Bir şiir dinletisi için sahneyi hazırlamıştım. Kırmızı bir ambiyans hâkim; kızım da şiir okuyacak ısrarla geleceksin dimi diye soruyor. Aynı okulda resim öğretmeniyim. Diyor ki orada olmalısın. Gideceğim ama neden bu ısrar? Kapıda diğer edebiyat öğretmeni arkadaşlar aralarında bir şeyler konuşuyor, ben gelince susuyorlar. Ne oluyor acaba demeye fırsat kalmadan yerim hazır babamız da gelmiş. O pek gelmez ama ne oldu da gelebildi diye düşünüyorum.
Gün 1 Haziran. Şiir dinletisinin konusu AŞK. Özellikle 1 Haziran da yapılması için bu dinleti düzenlenmiş. Sonuçta anneye duyulan sevgide aşk yok mu?
Şiirler okunuyor kızım bir türlü çıkmıyor sona mı koymuşlar diyorum çocuğu diye üzülüyorum. Derken kızım sahnede, ikiziyle beraber onu doğurduğum gün benim hayatımda yaşadığım en güzel gündü, minicik parmakları şimdi mikrofon mu tutuyor diye düşünüyorum. Gözlerim doluyor. Buraya kadar her şey yolunda. Şiirini okuyup bitirdikten sonra, rejiye sesleniyor “fon alabilir miyim” diye. Şaşırıyorum ve beni ömrüm oldukça unutamayacağım bir ana sürüklüyor.
“Anneciğim bugün senin doğum günün, şimdi sana yazdığım şiirimi okuyacağım, iyi ki doğdun iyi ki benim annemsin” diyor.
Ve bana yazdığı, öğretmenleriyle bana hazırladıkları bugünü unutulmaz kılıyorlar. Benim gözlerimin içine baka baka okuduğu bu şiirle tüm salonu, beni, babasını gözyaşları içinde bırakıyor…
27.04.2011
ELA GÖZLÜ MELEĞİME…
Kimi zaman uzak diyarlarda arardım çareyi
Kuş olup hangi evin çatısına kondum
Kaçıncı baharda açtı çiçeklerim…
Ben gözlerindeki o elada buldum aşkı…
Nemliydiler…
Soğuk rüzgâr çarpıp ta üşüyeceksin diye,
Telaşım…
Suskun bir sonbaharın habercisi martılar…
Seni bu şehirden götürecekler sandım,
Ondandır sevmeyişim kuşları…
Ondandır simit atmam hiç…
İstanbul küsmüşse bana ne
Sen küsme ellerimi hiç bırakma…
Bazen küserdin…
Sen mi çocuksun ben mi çocuğum,
Anlayamazdım…
Karanlık gecelerde güneş gibi doğardın…
Ellerinin sıcağını hiç eksik etme…
Yıldızlarla gel…
Ay ol gökyüzünü doldur…
Yağmurlar yağsın bu şehre eğer sen yoksan…
Ve yine bir gün daha annem,
Güzel ellerinin kokusundayım…
Neler hatırlatırdı bana gülüşün…
Soğuk karları görürdüm yanaklarında…
Gözlerinde sisi bulurdum…
Dağlara güneşin ufkuna kaçırırdım umutları…
Sustum çaresiz sustum ve durdum öylece…
Baktım yüzüne…
Gözlerine…
Neler hatırlatırdı bana ellerin
Gülü hatırlatırdı…
Manolyaları…
Yaseminleri…
Kanat çırpan kuşları…
Gülen çocukları…
Mutluluğu hatırlatırdı annem…
Bir ev düşlerdim…
Bir ev ki içinde sen yoksan anlamı olmayan…
Bir ev ki soğukları kovan…
Bir göl kenarında…
Yeşilden bir parça…
Pembenin her tonu menekşelerden,
Kırmızıdan güller…
Bir gökyüzü annem…
Mavilik dolduran susuzluğa…
Küstürmeden seni…
Ağlatmadan…
Güneşi getirip mutlulukla bakmak yüzüne…
Bir merhaba anne
Unutturmadan kendimi…
Getirebilmek baharı…
Ve son güne kadar yanında kalmak için
Gül yaprağında bir Buse…
En masum rengiyle…
Tüm salon hıçkırarak ağlıyor. Sahneye davet ediyorlar. Gözlerimden inen yaşlara hâkim olamıyorum. Efe ve “Manevi oğullarım” dediğim siyah giymiş lise öğrencilerim konfetiler patlatıyor. Ağzımdan tek kelime çıkmıyor sadece Ece’ e sarılıp ağlıyorum. Tüm arkadaşlarım gelip çiçeklerle tebrik ediyorlar. Hayatımda yaşadığım en güzel anneler gününü yaşıyorum. Canım yavrularım sizin olduğunuz her an benim bayramımdır, benim sevincimdir. İyi ki varsınız iyi ki benim yavrularımsınız…