Senin süzgün mavi gözlerini gördüğümde, çamura bulanmış patilerinle, kimsenin duyamayacağı cılız bir fısıltı ile bana miyav demiştin.
Az kalsın basacaktım üzerine, öyle ufacık öyle tefeciktin ki, soğuktan titreyen tüylerinle oracıkta donup kalacaktın neredeyse.
Okul çantamı kaldırma bırakıp, eldivenlerimi çıkartmış seni avuçlarıma almıştım. Nasıl sevimli bir yüzle bana bakmıştın.
Hemencecik sevmiştim seni, daha ilk görüşteki aşk gibi. Kanıma sızmıştın, mavi gözlerinle yüreğime sevgini akıtmıştın.
Başıma gelecekleri önemsemeden, ivecenlikle beyaz mendilimi çıkarıp seni sarıp sarmalamıştım. Çantamın ön gözüne seni yerleştirmiş, fermuarı açıp başını dışarı sarkıtmıştım. Çantamı sırtlanmış ve eve doğru yola koyulmuştum.
Ayaz sana da bana da iyi gelmezdi. Tipiye karşı yürümek bu kadar zor iken, buzda kaymak muhtemeldi. Dizlerime kadar gelen karların içinden bata çıka ulaşacaktık evimize. Artık bizim olan eve.
Evde hayvan besleyemeyeceğimi çok iyi biliyordum. Ama bir tek bahçemizdeki kömürlüğe güveniyordum. Hiç değilse kışı geçirinceye kadar orada sana bakabileceğimi düşünüyordum.
Güç bela eve geldiğimizde, bahçe kapısının anahtarını alıp seni bizim kömürlüğe bıraktım. Kapıdan soğuk girmesin diye sana en köşede odunların iri olanlarını seçerek küçük korunaklı bir kulübe yaptım.
Eski bir kâseye biraz süt koyup, tam önüne bıraktım. Bana öyle bir baktın ki işte o zaman seni hiç bir zaman bırakamayacağımı anladım.
Akşam olunca, ev halkı toplanıp yemeğe oturduğunda benim aklım hep sendeydi. Sabaha kadar nasıl kalacaksın bu zemheri soğukta diye korkudan titriyordum. Cesaret edip bizimkilere bir türlü söyleyemiyordum.
Babam “kömür bitmiş gidip alayım” deyince, yerimden fırladım “sana yardım edeyim” dedim babama. Herkesin şaşkın bakışları altında muzipçe gülümsedim, göz kırptım sobanın kenarında oturan halama…
“Kartopu oynamak istiyordur herhalde” diye bir ses işittim ardımdan. Hiç ses etmedim. Yürek atışlarımı dinledim.
Babamla kömürlüğe girince sevimli kedimin bakışlarını bir daha görünce, ısındı içim. Babam şakın yüzüme baktı “şimdi anlaşıldı” dedi. Başımı okşadı.
Benim mahzun yüzüme yüzünü yaklaştırıp “tamam annene söylemeyiz, onu şuracıkta besleriz” dedi. Bu bizim babamla aramızdaki ilk ve tek sırrımız olarak kalacaktı.
O kışı sen kömürlükte ben senin sarı tüylerinin esaretinde geçirdik. Öyle mutluydum ki, baharın ılık serinliğine vardığımızda artık bahçemizin vazgeçilmezi idin. Annem eve girmemen koşuluyla seni kabul etmişti. Bütün ev halkı seni çok sevmişti. Kocaman olmuştun, bahçe kapısından çıkıp sokağı bile tanır olmuştun. Bazı günler eve gelmezdin, birkaç geceyi dışarda geçirirdin. Meğer Mart ayı geldiğinde erkek kedilerde olurmuş dediler, ama nedenini söylemediler.
Bir gün çok hastalandım. Ateşim çıktı, boğazım ağrıdı, kulaklarımı hissedemez oldum. Her tarafım öyle şişti ki, artık yutkunamıyordum. Doktor kabakulak dedi. İlaçlarımı verdi “evde dinlensin, sokağa çıkmasın, okula gitmesin” dedi.
Sen yoktun, ben ağrıdan uyuyamazken hem gece hem gündüz, öksürükten ciğerlerim yırtılırken sen yoktun. Oysa yanı başımda olmanı istemiştim, mavi minnoş bakışlarını özleyip, yumuşak sarı tüylerini sevmeyi dilemiştim.
Başımı her kaldırıp bahçeye bakışımda sen yoktun. Yokluğunla ağırlaşan başımı koyacak bir yastık bile yoktu. Ilık bir kaşık çorbayı zorla içmeye çalışırken, boğazımın yangınında sen yoktun. Gözyaşlarımı sakladığımda yorganın altına sen artık hiç yoktun
Başıma gelen en kötü şeydi yokluğun.
Haminnem bir keresinde seni severken bahçede, “ kediler nankör olur, demedi deme” demişti.
Sen beni bırakıp gitmiştin. Başka kedilere beni tercih etmiştin.
Yüreğimizi ısıtan sıcacık bir yazı… kutlarım 🌹🌹🌹
Çok teşekkür ediyorum Arzu Hanım, bilmukabele…