Andrei Tarkovsky, o sadece bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar film üreten bir yönetmenden öte filmlerinde hakikatin peşinden giden bir düşünce insanıydı. Kendine özgü sinema diliyle dünya sinemasında yeni bir çığır açan Tarkovsky’i anlamak ise hiçte kolay değildi. Ve ölümünün 31’inci yılında da onu anlamak bunca bilimsel, düşünsel gelişmeye rağmen kolay olmadı.
Yıllarca sineması tartışıladurdu ve sineması tanımlama anlama çabasına girildi. “Sinemanın büyük şaiiri ve ya büyük ustası” denildi ama belki de çok az insan onun düşünce dünyasında çizdiği hakikat yolculuğuna çıkabildi.
Tarkovsky anlamak düşüncesini anlamaktı
Tarkovsky’i anlamak için sadece sineması hiçbir zaman yeterli bir veri olmadı. Tarkovsky anlamak aslında düşüncesini anlamaktı.
Tarkovsky bir hakikat arayışcısıydı ve bunu her eserinde iliklerine kadar hissettiriyordu. İnsanın ruhsal bir varlık olduğuna inanan Tarkovsky, bu ruhsallığı anlatmak için adeta kendini sinemaya adayarak imgelerle ruhsallığa dikkat çeker. “Mühürlenmiş Zamanlar” adlı kitabında bu yüzden “imge hakikatin suretidir” der. Kimilerine göre Tarkovsky, filmlerinde tanrının varlığını betimleme gayretinde olduğunu söylese de Tarkovsky daha çok insanın ruhsallığına dikkat çekerek bir hakikatın peşinden girmiştir.
Sanat bir yakarıştır
“Sanat bir yakarıştır” diyen Tarkovsky, insanın sanat aracılığı ile hakikati dile getirebileceğini söylemiştir. Tarkovsky, duygudan, hakikatten kopuk hiç bir şeyin sanat ile bağdaşmayacağını ifade ederek bir yönetmenin uğraşısının da yararatma eylemi olduğuna dikkat çeker. Bu yaratma eylemi de Tarkovsky, filmlerinde hem görünür olanı sunar hem de mağara allegorisine benzer gerçeğin suretlerini sunar. Tarkovsky’nin asıl derdi de bu olmuştur, çünkü anlatmak istediğini bu imgelerle ifade eder. Bu ikisinin bileşkesiyle de bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk ise hakikate yolculuktur.
Bu yolculuk kimilerine göre sonuçsuz iken kimilerine göre ise bir kurtuluş reçetesidir.
Bu yolculuk her zaman gerçeği temsil eder. Bu yüzden filmleri siyah-beyazla başlar. Ona göre, siyah-beyaz sinema daha gerçekçi renkli sinema ise bu gerçekliğe ulaşmamıştır. Filmlerindeki bu dualistlik ise asıl derdinin görünen ve görünebileni anlamlamdırmak olduğunu görüyoruz.
İlk yolculuk
1962 yılında yayınladığı ilk uzun metrajlı filminde kendisini nasıl ifade edeceğini bilmeyen, kendi dilini hala bulamamış bir çocuğum yolculuğu ile başlar. Tarkovsky’nin hakikat peşindeki ilk yolculuğudur bu. Ve bir söyleşinde bu ilk yolculuğu zayıf bulduğunu söyler.
Ruhsallığın somut ifadesi sanat
1969 yılında yayınladığı Andrei Rublev filminde ise daha mücedeleci bir karekter ile karşılaşıyoruz. Rublev’in ruhsallığıyla, teolojisiyle verdiği mücadelesi sonucu hakikati sanatında bulduğuna tanık oluyoruz. Yine idealizm ve meteryalizm düalizmi ile karşı karşıyayız.
Kurtuluş kendi utancımızda
1972 yılındaki bilim kurgu filmi Solaris ile duygusal krizlere yenik düşen başarısızlıkla sonuçlanan bir uzak deneyimini ele alır. “Bilimin ahlakı olmalı mı” tartışmalarına da ışık tutacak nitelikte olan Solaris filmi, insanlığın kurtuluşuna da dikkat çeker. Ve bu kurtuluşun kendi utancımızda olduğunu söyler. Solaris’e gönderilen psikolog Kriz Kelvin, özündr hakikatin çözmenin peşindedir. Ve bu hakikat ise “gerçek ? Gözle görünen mi? Yoksa düşünülen mi? sorusudur.
En büyük mücadele insanın kendisi ile olan mücadelesidir
Şiirsel sinema dilinin doruk noktası olarak kabul edilen 1975 yapımı Ayna (Zerkalo) da hakikat arayışınım en belirgin olduğu filmlerden biri. Aslında film, Tarkovsky’nin kendi kişisel arayışına ayna tutarak o aynaya yansıttığı “görüntülerin, anların” şiirsel anlatımıdır. Belki de en büyük hakikat Tarkovsky’nin dediği gibi “En büyük mücadele insanın kendisi ile olan mücadelesidir.”
Hakikatin veciheleri
1976 yılında yayınlanan Stalker (iz sürücü) de tarif edilen bölge ise hakikatin kendisiydi. Bölge, arzuların tatmin edileceği yerleri temsil ederken insanın hakikat arayışını dışavurur. Ve hakikati 3 farklı insanda görünür kılar. Akıl, iman ve sanat…
Nostalji(1983), Kurban(1986) filmlerinde de bu yolculuk devam eder. Ve bu yolculuk hiç bir zaman da gitmeyecektir. Çünkü hakikatten kopuş, akıldan kopuştur, imandan ve sanattan kopuştur. Bu kopuş ise ölümdür…