“Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor…”
En büyük eseri olan mesneviye ayrılıktan bahsederek başlamıştır Mevlana… Yurdundan koparılıp uzaklarda hasret çekmekte olan bir neyin hikayesiyle başlamıştır. İnsana ne kadar da çok benzediğine dikkat çekmiştir. İkisi de yurdundan ayrı düşmenin derdiyle inleyip durmaktadır. Kavuşmayı beklemektedir. Kavuştuğum gün, düğün günümdür demektedir. Kavuştuğum gün Şeb-i Arus’tur…
Son zamanlarında söylediği bir gazalinde:
‘’Öldüğüm gün, tabutumu omuzlar üzerinde gördüğün zaman, bende bu cihanın derdi var sanma… Bana ağlama, yazık yazık, vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersen vah vah’ın sırası o zamandır, yazık yazık o zaman denir… Cenazemi gördüğün zaman ayrılık ayrılık deme, benim buluşmam, görüşmem o zamandır. Beni mezara koydukları zaman elveda elveda deme… Mezar cennet kapısının perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneş ile aya batmaktan ne ziyan gelir. Sana batma görünür ama, o aslında doğmaya hazırlıktır, yeniden doğmadır. Mezar ise hapishane gibi görünür ama, aslında can’ın hapisten kurtuluşudur. Yere hangi tohum atıldı da bitmedi. Neden insan tohumuna gelince bitmeyecek zannına düşüyorsun. Hangi kova kuyuya salındı da dolu olarak çıkmadı. Can Yusuf’u kuyuya düşünce niye ağlasın. Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç… Çünkü artık hayhuydan uzak, mekansızlık alemindesin‘’ diyordu.
Bu ‘’vuslat’’ zevki içinde Mevlana, ölüm gününü bir gam, bir üzüntü günü olarak değil, bir zevk ve neşe günü olarak kabul ediyordu.
Şeb-i Arus, Mevlânâ’nın böyle gördüğü ve yaşadığı ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabirdir. Ayrılık değil bir kavuşmadır Şeb-i Arus… Özlem duyulan sevgiliye giden yoldur… Fedakârlıkla başlayıp, ölüm boyunca devam eden, öbür âleme kavuşmakla tamamlanan bir yoldur…
Ölüme başka bir bakış açısı getirmiştir Mevlana. Korkulacak bir şey olarak görmez aksine Kur’an-ı Kerim’de geçen “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz” ayetindeki ‘’döndürülme’’ müjdesi ile bekler ölümü…
Hak âşıklarının hayatı ölümdedir. Mevlana “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, arif kişilerin gönlündedir bizim mezarımız. Burada ölüm olarak tezahür ediyorsa da orada doğumdur” der. Bir başka hak aşığı Hallac-ı Mansur’da aynı farkındalıkla seslenir kendisini idam etmek üzere olanlara: “Ey fedakar dostlar beni öldürün, çünkü benim hayatım ölümümdedir, Benim ölümüm yaşamaktır, hayatım ölmek’’…
Mevlana vasiyetinde: Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır demiştir. Sevgiliye vuslatının 740. Yılında Mevlana duyduğu aşk ve yaşadığı özlemle yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir. Aynı aşkın bizi hamlıktan kurtararak yakıp pişirmesi dileği ile…