Bulutların gökyüzünde gezinmeye pek niyetlerinin olmadığı, güneşin ise sıcağa tahammülü olmayanları yıldırmaya ant içtiği güzel bir yaz gününde kadim dostlarımdan Murat ile birlikte Kızılay da çay içilebilen mekanların en makul ve samimi olanlarından birinde oturuyorduk. Yine uzun bir aradan sonra buluşmuş ve biz de hasret gidermeye ant içmiştik. Gülüyorduk, öfkeleniyorduk, çayımız bitiyor hemen yenisini istiyorduk; yenisi gelir gelmez birbirimize sigara uzatıyorduk. Konuşmalarımız “Atina geceleri” havasında geçerdi; dostlarımız ile hep böyleyizdir.
Sıcağın vermiş olduğu basıklık ile biraz hareketlenmek için kalkıp yürüyelim dedik. Kalktık fakat nereye gideceğimiz konusunda bir fikrimiz yoktu. O sırada nereden aklıma geldi bilmiyorum ama “çağdaş sanatlar merkezine” gidebiliriz dedim; belki herhangi bir sergi vardır varsayımı ile. Vardığımızda afişi gördük fakat garip bir afişti bu…daha doğrusu biraz iç karartıcı. Simsiyah bir afiş ve üzerinde sadece “Gidiyoruz” yazıyordu. İçeri girdik merakla; güvenlik görevlisi “ Cenazeye hoş geldiniz. Peçete ve limon kolonyası hemen şurada, ihtiyacınız olursa alabilirsiniz” dedi. Üç kat boyunca yüzlerce resim asılıydı duvarlarda (en azından biz öyle sanmıştık) Yavaş yavaş gezmeye başlamıştık sergiyi ve o anda bunun şaka veya farklı bir yaklaşım olmadığını anlamaya başladık; bu apaçık bir cenaze idi..
Katları çıktıkça cenazenin karanlık atmosferi ciğerimize işledi. Artık son kata gelmiştik bir elimizde peçete diğer elimizde kolonya ile (Aslında üzülmemiştik ve üzülmememiz gerekirdi çünkü zamanımız daha doğrusu imkanımız olsa bu gibi cenazeler olmaz şenlikler olurdu. Çok göze batmayalım diye ellerimizde peçete ve kolonya vardı) İşte tam bu sırada asıl enteresan olanı gördük; katil de cenazedeydi ve kendisi bir doktordu !
Yanına gittik ve sohbete başladık, o devasa boyuttaki müthiş resminin yanında. “ Bu cenazenin sebebi benim ve böyle bir cinayet işlediğim için mutluyum ! Ama ben ve benim gibiler azınlıkta. İşte bu yüzden insanlar belki de dünyanın sonuna kadar burada benim eserim dışındaki zırvaları görmeye mahkum olacaklar” dedi.
Başarılarının devamını dileyerek oradan ayrıldık. Yolda yürürken yeniden biraz öfkeli bir sohbete başladık…
– O tuval neydi öyle ! Adam üzerine sadece yeşil boyayı vurmuş ! Acaba astar attığı esnada ensesinden mi vuruldu ?!
– Belki boyası bitmiştir !
– Yoksa çok derin bir şey anlattı(!) ama biz mi bir şey anlamadık?
– Bence beceriksizin biri tıpkı diğerleri gibi !
– Sen hiç becerikli insanların bir yere gelebildiğini gördün mü? Becerikliler azınlıktır…tıpkı katil doktor gibi
– Haklısın…öfkemizde azınlık oluşumuzdan bunu sende biliyorsun. İmkanımız olsa bu cenazede olmayacaktı.
– Kendini Picasso zannedenlere ne demeli?! Merak ediyorum : demek ki Picasso olmasa bunların hepsi taş yiyecekti ! Ekmek değil de boya yiyorlardı ! Anlayın işte Picasso değilsiniz, olamazsınız ve ömrünüz boyunca olamayacaksınız !
– Bir de şu var. Bu ülkede hiçbir zaman özgün bir sanat olmadı. Ve buna rağmen Türk Çağdaş Sanatını konuşmak ne kadar ironik !
– Boşver… Belki bir gün azınlık olmaktan çıkarız. Nerede çay içelim ? Semih ile Osman da gelir birazdan.