Alelacele kalktı Bekir yine o sabah yatağından. Yastığının ıslaklığına uyandığı günlerden biriydi. Gece yatarken sürekli terliyor ve bu O’nu bazı geceleri çekilmez derecede rahatsız ediyordu. Sürekli doktora gitmesi gerektiğini söylüyordu küçük kız kardeşi. Ama O buna ayıracak pek vakit olmadığını düşünüyordu. Henüz 15 yaşındaydı Bekir. Kardeşi ilk okula gidiyordu. Ve bu yıl akşamcıydı ufak kız. Onu uyandırmamalıydı. O yüzden olabildiğince sessiz ve aceleyle çıkmalıydı evden. Parmaklarının uçlarında koşarken o koridordaki tek kapılı , üst komşunun bile sesini duyup rahatsız olduğu buzdolabına çarpmamak için kapı pervazına tutunarak dönüyordu kapıya doğru. Hemen buzdolabının koridora sunduğu mecburi aralıktan banyoya yöneliyor ve yüzüne iki su çarpıp , aynı ustalık ve sessizlikle odaya dönüyor ve ne bulursa üstüne geçiriyordu Bekir. Zaten bulacağı şeylerde belliydi. Çok bi alternatifi yoktu nede olsa. Sokak kapısından çıkmasıyla , saate bakması bir olurdu Beki’in. Yine; geç kalacam korkusuyla 3 er 5 er çıkmaya başladı merdivenleri. Apartmanın kapıcı dairelerinin güne merdiven çıkmayla başlatan zorluğu. Apartmandan hızlıca çıkıp her zamanki gibi , apartmanın dışarı merdiveninin dibinde yatan, o pek sevmediği yahut alışamadığı , şarap kokan adamın üstünden atlayarak koşmaya başladı. Yokuş aşağı koşarken soldan 2. dönemeçten savrulmadan dönüp, yine sol tarafta kalan 3. bina Begonya Apartmanının altında kalan, yılların esnafı Rıza amcadan suyunu aldı. Ahh Rıza amca. Ne çok çekiyordu Bekir in nazını. Bekir her gün suyunu buradan alır,para ödemez,ay sonunda da para ödemek için gittiğinde 3_5 su parası alırdı Rıza amca. Hep aynı kavga.
- Verdin ya, hatırlamıyor musun evladım. Fazla para aldırıp ahretimi yakma benim der durur Rıza amca.
Bekir bakıyor olmuyor sonra ne yapsın, Rıza amcanın küçük torununu İsmail’ i internete götürüyor du hep bu kavganın sonunda. Küçük İsmail de bu duruma hem mutlu hem de korkarak razı oluyor, Bekir’ i de “Ama abi sakın dedeme söyleme,biliyorsun çok kızar” diye tembihliyordu.
Normalde 30-35 dakikalık bir maraton mesafesiydi Bekir’in evi ile işi arası. Her gün böyle koşmazdı tabi, ama dün akşam hasta annesi yine ağlama krizine girmiş onu teskinle uğraşmıştı. O yüzden sabaha karşı oturmak zorunda kalmış en sonunda yorgun düşen annesinin uykuya dalmasını fırsat bilip o da küçük kız kardeşiyle paylaştığı odasına geçebilmiş, yatar yatmazda uykuya dalması bir olmuştu.
Hızlı koşmalar yerini ara ara hızlı yürümelere bırakıyor, arada cebinden babasından kalma mendili çıkartıp yüzündeki teri siliyordu Bekir. Babası mahallelinin çok sevdiği Hakkı abiydi. Hakkı genç yaşta Bekir’in annesiyle severek, hatta O’nu kaçırarak evlenmiş, yük gemilerinde çalışan mert bir adamdı. Bekir babasını çok severdi. O’nun için hiç kötü düşünmedi. Onlarca şey söylenmesine rağmen. Evet onlarca şey söyleniyordu Hakkı için . Yine bir gün iş icabı yük gemisiyle gittiği ülkede başka bir kadın bulup başka bir hayat kurduğundan falan bahsediyorlardı. Hakkı hep uzun soluklu giderdi. 8 ay 13-14 ay gelmediği olurdu Hakkı’nın. Hatta bir keresinde 2.5 yıl hiç görmemişti babasını Bekir. Ama hep dönerdi. Hediyelerle geri gelir uzun bir süre işe gitmez sonra yine giderdi. Babasıyla O işe gitmediği zamanlarda ki geçirdiği vakitler Bekir için her şeye değerdi. Ama bu sefer gelmedi. Tam 5 yıl oldu ama hala gelmedi. Yinede Bekir bir gün gelecek ümidini hiç yitirmedi.
Mendili geri cebine sokup koşmaya devam etti. İş yeri uzaktan görünmeye başlayınca saatine baktı ve yavaşladı. Yetişeceğini anladı. Saat 7:05. 7:30 a daha çok vardı. Fazla hızlı koşmuş olmalıydı. Atatürk Spor salonunu geçince hemen 19 Mayıs stadının yanında ki duvarda biraz oturup dinlendi. Rıza amcadan aldığı suyu çıkarttı ve biraz yudumladı. Ayağa kalktı ve Gar ın yolunu tuttu.
Ankara Tren Garı’nda ki o eski büfenin önünde ayakkabı boyuyordu Bekir. Mesai saati başlamadan hep işte olur, akşamda saat sekiz gibi sandığını büfedeki Asım amcaya teslim eder eve dönerdi.
– Selamunaleyküm Asım amca.
– Aleykümselam Bekir. Hoş geldin. Lan şu işi bide bizim çırağa öğret. Her gün aynı saatte nasıl gelinir işe bi öğretemedim zibidiye. Şuna bak saat kaç oldu, daha gelecek velet.
– Sabah sabah yine söylendiğine göre iyisin demek Asım amca, maşallah.
– Zevzeklik etme, al sandığını hadi işine bak.
– Tamam tamam kızma, …. Bismillah ….
Yoğun bir gün oluyordu. Bereketliydi. Öğlen saati yaklaştıkça Bekir’in gözü o gizemli adamı arıyordu. İşin açıkçası ne zaman gelir diye pek endişelenmiyordu. Çünkü bu adam hep aynı saatte 2. Perona gelip, sol taraftaki merdivenlerin karşısındaki sıraya oturuyordu. Gelir gelmez bir not defteri çıkartır, bir şeyler yazar, sonra biraz gazete okur,saatine bakar dururdu sürekli. Hah işte geldi. Tam saatinde.
– Asım amca! Geldi bizimki!
– Hah.Senden bana fayda yok. Olmadı bizim çırağı bu adamın yanına yollayacağım nasıl tam saatinde gelinir diye.
– Aman be Asım amca.
Peronda bekleyen adam yazmaya başlamıştı bile…
***
Ve yine geldim. Bekliyorum. Söz verdiğim gibi. Ama az daha gelemiyordum. O saçma Ankara trafiği yüzünden hep. Bir yol kapanınca her yol kapanır mı bir şehirde. Neyse geldim işte. Hava biraz soğuk yine Ankara’ da. Üşümek de demeyelim de biraz serinceyim. Gerçi sana kalsa donarsın. E tabi sen sıcak iklim seversin. Bilmez miyim. Ama soğuk iyidir. Beni dinç kılıyor. Biliyorsun seviyorum soğuğu. Kafam ve vücudum dinç kalıyor ya iyi ki bu soğuk var diyorum. Şuna bak kat kat giyinmişler . Ne kadar komik geliyor bazen bu bana. Herkes robot gibi. Sence de öyle değil mi. Gerçi pardon sen sıcağı seversin. Evet sen sıcağı seversin. Beklide o yüzden gelmeyişlerin. Beklide benden daha çok seversin. Şuan trenin İzmir den Eskişehir e kadar gelmiş hatta oradan da çoktan çıkmış olmalı. Uyanmışsındır artık. Trenin vagon aralarında gezip sigara için akşamdan beri kim bilir kaç tur atmışsındır. Ve kim bilir kaçıncı sigarandır. Bense yine akşam biraz geç uyudum. Televizyona baktım biraz. Sonra kitap okudum. Biliyor musun sana ne hikayeler biriktirdim. Yok yok merak etme anlatmadım kimseye , anlatma dedin ya o yüzden kimseye anlatmıyor,hepsini sana biriktiriyorum. Bazılarına çok kızacak sonunda hiç ummadığın bir hikaye duyacaksın. Hele bir gel de. Üşüdüm oturunca üşüyor adam. Biraz gazete okumalıyım sanırım. Haberlere kızıp ısınırım belki ha ne dersin.
***
Bekir bu gizemli adamı babasına benzetiyordu. Onun gibi biraz uzunca temiz giyimli ve parlak ayakkabılıydı. Yapılı olmayan ama kalıplı bir vücudu vardı. Tabi şimdi mevsim kıştı ama yıllardır bu adam buraya gelir İzmir Mavi Tenini bekler, tren geldikten birkaç dakika sonra giderdi. Birini bekliyor ama kimi. Buraların bekleyenleri bitmez. Vuslatları bitmez. Her kavuşmalar , iki adım yanında ki ayrılıklara şahitlik eder. Ve her ayrılmalar bir bekleyişlere gebe diye düşünürken Asım amca seslendi Bekir’e;
– Bekir ! Öğle yemeğini getirdin mi.
– Yok Asım amca, acele çıktım evden.
– Köftehor! Gene benim menemene güvendin demi.
– Büyüksün amcaların kralı.
– Tamam tamam! “ Oğlum yumurtayı fazla at bugün. Bekir de yiyecek.”
Bu adamla ortak bir yanı vardı Bekir’in. Bekleyişler. Evet, beklemesini seviyordu adamın. Sadakatini, ümidini. Kendini ve annesini görüyordu beklide bu adamda. Onlarda hep babalarını beklemişlerdi. Ve hala bekliyorlardı. Ah o ufak kız kardeşi. Doğru dürüst görmemişti bile babasını. Ama o bile bekliyordu. Tıpkı bu adam gibi.
Ve peronda bekleyen adam gazeteyi okumayı bitirmişti o sırada…
****
Her şey aynı yine haberlerde. Herkes birbirini yiyor. Ve Beşiktaşımız sanırım yine şampiyon. Seninle aynı takımlı olmak güzel. Sanırım gelmek üzeresindir. Saat 11:00 e geliyor. Hala üşüyorum. Düşünüyorum da; ya yine gelmezsen. Daha ne kadar bekleyeceğim konusunda beni deniyorsan yanılacaksın. Ben hep bekleyeceğim. Zaten de hep bekledim. Yıllar öncede bekledim, şimdide. Benim kaderim bu olabilir mi, nasıl olur da hep böyle aynı olur, “Allah’ım bu nasıl sınav, hep birilerini mi bekleyeceğim ben!” diye kafayı yediğim geceleri hatırlıyorum da çok zordu. Aslında hala zor. Dur bir saniye susadım su içmeliyim. Rıza amcanın suyunun tadı yok artık sularda biliyor musun. Neyse….Evet tren göründü. Umarım valizlerin ağır değildir.
****
– Hah trende geliyor zaten Asım amca bekle adam gitsin de öyle yiyelim.
– Yahu sıkılmadın mı şu adamı takip etmekten Bekir. Hadi gel oğlum soğutma.
– Geliyorum bekleyin beni.
Acaba bu sefer gelecek mi ! Diye düşünürken adam Bekir de merakla adamı gözden kaybetmemeye çalışıyordu. Adam ayağa kalkmıştı. Perona giren treni elleri pardesüsünün cebinde dikkatlice izliyordu. Tren durdu. İçinden inenler, kucaklaşanlar, büyüklerinin ellerinden öpüp hemen valize atılanlar. Kimileri de yalnız , aceleci. Adam bi o tarafa bi bu tarafa, kalabalıktan uzak ama kalabalığa hakim bir edayla yürüyüp duruyordu. Arıyordu ve bulamıyordu.
Bekir üzgün bir tavırla adama gidip sarılmak, kendinin de ne denli beklediğini ağlayarak anlatmak istiyordu. Her gün. Hasta annesini. Babasızlığı. Kardeşine ve annesine bakmak zorunda olmanın babasını beklemesinin önüne geçmesini. O etrafın laflarını. Bu laflardan uzaklaşmak için annesini alıp Ankaralara gelişini. 15 yaşında 35 yaşındaymış gibi olmanın zorunluluğunu. Ve her şeye rağmen beklemeyi ve ümidi. Neyse dedi. Ellerini beze sildi. Tam esnada Asım amca seslendi.
– Bekir hadi lan. Bu velet bitirecek yoksa.
Ankara Tren Garı’nda, 2. Peronda ; Kalem soğuk, defter soğuk , ve hava hüzünlü bir hava…
****
Evet yine yoksun. Yine gelmedin. Sözünde bir gün daha durmadın. Hava soğuk. Serinlik yerini soğuğa bıraktı bende. Üşüyorum. Daha çok üşüyorum. Karşımda, Hemen iki peron önümde duran büfeyi izliyorum şimdi. O büfenin yanındaki ayakkabı sandığımı, rahmetli Asım amcamı hatırlıyorum. Heyt be Asım amca. Hani bir gün beraber gelip de menemenini yemiştik, şu sürekli şikayet ettiği vefakar çırağının elinden hatırlıyor musun. Ne beğenmiştin. Seni de o menemeni de özledim. Ama yine gelmedin. Yıllarca o sandıkta insanların ayakkabılarını boyarken aslında babamı beklediğimi biliyordum. Ondanda ümidimi kesmemiştim. Hatırlıyor musun seninle Kızılay da otururken babannem aramıştı da baban geldi demişti. İlk trenle İstanbul’a yolcu etmiştin buradan beni. Yıllar sonra benim seni yolladığım gibi. İstanbul da babamın cenazesiyle karşılaşacağımı bilsem inan hiç gitmezdim. Beklemeye devam ederdim. Çünkü beklemeler güzel. Beni ben yapıyor. Hayata tutunuyorum. Her ne kadar doktorum bu hayata tutunuşlarımın ilaçların faydalı etkisi olduğunu söylese de ben öyle düşünmüyorum. O küçük Bekir in terk edilişleri belki de bugünkü Bekir i ayakta tutan şey. Belki de ümittir beni yaşatan. Belki de o şehre okumaya gidip bir daha gelmemen hep bundan. Geleceğim diyip gelmeyişlerin. Ve yine gelmedin. Kim bilir belki yarın gelirsin. Gitmem gerek. Gitmem gerek.
Söyleyecek çok bir şey yok. Enfes bir anlatım. Kaleminize sağlık.
teşekkürler.