceksiniz. Bu demek olmuyor ki başarı, aile büyüklerini çiğneyerek kazanılır. Bunun anlamı, gelecek nesil planlaması, ekonomik ve bilimsel atılımlar, toplumdaki mutluluk seviyesi ve diğer pozitif atılımların aile hükümdarlığında kurulmaması koşuluyla sağlanabileceğidir.

Gelecek neslin oluşturacağı meclislerin yaş sınırlaması gençlerin değil, ihtiyarların aleyhine olmalıdır. Örneğin 55 yaşındaki bir vekilin, bir sonraki neslin eğitim planlaması kararını doğru biçimde alabileceğine ihtimal vermiyorum. Yaşadığı toplum, tabuları ve diğer korkularıyla doluyken ihtiyarlar meclisinin gelecekte başarıyı yakalayacak vizyonları benimseyebileceğini düşünmüyorum. Ucu açık bir şekilde, meclislerin yaşlara göre bölünmesinin gelecek için en doğru karar olacağı fikrindeyim. Toplumun gelecek yönetim biçimlerini sağlıklı bir şekilde planlamasının ilk aşaması, bireylerin düşünce şeklini yeniden tasarlamaktan geçiyor. Düşünce şeklini, tabular sebebiyle konulan yasaklardan, milliyetçilik ve ümmetçilik gibi zararlı yönelimlere varan biçimlerden alıp özgürlükçü, yenilikçi, nesiller arası mutabık ve dolayısıyla mutlu toplum biçimine uyarlayacaksak, “referans fikir” kavramını benimsemeliyiz. Bu kavramla anlatmak istediğim şey şudur. Düşünce sistemi, hayat görüşü, ideolojisi, ihtiyaçları, hobileri oluşmakta olan bireyler, muhalif düşünce sistemlerini gözetmeli; bunları referans almalıdır. Ve evet, bunun geleneksel bir şekilde, devlet ve çeşitli sivil toplum örgütlerince yapılması gerektiğini düşünüyorum. Aile büyükleri, çocuk eğitimi sırasında direkt olarak bu sisteme bağlı kalmalı ve çocuklarını referans fikirlerle donatarak yetiştirmelidir.

Önceki bölümlerde, doğru görünen sistem ve ideolojilerin eğitim modeliyle benimsendiği konusunda çok sayıda örnekleme ve düşünce deneyi yaptık. Buradan hareketle, tek bir ortak hikâyeyle karşıt iki sisteme bağlı gençlerin olası toplum modelini örnekleyelim. Diyelim ki, iktidarı solcu ve muhalifi ılımlı sağcı sistem olan bir toplumdayız. Bu toplumda, en azından orta veya uzun vadede bir kırılma yaşanacağını, sağcı sistemin geriye dönüş için fırsat kollayacağını öngörebiliriz. Çünkü eğitim modelimiz, benimsediğimiz sistemin iktidara gelerek diğer sistemleri yok etme arzusu üzerine işliyor. Referans fikri benimseyen toplumdaki bir ateistin muhalifin kutsal kitabını okumasından; aşırı sağcı bir gence, şimdiye kadar iktidara gelen sağcı sistemlerin başarısız örneklemelerinin gösterilmesine kadar tüm çabalar, referans fikirli eğitim yöntemlerimizden olacaktır. Bu çalışmalar, günümüz ihtiyarlar meclisince şeytanlaştırılan kavramları, algılanması mümkün gerçekler haline getirecektir. Bu toplumdaki solcu birey, muhalifi olan sağcı bireyin hikayesine dâhil olarak ona bu düşünceleri sağlayan öğretileri kavrayacak ve gerektiği yerde karşıtına referans olacak düşünce ve sistemleri benimsetebilecektir.

Bu toplumda, sokakta kağıt toplayan yaşıtını aşağılayan bir çocuk, eğitmeniyle birlikte, bir gün boyunca kağıt toplamak için sokağa çıkartılacaktır. Bu toplumda, ırkçı fikirlerle donanmış bir beyne sahip olan çocuk, eğitmeni tarafından kurgulanan bir tiyatroda, ırkçılığa maruz kalan bir rolde oynatılacaktır. Bu toplumda, kendinden aşağı gördüğü bir hayvana fiziksel şiddette bulunmaktan çekinmeyen bir çocuk, kendisinin de bir hayvan olduğu konusunda telkin edilecek ve kişiliğinde yıkıma yol açabilecek “özel olma hissi”, evrimsel biyolojiyle aşılacaktır. Özel olduğumuz fikri, demagogların siyaseti içindir. Demagog, siyaset yöntemini tamamen toplumsal korku ve arzular üzerine kuran ve toplumun bu ilkel dürtülerini sömüren kişidir; sistematik olarak diktatörlüğe giden yoldaki son durak kabul edilir. Tarih boyunca yaşayıp yok olan binlerce toplum, tıpkı bizim yaptığımız gibi, kendilerinin en özel ve doğru toplum olduğu konusunda emindi. En eski dürtülerden biri olan bu düşünce biçimi, diğer toplumlara karşı yapılacak atak ya da savunma savaşlarında, bireylerin gruba sadık olarak bağlanması için kullanılmıştır. Toplumlar arasında kullanıldığı taktirde avantajlar getirmesi muhtemel olan özel olma hissi, toplum içine uyarlandığında yıkımlara yol açıyor. Günümüz düşünce sisteminin oluşturduğu yönetim sistemleri, bu denli ilkel bir fikirle devam edebilir mi? Eğer edemezse alınması gereken yegane tedbir, özel olmadığımız fikrinin gelecek nesillere hızlıca verilmesidir. Bu konuda çekinceleri olanlar, etnik milliyetçilik sebebiyle kendilerini özel hisseden toplumların bilim-teknoloji yarışında ne kadar gerilerde kaldığına bakabilir.

Topluma uyarlanması mutlak bir gereklilik olan referans fikir, bireysel olarak benimseyenlerine de çeşitli avantajları beraberinde getirecektir. Her iktidar, muhalif fikrin iktidar koşullarını kendi içinde barındırır. Öyle ki, basketboldan hoşlanmayan birine basketbolu sevdirebilir ya da basketbolu tahammül dahi edemeyeceği bir spor haline getirebilirsiniz. Kıvırcık saçlı karşı cinsine karşı önyargılı olan bir birey düşünelim. Muhtemelen altında yatan sebep, çocukluk ya da erken gençlik döneminde “kötü” olarak tanımladığı bir deneyim sırasında kıvırcık saçlı bir kişi ya da onu anımsatan objelerle hatalı bağlantılar kurmasıdır. Kötü deneyimle eşleştirilen kıvırcık saç, sonraki deneyimler için olumsuz bir etki olarak kodlanmış olur. Bireyin olumlu deneyimleri sırasında kıvırcık saç ya da onu anımsatacak diğer etkenlere yavaşça maruz bırakılması, bireyin beyninde referans düşünceler oluşturacak ve birey, kıvırcık saç hoşnutsuzluğunu aşacaktır. Aşılmak istenen yükseklik korkusu için, kademeli olarak yüksek mekanlara maruz bırakılmanın sebebi de aynıdır. Yüksekliğin tek başına herhangi bir tehlikesi olmadığına ikna olan beyin, bu korkunun dezavantajının farkına varacak ve birey, yükseklik korkusunu yenecektir.

İş hayatına uyarlanan referans fikir daha da ilginçtir. Örneğin, kendinizde liderlik vasfı göremiyor ve bu durumun iş hayatınızda dezavantaj olacağını düşünüyorsanız, sistematik olarak maruz kalmanız gereken etkiler basittir. Yakın çevrenizi, mümkün olduğunca liderlik vasfı olduğuna inandığınız kişilerden oluşturmaya çalışın. Bu insanlarla geçireceğiniz her an, yöntem kopyalamanıza yardımcı olur. Daha çok bilinçsizce kopyalanan bu yöntemler, yine siz farkında olmadan günlük yaşantınıza uyarlanmaya başlayacaktır. Çevrenizdeki liderlerden herhangi biriyle etkileşimde olduğunuz bir anda, liderin gözüne bakarak; “Ben senden daha iyi bir liderim!” sözünü tekrarlayın. Beyninizdeki ayna nöronlar bu aşamada, düşüncenin kimyasal etkilerini, fiziksel mimiklere dönüştürür ve karşınızdaki liderin ayna nöronlarının kavrayabileceği referans fikirler karşı tarafa iletilir. Bu durumda hem lider olduğunuza dair etkilerle kendinizi programlamış, hem de karşınızdaki insanlara lider olduğunuzla ilgili örtük mesajlar iletmiş olursunuz. Göz teması kurulmasının gerekliliği ise göz temasından ilk kaçınan kişinin refleks olarak, yüzünüzün bütününe odaklanmasından kaynaklanır. Karşı tarafın bu odaklanması, liderlerden kopyaladığınız, gözle görünmesi zor ancak etkili olacak mimiklerin yine ayna nöronlarla karşınızdaki kişiye aktarımına yardımcı olacaktır. Bu deneyimin sürekli hale getirilmesi, motor kortekse yavaşça kodlanan bu mimikleri her defasında daha bir ustalıkla yerine getirmenize olanak sağlar. Siz bilişsel olarak hiç farkına varmasanız da beyniniz, uyku sırasında dahi bunun pratiğini yapabilecek ve size bunun sonuçlarını “rüya” olarak izletebilecek potansiyelde bir yapıdır.

Referans fikri kavramak, farkında olmaksızın maruz kaldığımız etkilerden kurtulmak için de önemlidir. Varlığın ne demek olduğunu deneyimlememiş kişilerin yokluktan şikâyet etmesi pek olası değildir. Ancak içlerinden birinin varlığı görüp etkilerini referans olarak kodlaması durumunda, referans olan varlık düşüncesi, yokluğa karşı takınılacak isyan duygusunu tetikler. Televizyonun Türk topraklarına giriş yapmasından sonra, köylerden kentlere başlayan göç dalgalarının sebebi de bu bağlamdaki bir referans fikirdir. Şehir hayatının cazibesine kapılan nitelikli çiftçi ve köylülerin, tarlalar ve diğer üretim alanlarını bırakmasıyla ithalcilik artıyor ve Türk ekonomisi, büyük yaralar alıyordu. Şehirler kapasitesini aştığı için sağlık, eğitim ve trafik gibi diğer problemlerde de sıçramalar yaşanıyordu. Yaşam standartlarının hızla düşmesi sebebiyle, sonucu beyin göçüne kadar varan olaylar yaşanıyor; ekonomik aksiyonlar için cazibeleşen şehir yaşamı sebebiyle toplumumuz geriye doğru gitmeye başlıyordu. “Köylü milletin efendisidir” öğretisine referans olan “Şehir yaşamı iyidir” öğretisi hem şehir, hem de köylü hayatlarını perişan ediyordu. Hayatınızın her alanına uygulamanızı tavsiye ettiğim referans fikir kavramı hem bireysel, hem de toplumsal olarak büyük fırsatlar ve kolaylıklar sunacaktır. Reklamcılıkta ya da siyasette kötü amaçlarla kullanılan bu kavramı tanımanız demek, bu alanlarda dengeli olmanız ve bu tutumunuzu korumanız demektir.

Sonuç:

Bu incelemenin başından beri bireyin beyinden, toplumunsa bireylerden oluştuğu fikriyle, tek bir beynin tüm dünyayı değiştirebileceği gerçeğine deyindim. Bireysel tüm özelliklerin çoğunlukla çocukluk ve erken gençlik döneminde alınan eğitimle kazanıldığını söyledim. Bu eğitimin oluşturduğu bireysel sistemler; yani hikâyeler, toplumsal sistemlere dönüşüyordu. Toplumsal sistemler, siyasi sistemleri üretiyor ve her halk kendi sistemine; yani kendi hikâyesine bağlanıyordu. Bu denklemde kesin olarak görüleceği üzere, toplumun yönetim sistemlerini değiştirmek, bireyin şahsi sistemlerini değiştirmekten geçiyordu. Bunun içinse referans fikir modelli bir eğitim sisteminin hayati bir öneme sahip olduğunu belirttim. Toplum yönetiminde geçerli olacak siyasi yöntemin tanımından ziyade, o toplumu şekillendiren sistemle ne kadar uyumlu olduğunun kavranmasının önemine dikkat çektim. Toplumsal psikolojinin kavranması, bilişsel eksikliklerin belirlenmesi ve bu bağlamda reçeteler hazırlanması önemlidir. Kuvvetli bir diktatöre dayanmaktan başka bir gerçeği olmayan toplumlar için demokrasi saçmadır. Bu problem, demokrasi fikrinin topluma referans olarak sunulması durumunda ortadan kalkacaktır. Koşulsuz hürmet duygusu, aileden yakın çevreye, toplumdan siyasete uzanıyorsa; aileye karşı edinilen koşulsuz hürmetten kaçınma reflekslerinin siyasi lider ya da partilerin hürmet duygusunu sömürme denemelerine karşı bir savunma sistemine dönüşeceğine dikkat çektim. Geçmiş tecrübelere dayanarak kararlar almak üzere evrilen beynin en büyük yardımcınız olacağını ve bireyin beynini tanıması koşuluyla sistemlere ait olmak yerine sistemleri kendisine ait kılacağı bir topluma dönüşmenin yüksek bir ihtimal olduğunu ileri sürdüm.

Artık kendi sisteminize; yani hikâyenize bakmalı ve eksiklerin farkında olmalısınız. Toplumun hikâyesiyle uyuşmayan fikirlerinizi tespit edip analiz etmeli, bu çabaların yol açtığı depresif fikirlerden kurtulmalı ve karşı reçetelerle toplumu etkilemeye başlamalısınız. Siyasi sistemlerin, beyniniz tarafından milyonlarca yıldır kullanılan yöntemler olduğunu kavramalı ve araç olarak kalması gereken bu sistemleri amaç edinmekten kaçınmalısınız. Kişisel eğitiminizin ego ve süperego bölümleri için hayati önem taşıdığını anlamalı ve ihtiyarlar meclisinin doğruca bu bölgeleri esir etmek istediğinin farkına varmalısınız. Bu istek, acıkınca ağlayan bebek davranışı kadar bilinçsiz ve gerekliydi. Ancak bu gereklilik, günümüz koşullarında geçerliliğini yitirmiştir. İhtiyarlar meclisinin dayattığı siyasi sistemlere, geleneklere ve geleceklere mecbur değilsiniz. Çağdaş eğitim sistemleri, çağdaş düşünsel sistemler yaratır. Bu kelebek etkisi sonucunda toplum, çağdaş ve mutlu bireyler üretir. Evrim çağdaşlıktan yanadır. Doğal seçilim milyarlarca yıldır, yalnızca en iyi uyum sağlamış türlerin bugüne gelmesine müsaade etti. Toplumsal evrim de aynı yöntemi kopyalayacak ve çağdaşlıktan yana olmaya devam edecektir. Aksini ispat etmek için şeytanlaştırılan tüm kavramların temeli çürüktür ve kaderi yok olmaktır.

PAYLAŞ
Önceki İçerikŞEYLER
Sonraki İçerikKırtasiye Gezgini / Öğrenci Dostu Faber-Castell
Avatar
1992 İstanbul doğumlu. Gazoz kapağı oynarken “kitleye”, atari oynarken “geleceğe” merak sarmış. Grafik tasarım mezunu olmakla beraber, maddi getiri mesleklerine karşı duyarsız. “Birey varsa kurgu var. Bilim-kurgu varsa gelecek var,” diyor ve hikayesini kendi elleriyle yazıyor...