Babam başlamıştı azarlama işine. Hiç durmadan konuşuyordu. Demek ki her şeyi öğrenip kafasında kurgulamıştı söyleyeceklerini. Ben ise halının üzerindeki desenlerin nasıl oluştuğunu anlamaya çalışıyordum. Biraz sonra sinirlenip odadan çıkınca ben de yavaş yavaş odama geçtim. Hiç umursamamıştım olanları. Yatağa uzanıp çetem ile ne yapabileceğimi hayal ediyordum. Kendimi ispatlarsam benimle gurur duyacaklardı. Sabah olunca siyah hırkamı giyip saçımı arkaya doğru taradım. Ayakkabılarımı bile parlattım. Ne de olsa çetemin üyeleri ile yapacağım ilk toplantıydı bu. Sözleştiğimiz yere doğru gittim. Artık öyle eskisi gibi de koşmuyordum. Ağır ağır yürüdüm. Çete reisi olduğumu herkes anlamalıydı. Mekana girdiğimde etrafa bakındım. Ne Mert vardı içerde ne de Akop. İlyas’ı saymıyorum bile. Neredeydi bunlar diye düşünürken O’nu görmüştüm. Gülümsüyordu konuşurken. Bana doğru bakmadığı belliydi tabi. Uzun saçlarının okulumun bahçesindeki bayrak gibi dalgalanması dikkatimi çekti. Uzunca bir süre izledim o dalgayı. Acaba anlamış mıdır diye de meraklanmıştım. Elindeki içeceği içtikten sonra bir ara etrafa göz gezdirdi. Tam o sırada parmak uçlarıma basarak biraz daha yükseldim. Bunu neden yaptığımı bende anlamadım. O sırada arkamdan gelen Mert’i bile fark etmemişim. Bir masaya geçip oturduk. Mert galiba konuşuyordu ama dinlemedim. Gözlerimi O’ndan alamadım hala. Biraz sonra Akop’ta katıldı aramıza. Benim dalgınlığımdan yararlanan Mert, bir sürü siparişte bulunmuş anlaşılan. Gelenler bitmeden yenisi geliyordu masaya. Neyse ki yanımda annemin cüzdanından aldığım yeşillikler vardı. Yanındaki arkadaşlarıyla birlikte salına salına çıktılar mekândan. O’nun arkasından bir süre baktıktan sonra kendimi toparlamayı başarmıştım. Bende reis olmanın verdiği sorumluluk bilinci ile hesabı ödedim. Mekândan birlikte çıktık. Çete olduğumuz için artık önümüze gelene sataşıp nam salmamız gerekiyormuş. Bu yüzden dolaşmaya başladık. Bizim mahallenin uzak kısımlarına doğru gittik tanıyan çıkmasın diye. Bu işlerden anlayan Mert’in hediye ettiği tespihi sallaya sallaya yürürken bisikletinin zincirini tamir eden bir çocuk çıktı karşımıza. Biraz göğüs kabartıp ayağım ile bisikletin ön tekerleğine bastırıp:
“Bir sorun mu var ufaklık” diye söze daldım. Eli yüzü pas olan çocuğun durumu içler acısıydı. “ Bisikletimin zinciri atmış, yapamıyorum. Bir yardım eder misiniz abiler” deyince bütün yağlarım erimişti. Tespihi Akop’a uzatıp Mert ile birlikte başladık tamire. Önce zinciri taktık. Epey paslanmış bir haldeydi. Biraz yağladık tabi. Tekerleklerini de düzelttik. Lastikleri iyiydi ama yine de baktık. Bisikleti eskisinden daha iyi olan çocuk, sevinerek gitti yanımızdan. Biz ise yüzümüz, gözümüz pas içinde evlere dağıldık. Bu sefer ne söyleyecektim anneme? Hemen bir şeyler bulmalıydım. Çete reisi olamadığıma mı yanayım yoksa annemden yine azar işiteceğime mi? Nam salmak için yürürken yardımsever çocuklar olmuştuk. Bu iş, hiç hoşuma gitmedi. Aslında sabahtan beri aklımda O vardı. O’nun yüzünden böyle olmuştu. Acaba kimdi bu kız? Sonuçta istemek için nereye gideceğimizi soracaktı annemler. Ne diyecektim onlara? Gerçi daha adını bile bilmiyordum. Muhakkak ismi de yüzü gibi güzeldir. Evin zilini çalıyordum iki saattir. Niye açmadı annem? Nerede bu kadın? Bu duman da neyin nesi?
Bir Çocuğun Gözünden Hayat – 1
Bir Çocuğun Gözünden Hayat – 2
Bir Çocuğun Gözünden Hayat – 3
Bir Çocuğun Gözünden Hayat – 5
Bir Çocuğun Gözünden Hayat – 6