Hikâyelerimizin Müziği, Çocuk Gözüyle – 4
“Her aşık, aşk avcısından bir ok yemiştir… Kan ağlar, kan yutar, fakat yarası görülmez…”
Mevlana C. Rumi
Sevinç bir güvercindi. Kanatlanıp uçan, kimi zaman bir ağacın dalına, kimi zaman bir düşün avucuna konup, oracıkta yuva yapan… Yaz sıcağından bunalmış gönüllere doğru ılık ılık eserken, ürkek bir ceylan gibi sıçrayıp kaçan… Ah! Bir kez yayını çıkardı mı avcı, kıpırdanır artık sadağında sevgi okları, işte tam o an 12’den vuruverir bulduğu yalnız kalmış ceylanları…
Evin içindeki koşturmacaya katılmamak, “ayakaltında” olmamak için beni hiç kimsenin aramayacağı bir köşe bulmalıyım kendime. Yeni dikilen elbisemle uslu uslu oturmalı, üstümü başımı kirletmemeliyim. Büyüklerin ellerini öpmeli onlar konuşurken “hiç lafa karışmamalı” yım. Bana verilen hediyelere teşekkür etmeli, “ niye zahmet ettiniz” demeliyim.
Ben öndeki penceresiz küçük odaya gitmeliyim.
- Börekler pişti değil mi?
- Pişti ablacığım pişti…
- Baklavayı çıkarayım mı?
- Misafirler gelince çıkarırız, az beklesin, sen çayı ocağa koy şimdi…
- Peki…
Sadece birileri geldiğinde açılan arka oda -adı üstünde misafir odası- çocuklara yasaktır… Koltukların örtüleri ancak bir misafir geldiğinde kaldırılır. Günler öncesinden oda temizlenir, vitrinden misafir tabakları, fincanları, çatal-bıçakları çıkartılır, gümüş tepsiye dizilir. Hele günlerden bayramsa, baklavalar-börekler açılır, küçük lokumlu mendiller hazırlanır…
Bugün Günlerden Bayram… !
- Gel bakalım buraya, bayramlaşalım. Öp elimi. Aferin işte böyle, al bu da bayram harçlığın.
Avucumda pırıl pırıl parlayan bir 50 kuruş. Şimdi ne yapmalı, sevinçten uçmalı, hayaller kurmalı… Bu parayı acaba nasıl harcamalı?
- Hadi gene iyisin kaptın 50 kuruşu, al bu da benden olsun. Say bakalım kaç liran oldu.
İyi de ben okula gitmiyorum ki daha, nasıl hesaplarım? 50 kuruş, 25 kuruş daha… Çözemedim ben bu soruyu…
- Bu da muavin abi den bir balon. Şehre inince almış; senin için. Az önce ekmek almaya gittim ya bakkala, yolda karşılaştık o verdi bana.
- Balon mu? Muavin abi mi? Hadi ver hadi versene çabuk!
- Dur dur, nasıl şişirileceğini bilmezsin ki sen, az bekle hele, işimi bitirince şişirip öyle vereyim sana.
- Bari bir göster, rengini göreyim…
- Bak işte MAVİ !
Uzun mavi bir balondu sevincin adı, daha önce böylesi hiç görülmemiş… Bu sadece sıradan bir balon değildi. O, oyun oynanabilecek bir oyun arkadaşı, dans edebilecek bir partner, konuşulabilecek bir insan, sır saklayabilecek bir dost, sarılıp uyunabilecek bir sevgiliydi artık…
Misafirler geldiler. Arka odaya alındılar. Bayramlaşıldı. Hal hatır soruldu. İkramlar yapıldı. Kahveler çaylar. Biri gitti biri geldi. Akşama kadar, ev giden gelenle doldu-taştı… Akşam olunca…
- Asıl misafirler akşama geliyor… Cümbüş var cümbüş…
- Klarnette var mı?
- Olmaz mı?
Bazı akşamlar adet olduğu üzere evlerde toplanılıp şarkılar söylenirdi. Cümbüş ve klarnet çalan iki erkek kardeş, aileleri ve yakın dostlarla… Böyle akşamlarda geç saate kadar eğlenilir, sohbet edilir, muhabbet uzadıkça uzar, bir türlü bitmek bilmezdi… Çocuklar, uykuları geldiğinde buldukları bir köşecikte, kafalarını koydukları gibi, öylece yerde sızıp kalırlardı. Sonra babaların ya da annelerin omuzlarında eve kadar uyumaya devam ederlerdi… Kulaklarında kalan nağmelerle… Ninni niyetine…
Bu akşam sıra bizdeydi anlaşılan…
Gelenler yabancı olmadıkları için öndeki büyük odaya alındılar. Çocuklar ise, “ayakaltında” olmama odasına.
Yani bütün günümü” Uzun Mavi Balon” ile geçirdiğim penceresiz küçük odaya. Misafir çocukların hemen hepsi benden yaşça büyük oldukları için, onların oyunlarına katılmam mümkün değildi. Çevrelerinde dolanıp ne yaptıklarını anlamaya çalışırdım hep. Kâğıt kalemle çizilen oyunlar oynarlardı ve ben yazmayı, çizmeyi bilmediğim için, bir şey anlamaz, öylece bakar imrenirdim. Okula gidecek kadar büyümeyi hayal ederek…
Ama bu sefer durum farklıydı. Benim “Mavi “balonum vardı ve hiç de onların oyunlarına imrenmek zorunda değildim. Bütün gün yaptığım gibi dans edip, yan odadan gelen şarkıları dinleyebilirdim.
Ben yaralı ceylanım yaralı ceylan
Beni bir avcı vurdu buralı ceylan
Kaşı gözü sürmeli karalı ceylan
Beni bir avcı vurdu buralı ceylan
Bu dağların merali garip ceylanım
Senin gibi avcıya fedadır canım
Yeter ki sen benim ol dökülsün kanım
Beni bir avcı vurdu buralı ceylan
Rast makamının hareketli canlı, dosdoğru hayale daldıran şarkısı…
Cümbüş ve klarnetin sesiyle büyülenmiş döne döne dans ediyordum. “Mavi “ balonuma sarılmış, başımı onun omzuna yaslamış kırlarda geziyordum. Çimenlerin üzerine sıçrayıp duran Ceylan’dım artık, mutluluktan uçan. Balonumu bana hediye edeni düşünüyordum bir taraftan. Yüreğim sıkışıyordu heyecandan. “Şehirden gelirken senin için almış” demişti abim. Ok yaydan fırlamış, benim minicik yüreğimi tam ortasından vurmuştu. Ben yaralı ceylandım artık, bir avcı tarafından vurulan…
Ben yaralı ceylanım yaralı ceylan
Beni bir avcı vurdu buralı ceylan
Saatler gece yarısını çoktan geçmişti… Müzik durmuş, kelimeler susmuş, çocuklar uyumuştu buldukları ilk yerlerde; mışıl mışıl… Anneler onları sırtladıkları gibi yola koyuldular…
Bir tek “Uzun Mavi Balon”a sarılıp uyuyan çocuk kaldı olduğu yerde. Sabah olup uyandığında, sarılıp uyuduğu balonun patlamış olduğunu göreceğinden habersiz, öylece sessiz öylece masum…