Baba; dünya sol literatürün dilinde ‘’iktidar/devlet’’ tanımının bir nüvesi, bir yaratımıdır. Babalık, evdeki iktidardır, reisliktir. Baba, bu rolünü erkek olmasından kazanır. O erktir, zira erkektir. Bu sebeple dünyayı kasıp kavuran 68 gençlik hareketlerinin karakteristik özelliklerinden biri de babaya/devlete/iktidara olan itiraz ve protestoydu. Yalnız analistler Türkiye için aynı şeyi söylemeyeceklerdi maalesef. Şu farka dikkat çekildi hep Türkiye 68 hareketi için: Kendini babaya ispat etmek.
Babaya itiraz ve babaya ‘’ben varım’’ demenin ayrımı… İtiraz hakkı varlığı ispatla mükelleftir. İspat etmek, kendini kabullendirmektir. Türkiye 68 hareketi dünya hareketlerinden bu yönüyle biraz geriden gelirken, söylemi ve varlığıyla bir emsal doğdu edebiyata. O hem öz babaya, hem devlet babaya ayrıksıydı: Can Yücel
Can Yücel; Maarif (Millî Eğitim) bakanı Hasan Âli Yücel’in oğlu. Can Yücel’in düşüncede babasıyla düştüğü ayrıksı fark, devlete düştüğü ayrıksılığın da nişanesiydi. Zira Hasan Âli Yücel ideolojisiyle Cumhuriyet Türkiye’sinin bir prototipiydi. Fakat ne çare.. Rûmî’nin deyimiyle ‘’öz çocuğunu yiyen bir dev anadır dünya.’’ Can Yücel babasının savunucusu/gönüllüsü olduğu devlet baba tarafından uzun yıllar mahpusta kaldı.
Muhakkak onları ortak paydada tutan baba-evlad ilişkisi hep girift kalmış, bunu da büyük bir sorun olarak görmemişlerdi. Fakat Can Yücel geldiği aristokrat/devletçi gelenekten de kendini sıyırmasını bilmiş ve kendi deyimiyle “Dionysos kavmindenim, yani yaşama sevinci veren bir Anadoluluyum’’sözünün ispatlayıcısı olmuştu. O’nun hapisliği, sürgünlüğü devlet-babayla giriştiği sapak yollardan, ayrıksı kişiliğinden, Anadolu’nun bağrından yetişmişçesine argolarından, küfürlerinden gelir. O, ‘’hurûc-u alessultan’’dır. O munis bir nazır oğlu olmaktansa, kalemiyle kizir oğlu olmuştur.
Oğul Can Yücel ile baba Hasan Âli Yücel yazın ve yaşam dünyalarında iki ayrı kutuptu. Baba Yücel eylemleriyle sistem/devlet babanın varlığını yaşatırken, oğul Yücel bu babanın soğuk nefesini hep ensesinde hissediyordu. Ak koyunun kara kuzusu olmuştu.
Hasan Âli Yücel makalelerinden oluşan Pazartesi Konuşmaları adlı eserinde ‘’Varsın Arabcalı, Farsçalı sözlerden ayrılmak istemeyen üç beş tiryaki Osmanlıca ile (haşr) olsun. Biz Sadabad bahçelerinden arta kalmış bülbüllerin sesini değil. yaşamak isteyen bir yığının dilek haykırışını duymak, can kulağımızı onun bağrı üstüne koymak istiyoruz.’’ derken Can Yücel Gezintiler adlı şiir kitabında ‘’Fuzulî’den okuyorum / İranlı barmen anlamıyor.’’ diyerek içerleniyordu. Yine baba Hasan Âli Yücel aynı adlı eserinde ‘’Öz Türkçeyi varsın üç beş eskici anlamasın, anlamak istemesin. Biz milyonluk ulusla konuşmak, onunla anlaşmak istiyoruz. Ona “Uyan, iyi yaşa. Eski Türk ataların gibi güçlü, kuvvetli ol.’’ şeklinde telkinlerde bulunurken, ayrıksı evlad Can Yücel aynı adlı eserinde ‘’Kurmanci ne tuhaf /Bunca mutsuzluğun içinden umum /Bir nedircik yavrusu baş veriyor döşünde..’’ diyordu.
Baba ile oğul arasındaki bu çekişmenin özünde en hafif olanıdır bu restleşme.
Can Yücel’in İbrahim Ethem misali tahtı/tacı terk eyleyip yazın hayatında ayrı bir soluk araması ileride kendi doğuşunun habercisi olacaktı. Sancılı bir doğuş fakat.. Mahpusluk, tütünden sararmış bıyık, sürgünlük, rakı sofraları… Metaforik izahatı yapılabilecek tüm bu çeşitlilikler Can Yücel şahsında bir anti-baba tutum olarak var oluyordu.
Tabii ‘’Baba’’yı terk etmek babanın gücünden de azade olmak demekti. Türkiye gibi askerî vesayetlerin etkisinin hissedildiği ülkelerde politika yapıyor olmak ve hele ki bunu ülkenin körpe zamanlarına denk gelirken yapmak, şüphesiz çok güçlü bir konum ve olanak verir. Hasan Âli Yücel böylesi bir ortamda cumhuriyet tarihi boyunca en uzun süreli bakanlık yapanların başında geliyor. Böylesi bir politik çevrenin atmosferi altında büyüyen Can Yücel’in ‘’Refah güzel bir çiçekse eğer / N’aapayım hiç kokmuyor’’ demesi, yahut benzer bir şekilde ‘’Gurbet el kadar somun / Ye ye bitmiyor’’ demesi ciddi bir refleksin belirtisi. Can Yücel’i böylesine yoğuran ne olmuştur?
Ünlü şair Enis Akın, heves dergisine verdiği bir röportajda ‘’Nazım Hikmet cezaevine girmeseydi ‘’Bugün Pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar’’ demezdi. Deseydi de beni ilgilendirmezdi.’’ der. Bizim için açıklayıcı bir örnek olması itibariyle önemli. Hasıl-ı kelâm kendisini ‘’özgürlük uğruna hapis yatan bir ozan’’ olarak özetleyen Can Yücel de kaleminin mürekkebini cezaevlerine Çukurova’ya, Toroslar’a, tütün ekicilerin tarlalarına bandırdı. Kâh şair grev gözcüsü oldu O, kâh başka bir toplumsal mecrada.
Kitleler tarafından benimsenen neredeyse her dizesi bir kabullenmezliğin, itirazın belirtisiydi. Şu dizesi onu olabildiğince özetliyordu: ‘’Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi.’’