İstanbul’da, Boğaziçi’nde bir garip Orhan Veli tanıdık, tarifsiz kederler içerisinde. Birçoğumuz için şiiri sevdiren isim oldu. Kafiyeden, aruzdan, ölçüden uzak, özgür şiirleri vardı, herkes anlasın dercesine. Sade dili, duru anlatımı ve doğallığı şiirin böyle bir yüzü de varmış dedirtti bizlere. Yakın dostları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile başlattığı Garip direnişinde, galip olmayı başardı. Döneminin hem eleştirilen hem de alkışlanan şairlerinden biri oldu, ancak ölümünün ardından 65 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugünün insanları kendisinden vazgeçmedi.
İstanbul’da doğan, sadece 36 yıllık yaşamına dünyaları sığdıran Orhan Veli; Galatasaray Lisesi’nde eğitim gördü. Bu süreçte 13 yaşındayken yol arkadaşı Oktay Rıfat’la ve 16 yaşındayken de Melih Cevdet’le tanıştı. Onlarla birlikte Garip akımının temsilcisi ve büyük bir kafiye düşmanı olmasına rağmen, Aşiyan’da bulunan mezar taşına şöyle yazıldı:
“Orhan Veli & 1914-1950″
Yazık Oldu Süleyman Efendi’ye…
Hayattan beslenen ve yaşadığı her şeyi şiire yansıtabilen bir şair oldu. Öyle ki, Süleyman Efendi’nin nasırı bile şiirlerinde yer alabildi.
“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar…”
Şiirlerini kaleme aldığı dönemde ağır eleştiriler altında kaldı Orhan Veli. Eleştirildiği şiirlerinden biri de bu oldu. Şiirlerde romantik bir ruh arayan şairler, Veli’nin nasırlı şiirini banel buldular ve edebi değer taşımadığını iddia ettiler.
Orhan Veli okumak, gökyüzünü maviye boyamaktır…
Orhan Veli okumak, aşık olmak istemektir. Yeniden sevmek, hem de öyle böyle değil, büyük bir coşkuyla sevmek istemektir. Güzel havaların tadını çıkarmaktır, sonra mırıldanmaktır, ‘Beni bu güzel havalar mahvetti’ şiirini. Ebemkuşağı renginde hayaller kurmaktır ve fark etmektir avareliğin en güzel yanını. Sonra ömründe hiç görmeyecek olsa bile Rumeli Hisarı’na karşı aşk acısı çekmektir, hisarın karşısındaki bakkaliyeden içecek bir şeyler alıp, karşı kıyıdan gelen sevgilinin heyecanını yaşamaktır. Gözleri kapatıp İstanbul’u dinlemek istemektir, giden geminin ardından şiirler dokumaktır. Orhan Veli okumak, o meşhur Dalgacı Mahmut’a eşlik edip gökyüzünü maviye boyamaktır…
36 yıllık kısacık ömrüne, birbirinden lezzetli şiirler sığdırmış ve onlarla dolu sandığını, bizlere bırakmış Orhan Veli. Bugün adım attığımız her yerde, hissettiğimiz her duyguda ondan bir şeyler bulabiliyoruz. Bursa’ya yolumuz düştüğünde, hangi birimiz hatırlamıyoruz, Orhan Veli’nin “Gemlik’e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma”, dizelerini? Ve de bir iş çıkışı, bizi evimize götüren yol, yokuş yukarıysa, dökülmüyor mü dudaklarımızdan bu dizeler?
“Öteki dünyada akşam vakitleri
Fabrikamızın paydos saatinde
Bizi evlerimize götürecek olan yol
Böyle yokuş değilse eğer
Ölüm hiç de fena bir şey değil.“
Ölüm fena bir şey değildi, ama ölümün fena hali Veli’nin başında geldi. 10 Kasım haftasında Ankara’ya giden Orhan Veli, belediyenin açtığı çukura düştü ve beyin sarsıntısı geçirdi. 4 gün sonrasında İstanbul’a dönmüş ve bir arkadaşını evinde ziyaret ediyorken, başında oluşan şiddetli ağrı ölümün sinyallerini verdi. Palaspandıras hastaneye kaldırılan şair, beyin kanaması geçiriyor olmasına rağmen, alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi altına alındı. Beyninde çatlayan damar, çok sonra fark edildi ve ünlü şair 14 Kasım 1950’de, henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetti.
Kimselere benzemiyordu Orhan Veli. Herkesten çok başkaydı. Kendi hayal dünyasında yaşıyor, hep birkaç basamak yukarıda duruyordu. Bu kadar yüksekte olan birinin, aklı da alçakta olamazdı elbette. Ne umurunda olurdu, belediye çukurları onun, masmavi gökyüzü varken. Tek derdi boyamaktı gökyüzünü, hepimiz uykudayken…
Güzel olmuş
“Bizi evlerimize götürecek olan yol
Böyle yokuş değilse eğer
Ölüm hiç de fena bir şey değil.“ orhan veli bir mucize. yüreğinize ve kaleminize saygıyla.