‘Şimdi ölümümün üçüncü sonbaharı yaklaşıyor’ dedi; yakasını kaldırdığı siyah paltosuna sakallarını gömerken. Gözlerini kıstı, haberlerde görmüştü ‘kar körü olmamak için yapılacaklar’ başlığını. İnceden yağan kar, kuruyan gözlerinin kör olmayı ne kadar da istediğini hatırlattı. Keşke gönlü kör olacağına gözleri kör olsaydı. Ceplerini yokladı, çok severek(!) aldığı o kırmızı arabasının anahtarlarını aradı. Arabayı açıp paltosunu arka koltuğa attı ve düşündü. Bir saç teli düştü diye bulamadı diye içi cızlayan adamın ona bir zarar verebileceğinden korkmuştu kadın. Elini sakallarında gezdirirken, Kadını düşündü. Kendini sevmezdi adam. Ne kaşını, ne de gözünü. Çocukları severdi, bazen de şarkıları, genelde resim yapmayı. Bir adam bir kadını, ondan vazgeçebilecek kadar çok sevdi. Sigarasını aradı adam yan koltukta, buldu da. Müziği sonuna kadar açıp şarkıya eşlik etmeyi denedi. Adam hiçbir şarkıyı doğru söyleyemezdi zaten. Velev ki, şarkılar da onu, onun söyleyemediği kadar doğru anlatırdı.

‘…sevgisizliğine bir kalp verdim, artık geri ver…’

Ülkenin, belki dünyanın en ücra köşesine de gitse, unutmayacağı o saç telini düşündü. İçinde ki yangının bileklerine kadar inmesine izin vererek sabahı bulan saate baktı.

Bir adam, bir kadını çok sevdi. Nasıl mı? ‘bilmiyorum’ dedi. Çektiği üç eylüllük acının, daha kaç sonbahara devrolacağını düşündü. Otuz sonbahar görmüştü, tanrının ona üç sonbahara tekabül eden borcunu düşündü. Bir adam bir tek sonbaharları doğru anlardı. ‘bahar çiçeği gibi’ derdi kadına bakınca. Omzuna bir dokunsun! Aman Allah! Bir büyük içmiş gibi olurdu. Gözlerini kapatıp baharları düşündü. Kadının, boynundan aşağı sarmaşık çiçeği gibi sarkan saçlarını düşündü, düşünceleriyle okşadı.

Korna sesiyle kendine geldi. Bu saatte, o hiç sevmediği semtinde, her seferinde küfrederek döndüğü köşeye sövdü yine. Ağlayacaktı adam. Duyduğu klakson sesini çıkaran arabanın, sahibine sarılıp ağlayacaktı. Yalnızdı. Hayatında hiç olmadığı kadar ve hep olduğu kadar yalnızdı. ‘hepinizden değil’ dedi. ‘hiçbirinizden ve en çok kendimden nefret ediyorum.’

PAYLAŞ
Önceki İçerikDenize Girmeden Önce Düşündüren Film: Karanlık Sular
Sonraki İçerikGardiyan
Mısra Gamze Şahin
1995 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokulda başlayan yazı serüveni lise yıllarında devam ederek ona birçok alanda ödüller kazandırdı. Şu an hala İstanbul’da özel bir üniversitenin Gastronomi ve Mutfak Sanatları bölümünde okumakta, sanatın hiçbir dalını hayatından çıkaramamaktadır.