Herkese merhabalar,
Her zaman film izlemeyi sevmişimdir. Boş zamanlarımda iki tane bile izlediğim olmuştur. Korku filmleri hariç her türde film izlemeye böylelikle kendimi geliştirip aynı zamanda bakış açımı genişletmeye çalışırım.
En sevdiğim oyunculardan biri olan; Jennifer Garner’ın filmini gördüğüm zaman sırf onun için izlemek istedim, dram filmi izlemek istememe rağmen. Küçük bir kızın hastalığını konu alan bu filmi izlemeye başladığımda gerçek bir hikayeden alınmış olması ilgimi çekti ve dikkatle izlemeye başladım. Filmin ortalarına gelmeden ise filmin büyüsüne kapılmış, ne olacağını merak eder oldum.
Anna on yaşında çok güzel bir kız. Haftalardır süre gelen kusma şikayetleri ile doktora gider ve bir çeşit sindirememe hastalığı olduğunu öğrenir. Küçücük bir bedende acılar yaşanmaya başlar. Ailesi elinden geleni yapmasına rağmen kızlarının acılarını dindiremez. Ameliyat olur, tüple yaşar, ilaçlar alır ama hiçbir şekilde hastalığına çare bulunamaz. Her geçen gün acısı daha katlanır, karnı şişer ama o hiç yalnız hissetmez. Tanrı’nın onunla olduğunu bilir. Her şey yapıldıktan sonra yıpraran Anna yattığı hastahane tarafından çıkarılır. En büyük ilacının aile olduğu söylenir.
Üç kız kardeş bahçede oynarlarken büyük kız kardeş Anna ile ağaca tırmanır. Ağacın dalı düşer, Anna büsbüyük ağacın gövdesinin boşluğundan düşer. Saatlerce kurtarma çalışmaları sürer. En sonunda çıkarılır ve hemen hastahaneye götürülür. Doktoru çalışma hayatında hiç böyle bir durumun olmadığını söyler: Anna sapasağlamdır, hiçbir kırığı yoktur. O günden sonra Anna’nın karnı iner, eskisinden daha sağlam ve güçlüdür. Doktor da bir şey söyleyemez. Anna düştüğü zaman ruhunun bedeninde çıktığını ve bir kelebeğin ona iyi olacağını söylemiştir. Kimse inanmaz ama gerçek bir şey vardır ki; Anna mucizevi bir şekilde iyileşmiştir. En duygulandığım yerlerden biri de annesinin kilisede söylediği sözler. İşte o sözler;
”Anna hastalandığında neden kendini Tanrı’ya adamış küçük bir kız bunları yaşıyordu? O anda umutsuzluk hissetim, yalnızlık hissettim, dualarıma cevap bulmadığım için kızgındım, inancımı kaybettim. Albert Einstein hayatı yaşamanın iki yolu olduğunu söylemiş. ”Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünmek diğeri de sanki her şey mucizeymişçesine yaşamak”. Hayatımı her şey mucizeymiş gibi yaşamıyordum. Mucizeler her yerde. İyilik, mucizedir. Mucize, bazen garip şekillerde hayatlarımıza girmiş insanlar olarak çıkar. Mucizeler, sevgidir. Mucizeler, Tanrı’dır ve Tanrı affetmektedir.
Neden dünyanın her yerinde çocuklar acı çekerken Anna iyileşti? Bunun cevabını bilmiyorum. Ama yaşadığım onca şeyden sonra farkına vardım ki yalnız değilim ve ne yaşarsanız yaşayın yalnız değilsiniz. Mucize Tanrı’nın burada olduğunu söyleme biçimidir. O burada”
Sadece bu yazıyı okuyunca bile şükretmenin ne kadar önemli olduğunu anlıyor insan. Belki acıyı veya üzüntüyü yaşarken ”Daha kötüsü olabilirdi şükür buna da” diyemiyor insan ama demeli, demek için savaşmalı.
Filmin sonunda dediği gibi; ”Hergünü mucizevi bir günmüş gibi yaşamalı.”
Film: Miracles From Heaven
Yıl: 2016
Tür: Dram