Annem evde arkadaşıyla otururken bende bahçede küçük kırmızı arabamla oynuyorum. Babamın kırmızı arabasına özenip aldırdım bu arabayı. Ama artık oyunlardan da sıkıldım. Araba sürmek istiyorum, sigara içmek istiyorum babam gibi. Sokakta tek başıma yürürken kimse bakmasın bana istiyorum. Birden ‘ne duruyorum’ diye sordum kendime. Ne duruyorum o zaman. Bu küçük bedenimden büyüyerek ayrılıyorum işte o zaman. Yirmi yaşımda sokaklardayım artık.
Babamın kırmızı arabasını sürmek benim oyuncak arabalardan biraz daha zormuş doğrusu. Cebimde sigaram var, cüzdanımda da ehliyetim. Annemin yaptığı gibi kahveyle içeceğim sigarayı. Sonra bir kahveci görüp çekiyorum arabayı önüne.
Ben umursamaz adımlarımla boş bir masaya doğru ilerlerken bir çift delici bakışlarla karşılaştım. Daha yirmisine yeni basmış güzel bir kız. Kafese kapatılmış yırtıcı bir kuş gibi baktı gözlerime. Yardım istiyordu sanki zindanından kurtarmam için. İçindeki ürkekliği hissettim. Sanki, sanki onu kurtarmamamdan korkuyordu. Yaşanmışlıklarını gördüm, üzüntülerini, hüzünlerini. Kim olsa korkardı yerinde. Hiçbir şeyin önemi kalmamış artık onun için. Güzelliğinin nasıl hırpalanabildiğini görmüş. Oysa ben böyle bir güzelliğe kayıtsız kalamazdım.
Kahvemden bir yudum aldıktan sonra sigaramı çıkardım cebimden. Annemle babamın içtiği marka. Bir an bir eksiklik hissettim. Nasıl yakacaktım ben bu sigarayı? Hiç dikkat etmemiştim sigarayı yakışlarına, hiç hayal etmemiştim sigarayı yakmamı. Bunun için yoktu çakmağım cebimde. Zaten masama küllükte koyulmamış. Kahve mi alıp güzel kızın masasına oturdum. Oturduktan sonra geldi aklıma izin istemem. Kekeledim biraz:
“Şe şey masamda küllük yoktu da…”
Hafiften gülümsedi bana. Tıpkı sahilde yaptığım kumdan kaleyi yıkan dalga gibi gülümsedi. Ben her seferinde yeniden yapardım o kaleyi ve her seferinde o dalga gelip götürürdü askerlerimi. Bir savaştı bu. Yıkılan kulemin yerine yenisini yaptım. Çakmağını sormadan alıp yaktım sigaramı. Yıkılmasın istedim kumdan kulem. Yorulmuştum artık, hem annemde yoktu ortalıkta. Yorulunca kucağına alıp götürürdü beni.
Sigaralarımızı karşılıklı, sessizce içerken babamı duyumsadım benliğimde. Çocukluğunun keyfini çıkar, daha dün çocuktum demişti bir keresinde. Oysa ben daha on dakika önce çocuktum. Şimdi ise yırtıcı bir kuşa gönlümü vermek üzereyim. Belki yavruları gibi alıp besleyecek, ömrünü verecek bana, büyütecek beni. Belki de parçalayıp atacak bir kenara. İşte o zaman bende ‘daha dün çocuktum‘ diyeceğim. Son kelime içime döküldüğümde babam gibi rahatlayacağım. Çünkü ben daha dün çocuktum.
Son nefesimi alıp söndürdüm sigaramı. Güzel kıza ne kadar güzel olduğunu söyleyeceğim şimdi. Garip hissettim kendimi. Bilmediğim bir dünyada bilmediğim bir zamandayım sanki. Hem annemde yok ortalıkta. O ise biliyor her şeyi. Nasıl büyütülür bir kalp biliyor, nasıl hırpalanır bir güzellik biliyor. Birden yine babam geldi aklıma. O an cesaretlendim. Ne çıkardı parçalansa gönlüm ? Daha dün çocuktum ben.
Babamdan aldığım cesaretle ‘çok güzelsin‘ dedim. Geceleri gülümseyen yıldızlardan bile güzel. ‘Yine gülümsedi bana, yine yıkıldı kumdan kulem. Sanki zafer kazanan asker gibi döndü, kaleme bakıp tekrar güldü. Bense yorulmuştum artık. Hem annemde yoktu ortalıkta. Ayağa kalktım, güle güle diyecektim. O benden önce davrandı konuşmak için.
“Dalgaları engelleyemezsin, ama kaleni taştan örebilirsin.”
Arabaya bindim, eve döndüm. Bahçeye girdiğimde beş yaşlarında bir çocuk kırmızı arabasıyla oynuyordu. Başını okşadım. ‘Tadını çıkar’ dedim. ‘Ben daha dün çocuktum.’
Keşke hep cocuk kalsaydık. Ne hoş günlerdi. makale şahane olmuş saolun.