Bir Deli Neden Haykırır?

0
110
Bir Deli Neden Haykırır ?

Usta yönetmen Anderi Tarkovsyk’nin 1983 yılında çektiği Nostalgia filmi, varoluş sancısının en net irdelendiği filmlerinden biridir.  Metafiziğe yakın düşünceleri ile bilenen Tarkovsky’nin Nostolgia filmi, bir özlemin en saf anlatış hali iken bu özlem içerisinde iki karekterin toplumsal varoluş hikayelerini de gözlemliyoruz. Filmin daha ilk sekansında özlemi sisler içerisinde belirsizleşen insanların suretleri ile iliklerimize kadar hissediyoruz. Tarkovsky, film boyunca belki daha özele inerek kendi özlemini anlatmaya çalışsa da asıl merak konusu da filmin ilk sahnesinde sorduğu can alıcı sorudur: “Birbirimizi nasıl tanıyacağız”

Bu soru aslında varoluşunda temel sorularından biridir. Kendimizi nasıl tanıyacağız. Kendimizden yola çıkarak birbirimizi nasıl tanıyacağız. Bu temelde Tarkovsky’nin varoluşsal yolculuğuna hakikat arayışı ile eşlik eden ise Domenico’dur. İnanç ve çılgınlık arasında bir yerde duran Domenico’nun film sonunda bize haykırışı adeta Tarkovsky sinemasının bir manifestosu gibidir.

Ganchorav görünen ise Domenico da suretidir

Aslında hikaye Tarkovsky’nin kendi hikayesidir. Ganchorav bir şairdi. Tıpkı Tarkovsky’nin babası Arseni Tarkovsky gibi. Ganchorav’un vatansızlık sancısı onu Domenico’nunn varoluş sancısı ile buluşturuyordu. Ganchorov, ne aradığını bilmeyeni ailesini terk edip İtalya’ya gelen bir şair iken Domenico’da Ganchorav’un ta kendisiydi. Bu yüzden Domenico’yu anlamak Tarkovsky’i anlamaktı. Tarkovsky sineması bize öğretti ki; her zaman görünen önemli olan suretidir, imgesidir. Ve o bize gerçeği verir. Bu yüzden Ganchorav görünen ise Domenico da suretidir.

İnsanlık 4 bin yıllık yaşamında hiçbir şey öğrenmedi

Domenico’nun varoluş sancısı ile başlayan Domenico, hurdaya çıkmış bisikletin üstünde pedal çeviren sahnesi varoluşsal sancı için başlangıç için iyi bir ipucu niteliğindedir. Domenico, Bisikletin gitmeyeceğini bile bile pedalı çevirdiğini görürüz. Çünkü hiçbir şeyin değişmeyeceğinin inancında ve bunun için harcanın çabanın da boşa olduğunu bize anlatmaya çalışır. Tıpkı Takovsky’nin bir söyleşinde söylediği gibi; “İnsanlık 4 bin yıllık yaşamında hiçbir şey öğrenmedi. Sanatla da öğrenmeyecek”

“1+1=1”

Domenico aynı zamanda pozitivist ve rasyonel akla da bir eleştiridir. Pozitivist zihniyetin varlığı mutlak ve maddi değerlerle açıklaması dünyayı felakete sürüklerken Donemico, kalın puntolarla duvara yazdığı “1+1=1” ile pozitivizme ve rasyonalist akla en büyük haykırıştı. Varlığın, metafizik boyutu hesaplamadan varılan sonuç bizim neden var olduğumuza götürmez iken sade ve sadece rasyonel aklın esiri haline getiriyor. Rasyonel akıl bize mutlak değerlerle gerçeği bize anlatmaya dursun Domenico’nun gözünden birbirine eklenmenin her zaman daha gerçeğe yakın durduğunu görüyoruz.

Uygarlığın beşinden insanlığa haykırış

Domenico’nun kendisini feda ederek haykırdığı meydan ise insanlığın bir özeti gibiydi. Uygarlığın simgesi olan Agora’nın (Meydan) seçilmesi de tesadüf değil, bilinçli bir tercihtir. Uygarlığın doğuşu ile birlikte birbirini tanıyan insanların beşiği olan kamünal toplumun da yıkılışının başlangıcıdır. Uygarlığın inşası ile tıpkı Domenico’nun intiharının gerçekleştiği meydanda insanları birbirinden habersiz varlıklar kıldı. Bu yüzden uygarlığın simgesi Agora’da neden birbirimizi tanımamız gerektiğini haykırıyor.

Domenico’nun çıktığı heykelde bana her zaman Napolyonu anımsatır. Napolyon, ulus devletin simgesidir ve kendisini ulus-devlet olarak tanrının yeryüzüne inmiş hali olarak lanse eder. Uygarlığın doğuşunun ardından insanlığın en büyük ikinci felaketi ise ulus-devletler olmuştur. Ulus devletlerin, pozitivist ve rasyonel aklı, milliyetçi politikaları ile adeta insanlık bir yıkımdan geçmiştir. Bu neden Domenico, böyle bir heykeli tercih etmiştir, one göre tüm bu felaketlerin sebebi bu simgeler ve bu simgeler yıkılmalı yerini arı vızıltılarına bırakmalıdır.

Ahlakın ve anlamın yitirildiği bir dünyada bize bir deli olarak haykırıyor

Domenico, ahlakın ve anlamın yitirildiği bir dünyada bize bir deli olarak haykırıyorsa gerçekten insanlığın utanılacak noktasındayız. İnsanlığın utanç noktası olan dünyada,insanlığın varoluş nedenleri ortadan kalkarken toplum adeta parçalanarak minimalize edilmiştir. Parçalanan toplum kafası kesilen toplum gibidir. Nedensiz acıyla sağa sola savrulur ve yavaş yavaş ölüme yol alır. İnsanlığın durumu da böyledir. Anlamından kopan minimalize edilen toplum değerleriyle birlikte insanlık yok oluşa sürüklenmektedir. İşte bu yüzden Domenico, utanılacak noktadan bize toplum parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli” diyor.

Kurtuluş kendi varlığına yani özüne, temellerine yani doğasına dönmedir.

Bu yıkıntıdan kurtuluş reçetesini de haykırıyor yüzümüze Domenico. Ona göre, bundan kurtuluş kendi varlığına, özüne, temellerine yani doğasına dönmelidir.  Uygarlığın ve ulus devletin paramparça ettiği, rasyonel aklın bir makine gibi işlediği doğaya dönmek kurtuluşun reçetesidir Domenico’ya göre.

Karanlığa bir aydınlıktır Domenico

Sanatın bile artık fayda etmediği bir çağda yeniden piramitlerin yapılabileceğine inanmamız gerektiğini belirten Domenico, bilinmezliğe yolculuğun insanlığı hakikate ulaştıracağına inanmıştır. İşte bu inançla elindeki çakmağı ateşleyerek karanlığa bir aydınlık olmaya çalışmıştır.