“O bisiklet ya tüm çocuklara alınmalı ya da hiç kimse bisiklete binmemeliydi…”
Karne zamanı bütün çocuklar için hayallerle gerçeklerin savaştığı bir dönem olmuştur bizim gibi arka mahalle çocukları için. Hepimizin hayalleri kırmızı mavi ya da beyaz bisikletlerle süslenirdi. Ama hep karnesi iyi olan çocuklara değil, babasının durumu iyi olanlara alınırdı o bisiklet. Biz ise iyi kalpli arkadaşlarımızın bisikletine binebilmek için kaldırımda tur sırasını bekleyenlerden olduk hep.
Murat bizim yan sınıfta okuyordu. Dersleri pek de iyi sayılmazdı. En azından benim derslerim Murat’ın derslerinden daha iyiydi. Paralı bir futbol okuluna gidiyor, gıcır gıcır spor ayakkabılar giyiyordu. Resim defterini bir birinden güzel renkli boyalarla süslüyor, Tombo marka kalem ucu kullanıyordu. Daha da kötüsü -evet bu durum benim için dünyanın en büyük kötülüğüydü- Yasemin benimle değil Murat’la arkadaşlık kuruyordu.
Ve sonunda okul bitmişti. Karneler dağıtıldığında Murat ağlıyor bense gülüyordum. Onunkinden çok daha iyi bir karnem vardı. Ama o gün Yasemin Murat’ı teselli etmeye çalışıyordu. Benimse başarımı bile kutlamamıştı. Elimde kırmızı kurdaleli karnemle eve gittiğimde ağlamaklı yüzümü gören annem karnemin kötü olduğunu düşünüp “seneye daha çok çalışır düzeltirsin bexga mın üzülme” diyerek teselli etmeye çalıştı. Yazık ki annemin okuma yazması olmadığı için karne bakmasına rağmen tüm derslerimin pekiyi olduğunu anlamadı. Bende açıklama yapma gücünü bulamadım kendimde. Akşam babam annemle konuşmuş olmalı ki karnemi isterken yüzü asıktı babamın. Karneme baktıktan sonra güzü güldü. “E hani zayıfın vardı. Aferin benim aslanıma” diyerek kucakladı beni.
Çocuklara alınan karne hediyeleri tam bir haksızlık olarak kaldı hatırımda. O bisiklet ya tüm çocuklara alınmalı ya da hiç kimse bisiklete binmemeliydi, benim için.
Karnesinde zayıfı olan bir çocuk mahalledeki diğer çocukları başına toplayıp son model bisikletiyle hava atarken, yabancısı olduğum bir dilde okutulan tüm derslerden pekiyi alan ben kavgacı bir serseri olduysam bunun sorumlusu inşaat işçisi babam değildi hiçbir zaman için.
Var olmaya çalışan bir çocuğun yaşadığı bu ikilemin toplumsal savaşlarında sebebi olduğunu çok zaman sonra öğrendim. Neyse…
O gün bisiklet isteyemedim babamdan. İstesem alırdı belki ama bisiklet pahalı bir oyuncak olmalıydı. Babamı para kazanmak için inşaatta üstü başı çamur içinde gördüğüm günden sonra ondan bir şey istemeye gönlüm razı olmadı. Bir kaç gün sonra Murat babasının aldığı son model bisikletini göstermek için çocukları etrafına toplamıştı arka sokakta. Bende gittim tabi ki. Kıpkırmızı bir bisikletti. Simsiyah tekerleklerine daha hiç çamur bulaşmamıştı bile. Çelik jantlarının parıltısı güneş vurdukça gözümü alıyordu. Pezevenk yememiş içmemiş bisikleti alır almaz hava atmak için toplamıştı çocukları başına. Hepimiz hayran hayran bakarken içimizden biri ilk turu isteme cesaretini göstermiş ama Murat, “olmaz olum daha yeni aldım kırarsınız, vermem” diyerek ret etmişti tabi. Diğerleri “hadi be olum bir tur lan” diye ısrar ederken ben “baban sana niye aldı bu bisikleti? Karnen iyi değildi ki senin” diye yaktım içimin patlamak için yer arayan büyük öfkesini.
Murat “sana ne lan piç” diye çıkışınca artık içimde anlam arayan şiddet ateşi meşru bir zemin kazanmış oldu. “Ne küfrediyon lan! Sensin piç” diyerek ittim Murat’ı. Murat bisikletle birlikte yere düşünce bisikleti olmayan diğer çocuklarda beni gaza getirmek için tezahüratlarıyla el çırpmaya başladılar. Evet, artık bisikleti olmayan tüm çocukların desteğini arkama almıştım. İçime gittikçe büyüyen bir coşku doğmuştu. Ve bisikleti olmayan tüm o çocuklar için bir kez daha atladım henüz yerden kalkamayan Murat’ın üzerine. Biz yerde boğuşurken bisiklet çamura düşmüştü. Sonunda kavgayı gören bizden büyük diğer çocuklar araya girip bizi ayırınca yerden kalkan Murat bir fırsatını bulup bisikletin ön tekeriyle göğsüme vurup evine kaçtı. Biz de abisine yakalanmamak için kendi sokağımıza kaçtık. Göğsümde kocaman yeni alınmış bir bisiklet tekeri iziyle evin önüne geldim soluk soluğa. Arkamı döndüğümde tek başıma olduğumu gördüm. Biraz önce Murat’ı dövmem için beni gaza getiren benim gibi bisikleti olmayan diğer çocukların hiç biri yoktu yanımda. Murat’ın abisinden korktukları için evlerine kaçmışlardı. Tişörtümün yırtığından ve üzerimdeki tekerlek izinden kavga ettiğim belli oluyordu. Bu yüzden eve girmeye cesaret edemedim. Biraz sonra Murat, bisikleti ve abisi çıkageldi. Murat’ın abisi Murat’a bakıp “bu mu” gibisinden bir şeyler söyleyerek beni işaret etti. O gün orda çok tatlı bir dayak yedim. Suratıma inen tokatların bir bedel olduğunu bilmiyordum ve orda beni yalnız bırakıp kaçan diğer çocukların bu davranışlarını büyüdüklerinde de tekrar edeceklerini de bilmiyordum. Acı duyuyordum ama pişman değildim, Çünkü haklıydım.
Artık eve dönmek zorundaydım. Hissettiğim gurur yüzüme yansımıştı. Babama durumu anlatınca beni haklı bulacaktı. Hatta belki o da gidip Murat’ın babasıyla kavga edecekti. O halde eve girdim. Babam evdeydi. Beni o halde görünce ne olduğunu anlatmama izin bile vermeden bir tokatta ondan yedim. İşte bu çok acımıştı.
Hayatımın ilk haklı kavgası ilk bedeli ve ilk acı tokadıydı.