Aşk için günlerce çocuk parkında sabahlamış bir adamın oğluyum ben. Islaklığa tenezzül dahi etmeyen, kuru bir kalbin tohumuyum henüz toprakla buluşmamış. Kuraklık, daha bir fazla denizin ortasında bilakis. Boşver tüm bunları… Yanlıştan çekinmek mutlu adam işi. Oysa mest oluşlarımın izbe sokaklarına rastlamaktır benim kayboluşlarım. Sonra dans edercesine hareketli, susmak bilmiyor sözcükler… Varlığını uzatmak için anlatacak bir şey bulamamaktı belki de dudaklarımın tek korkusu. Yeniden ellerinden bahsetmek geçiyor içimden. Yeniden avuç içlerin kadar büyüktü dünya ve uzun görünmüyordu yıllar çizgilerinde. Birbirlerine senkronize kıvrımlarıyla şüphe var mıydı? Yoksa mükemmeli bulmuş muydu gözlerim teninin kendine özgü hallerinde? Gözlerin mi öğretmişti yıldızlara parlamayı? Ay, böylece atmıştı utangaçlığını üzerinden. Şüphe yoktu… Peki neydi tüm bunları unutturan ufalanmış gülüşlere? Can Kırıkları Sokağı pek bir kalabalık bugünlerde. Üşüdüğüm kaldırımların dumanı tütüyor sıcaktan. İlk kara düşen aşık bir adam, tekrar geçemez buralardan, üşüyemediği halde ısrarla. Ağustos, Eylül…
Aşk için günlerce çocuk parkında sabahlamış bir adamın babasıyım ben. Ekim’e kış düştü velakin. Yaşım sizi aldatmasın, küçük bir çocuktur yüreğim, Güneşe de çarpar gökten gelen kara da. Yüzeyi nemli ceketimin, ucu yırtık cebinde kızımın verdiği mendil,ilk defa işe yarayacaktı gözlerimden akan çamurları silmeye. Kalorifer peteklerinden uzaktayım. Televizyonun karşısında uzanışlarım pek bir umursamaz bugün bana. Ağzımdan dökülecek ne varsa bekliyor dünya, küsmüşçesine suskun… Ayağa kalkmıyor sözcükler. Yakası kalkık ceketimin, kumaşı narin cebinde üç beş kuruş… İlk defa işe yarayacaktı dudaklarımı ıslatmaya. Kuru kalbimden bir tohum bıraktım yeryüzüne, Sonuçta çocuk parklarında kendinden vazgeçmiş adamlarız ikimizde.
Anlamıyorum…
Hâlâ neden sevgiyle,
Ah be!
”Gümmm!” diye atıyor kalbimiz?
Anlayamıyorum…