Dikkat Algılarımızla Oynanıyor!
Algılarımızla oynamanın tarihi ne kadar eskiydi. İlk çağlardan beri süregelen bir olgumuydu. Toplum ve insan var olduğu sürece devam etmemesi yadsınamaz bir durum iken insanlar bunun ne kadar farkındaydı.
Algılarımız üzerindeki birincil etki insan iken ikincil etki çevreydi, arasındaki bağıntı ise sürü mantığıydı. İki insanın olduğu yerde değişim sürecinin başlangıcı esastı. İnsan bir diğer insandan ya da toplumdan ayrı düşünülemezdi. Toplum bilinç ve düşünceydi. İnsanlar arasındaki etkileşim bilinci ve düşünceyi doğrudan etkilemekte algı ve değerlerimizi kontrol altına almaktadır.
Dil, din, ırk, gelenekler, töre, tabu, inançlar, bilim ve sanat ait olduğu toplumun kültürünü değerini oluşturuyor, birey salt insan iken, bulunduğu toplum tarafından kasıtlı kültürleniyor. Toplumların yıkılamayan ve asla değiştirilemeyecek değerleri olsa dahi hızla değişen gelişen dünya bireylerin bilinç ve algılarında yıkımlara sebep oluyor. Toplumu oluşturan insan çarkın dişleri arasında sıkışıp otomatlaşıyor ve farkındalığını yitiriyordu. Bize sunulan şuydu; Ya sıradan bir insan, ya bir çarkın dişleri ya da bir kahraman olursun. Ama sıradan bir insan olsan da, bir çarkın dişleri olup örgütlensen de, kahraman olsan da toplumun kölesi olmaktan öteye gidilemezdi. Toplumda yöneten ve yönetilen bağlantısı söz konu olsa dahi yönetenlerinde yönetenleri olması çıkışı olmayan bir düzene bizleri mahkum ediyor. İçinde bulunduğumuz çağın ne kadar insanları özgürleştirdiğine inanılsa da, bunun büyük güçlerin bir aldatmacası olduğu yadsınamaz. İnsanların beynine ‘özgürsünüz’ ‘eşitsiniz’ kavramları empoze edilirken bağımlılık ve dengesizliklerin üstü kapatılarak bireylerin algılarıyla oynanmaktadır. İnsan gitgide gerçekten uzaklaşmakta gerçeklik olgusunu yitirmektedir.
Tüketim alışkanlıklarının tekellerin çıkarları doğrultusunda hızla değiştirilmesi, bilimin ve teknolojinin kültürü alabora etmesi insanların savrulmalarına neden olmaktadır. Maddi kültürün manevi kültürün önüne geçmesi, insanın manevi değerlerinin içini boşaltmış, duyguları yok eden bir silaha dönüşmüştür. İnsan kendinden uzaklaşmaya başlamış, kendi oto kontrolünü kaybetmiştir. Kontrol artık tekellerin ve sistemin elindedir. İnsanlar artık mankurtlaşmış bir beyne dönüşmüşlerdir. Yukarıda birileri algılarımızla oynarken bizler bundan habersiz birer zombi gibi hareket etmekteyiz. Bu yeniçağ’da teknolojinin insana sunduğu rahatlık ve olanakların insanı özgürleştirdiği savunulsa da birey bu maddelere nesnelere daha bağımlı hale geliyor ve birey kendini gerçekleştirebilme amacından uzaklaşarak kendine ve topluma yabancılaşıyor.
Egemen ideoloji insanları öylesine başarıyla yönlendiriyor ki insanlar düşünsel yetilerini tamamen kaybederek imaj çağının metalarına saldırıyorlar. Dejenerasyon sürecine giren bireyler artık kendilerini imaj çağının dev metalarıyla ifade etmeye çalışıyorlar. Tüketim unsurun bize sunduğu sınırsız maddeler arasında yaşarken bizlerde, yavaş yavaş nesneleşiyoruz. İnsan kendi ve beyni arasındaki bağlantıyı kuramıyor, insan ile kendi benliği arasındaki uçurum derinleşiyor. Ve yanılsama insanı on ikiden vuruyor. Işık hızyla yol alıyor ve kaos yaratıyor. Yanılsamanın kralı ise medya oluyor. Medya toplumu öyle bir etkisi altına alıyor ki Avrupa’dan Amerika’ya Asya’dan Orta Doğu’ya yeni dünyayı yönetiyor. Toplumlar medya aracılığıyla psikolojik çöküntüye uğratılıyor, bireyler bununla savaşamıyor ve kendini bu çemberin içinde buluyor.
Reklamlar, filmler, çizgi filmler, haberler, moda, yarışmalar, diziler ile beyinler yıkanmakta, insanların ihtiyaçları ile hedefleri arasındaki bağlantıyı koparmaktadır. Medya ve reklamlar tüketim çılgınlığına yol açmakta bireyler kendilerini bu tüketim ormanında kaybetmektedirler. Hızla çoğalan bitkiler ve hayvanlar gibi nesnelerde hızla çoğalmaktadır. Hızla çoğalan tüketim maddeleri dünyayı bir çöplüğe çevirmiş, yaşam alanları ve yaşam kaynaklarını elimizden hızla almaya başlamıştır.
Çürüyen Tüketim Kültürü
Tüketim güncel dünyamızın ahlakı haline geldi. Tüketim kültürünü hayatımıza yerleştirerek insani varlığımızın temellerini yok etmekte. Kapitalist sistem ve kürselleşen dünya kültürünü topluma dayatmaktadır.
Egemen ideoloji toplumu ekonomik, siyasi ve kültürel yönden etkisi altına alarak toplumun mantığını ve mekanizmasını hızla değiştirmektedir. Günümüzde hızla gelişen bilim ve teknoloji ile iletişim kanalları üzerinden toplumu yönetiyor ve ideolojik fikirler ve sanat anlayışlarımız tek tipleşiyor. Bu tek tipleşmede toplumu bireysel anlamda gerçek kimliklerini, kendilerine dayatılmış olan var olma savaşı içindeki benliklerinin arkasına gizlemektedir. Ve artık insanlar birey olarak değil, sadece imajlarıyla var olabiliyor ve marka bağımlısı bir tüketim toplumu kaçınılmaz hale geliyor. Bütün dünyada aynı yemek kültürüne sahip aynı kıyafetleri giyen ve aynı markaları hayatlarına yerleştiren toplumsal gruplar yerleştirilmeye çalışılıyor. İnsanlar caddelerde, sokaklarda, alışveriş merkezlerinde kendilerinden geçerek tüketim kültürünün metalarına saldırıyor. Bireyin yaşam standartlarının ve toplumsal düzenin temeli olan ‘ihtiyaç’ kavramı tüketim kültürüyle algılarımızda farklı bir boyut kazanarak sadece fiziksel ihtiyaçlar değil, manevi değerlerimizde kolayca tüketilerek yok ediliyor.
Korkulara Bir Bakış
Korku insanlığın yaşamının oluşumun temel kaynağıydı. Korku insanla var olmuştu. İlkel insanlar güneş doğdu, güneşten korktular ve güneşi Tanrı ilan ettiler. Korku Tanrıları, dinleri, inançları ve tabuları ortaya çıkardı. Tutulmaların ve kuyruklu yıldızların felaketin habercisi olduğuna inandılar, hastalandılar büyücülerden korktular, topraktan mahsul alamadılar şeytandan korktular.
Korku eşittir dünyaydı. Dünyada var olmak, insanın bilinmezlikler arasında yaşaması nerede olduğunu, neden var olduğunu neden öldüğünü sorgulaması ve bunlara cevap bulamaması korkunun en temel sebebiydi.
Dünyada var olmak ve ölümün gerçekliği insanları etkisi altına alıyor, primitif çağlardan günümüze kadar değişerek baş gösteriyordu.
20.yy. da endüstri çağının başlaması ve bilim ve teknik toplumu hızlı bir değişime itmiş insanoğlunu topraktan kopartarak toplumun sosyal yaşamının temelini köklü bir sarsıntıya uğratmıştır. Dünyanın hızla değişmesiyle bilim ve teknoloji insana özgürlük eşitlik gibi sınırsız haklar yenilikler tanısa da insanın korkularının azalmasına ya da neden olmamış tam tersi korkular siluet değiştirerek ve artarak insanları tamamen etkisi altına almış ve korku zindanına hapsetmiştir.
İnsanın toprağından koparak şehirlere göç etmesi insanı bağlı olduğu düzenden kopararak yeni düzenin içinde kaybolmasına neden olmuştur. Yükselen binalara hapis olmuş insanların yaşam alanları kısıtlanmış insanı inandan uzaklaştırarak yabancılaştırmıştır. Bireyler metrekareler arasında sıkışmış yalnızlaşmıştır. İki insan arasında uçurumlar oluşması iletişimi koparmış korkuların değişimi de bu aşamada farklılıklar göstermiştir. İnsan çağımızda artık primitif çağlardaki insanlardan korkularına karşı daha da çıplak hale gelmiştir. Korkular insanı öylesine etkisi haline almıştır ki bireysel ve toplumsal savaşları ortaya çıkarmıştır.
Şu an ki toplumsal düzen iki şey üzerine kurulmuştur: para ve güç. Bireyler başta para ve güce hakim olamayacağı korkusuyla toplumun insana dayattığı kuralları yerine getirmek için çalışmaktadır. Artık bu kontrolsüz bir şekilde ilerlemektedir. Çünkü bireyin hayatını idame ettirebilmesi için birincil şart budur.
Birey daha çocukken toplumsal, ekonomik ve psikolojik dayatmalara maruz kalarak kendini gerçekleştirebilme savaşı vermektedir. Tabi özgürlük ve eşit olabilme savaşının yanı sıra işte korku duygusunun karmaşık bir yapı kazanması da böyle başlamaktadır. Bireyin toplumda bir yere bir statüye sahip olabilme para denen gücü ele geçirebilme, mutlu, huzurlu ve sakin, kötülüklerden uzak durarak yaşayabilme istekleri, bireyde uyarıcı etkisini artırarak, kaygılara, korkulara yol açmakta, bu da beraberinde yok olma, hiçlik duygusu, benliğini yitirme gibi psikolojik çöküntülere sebep olmaktadır. İnsanların bireysel çöküntüleri toplumda toplu psikolojik çöküntüler yol açarak yeni çağ’ın savaşının korkuları kontrol etme üzerine kurulu psikolojik savaş kavramını doğuruyor.
Artık insanlar ve toplumlar üzerindeki tek egemen güç korkudur.
Korktuk, sığındık. Korktuk, kaçtık. Korktuk, savaştık. Korktuk yenildik. Korktuk neyden korktuğumuzu bilmeden korkmaya başladık. Hepimiz Don Kişot gibi korkularımız yüzünden korkusuzca yel değirmenlerine karşı savaştık. Korkusuzluğumuzun temelinde bile korkularımız yatarken bizler toplumsal amaçlarımızdan koparak korkularımızla yaşamayı amaç edinir hale getirildik.
“Korkularımız var çıplak insan etiyle düğümlü. Eğilsek yeryüzüne, doğrulsak gökyüzüne çarpacak yüzümüz.” Mustafa İBAKORKMAZ
Çürüyen Kültür
Bizi ‘Biz’ Sizi ‘Siz’ yapanlar neydi. Benliğimizin temeli ‘diğerleri’ tarafından (benden, senden, ondan) yönlendirilirken İnkâr etmeyelim ki kendi karakterimiz üzerinde güç oluşturamıyoruz. Değişime karşı duramıyor, değişimin bizi bir ip yumağı gibi sarmasına izin veriyoruz. Değişime dur demek yanlıştır zaten ama bu değişim yıkıma sebep oluyorsa karakterimizde, bizi, bütünlüğümüzü bozuyorsa işte o zaman çatlamış kuru topraklara benzeyen karakterler ortaya çıkıyor.
Kapitalist sistemin maşaları medya ve teknoloji insanları popüler kültürün içine itiyor insanları dev cadı kazanlarında hamur gibi yoğuruyorlar. Yoğrulan insanlara kendi istedikleri gibi şekiller vererek tek tip insan modelleri üretiyorlar.
Yükselen değerler ve eğilimler insanın sürüleşmesini hedef alıyor. Sürüleşmek ise insanı insanlıktan çıkarıyor. Kafka’nın Dönüşüm kitabında anlattığı gibi sürüleşen beyinler toplumda bir böcek gibi ezilerek hastalandırılıyor, öldürülüyor ve yok ediliyorlar.
Pamuk fabrikalarında çocukların yirmi saat çalışmalarıyla başlayan kapitalist (endüstriyel) düzen insanı hayvanlaştırıyor, insanı insanlığından uzaklaştırarak, manevi çöküntüye uğratıyor.
İnsanlık en modern aletlerle, en ilkel halini bulmak için son hızla yol alıyor. Düşünce ve eylem efendilerin çizdiği sınırlar içinde kalıyor. Kapitalist sistem insanı ekiyor, biçiyor, paramparça ediyor. Hammaddesini oluşturarak devasa fabrikalarında ince ince işliyor. İşlenen insanlar artık dönüşümü tamamlanmış, düşünmeden, konuşmadan, sormaktan, sorgulamaktan uzaklaşmış, insan oluyor.
Kapitalizmin yaratığı insan tipi, kendisini gerçekleştirebilme yetisinden yoksun, kendisini ve toplumu sorgulamayan bir zavallıdır. Sorgulamadan yaşadığı içinde hayata, bu düzene, en uyum sağlayan bireylerde onlar olmuştur. Çünkü bu bireyler artık farkındalığını yitirmiştir. Onun için gecenin ya da gündüzün, güneşin ya da ayın, siyahın ya da beyazın bir farkı ya da bir anlamı yoktur.
İnsan kendi evriminde geriye doğru gitmekte yitip gitmektedir. Aklının iplerini salmışlardır. Artık ipler kendi ellerinde değildir. Kontrol sende değil kontrol üst güçlerin elindedir.
İnsan büyük bir yanılsamanın içindedir. Burası bir dünya değil artık kapalı bir kutudur. İnsanlar ise içinde kaybolmuştur.
Kapitalizmin oluşturduğu bu yanılsamanın farkına varan yanılsamalara yenilmeyen, onların sahteliğini aklının gözüyle parçalayan, kendi kişiliğini sağlam temeller üzerine kuran insani değerlerini unutmayan korkusuzca direnç gösterip savaşan insanlar bu kutunun bir karton olduğunu anlayacak ve bu karton duvarları yırtarak aşacak ve kendini bulacaktır.
Yazınızdan dolayı sizi tebrik ediyorum, günümüz dünyasına objektif bir pencereden bakarak düşündüren ve sorgulatan bir bakış açısı sunuyorsunuz. yazılarınızın devamın bekliyor, başarılar diliyorum..
Tebrik ederim..Yazilarinizin devamini bekliyoruz.