Küreselleşen dünyanın modern insanı; en gösterişli olanı tercih etmelidir, en kaliteli ve en rahat olanı kullanmalı, en lüks yerlerde yemek yemeli, en şık kıyafetleri giyinmelidir. Toplum içinde göze çarpmalıdır; Bulunduğu sosyal ortamlara ayak uydurmalı ve kesinlikle standartların altında bir yaşam tarzı olmamalıdır. Hayallerinde yalnızca paranın satın alabileceği şeyler vardır. (havuzlu bir valla, lüks bir araba, rahat bir yaşam vb..) Cebinde otobüs parası dahi olmayan bir birey bile evinde televizyonun karşısına geçtiğinde; Bütün hazlarını karşılayabilen, her şeyi satın alabilen, eğlencenin ve ihtişamın hüküm sürdüğü renkli hayatlar izleyecek ve belki o an a kadar hiç aklına bile gelmeyen şeylere ihtiyaç duyacaktır. İhtiyaç kavramı küresel gücün etkisinde ki modern insanımız için hayatın anlamı haline gelmiştir artık…
Materyalist düşünce yapısı; küresel güçlerin etkisinde dünyayı etkisi altına almakta ve artık milletlerin kültürel değerleri dahi, muktedir olanın maddi çıkarları için kullanılacaktır. Yaşamak için değerlere ihtiyaç yoktur artık. Ya zenginsindir ya da aç… İkisinin arasında uçurumlar vardır. Ya, bilinç altına bilinçsizce yerleşmesine izin verdiğin; hazların ülkesinde ki mutlu görünen adam olursun ya da gelecek ve geçim kaygısıyla mücadele etmekten düşünmeye bile fırsat bulamayan sıradan biri..
Onurlu bir yaşam; sadece eski bir film de nostalji olsun diye izlenen bir eğlencedir artık.
Topluma ön ayak olması beklenen günümüzün pek çok aydın ve sanatçısı dahi, çağdaşlık ve modernizm adı altında burjuvazi dönemlerine geri dönmekte, hazlar ve egolar için sanat yapılırken iktidarlar için kitaplar yazılmaya başlanmıştır; Aslen sanat ve fikirle alakası olmayan kopyalara entellüktüel bir etiket vererek eğitimsiz halka sunulmuş, dolayısıyla toplum, bilinçli olarak bir düşünce saldırısına uğratılmıştır. Artık zayıflatılarak düşünmeye bile gücü kalmayan günümüz insanı da iktidar olanın materyalist düşüncesiyle yoğrulmakta ve giderek daha da fazla bireyselleşmeye doğru itilmektedir. Maalesef ‘Birey olmak’ bireyselleşmeye dönüşmüştür ve ne gariptir ki bireysel kelimesini medyada giderek daha fazla duymaya başlayacağızdır. Bir millet kültürü, şehir kültürü, mahalle kültürü ve hatta bir aile kültürümüz dahi kalmayacaktır. Kendisine dayatılan ihitiyaçların hükümranlığı altında yalnızca kişisel çıkarlarına hizmet eden insanlar üretilmekte ve artık büyük şirketler en önemli yatırım aracı olarak İNSAN BEDENİ ne yatırım yapmaktadır.
Popüler kültürün hüküm sürdüğü son dönemlerde artık sinema da sıkça rastladığımız Zombi filmleri yeni bir film akımı yarattı sinema dünyasında, Hiç kuşkusuz populer sanatın en etkili dallarından olan sinema, günümüz modern kültürünün mimarisinde büyük roller oynamıştır. Bu konu ayrıca ele alınması gereken önemli bir konu… Ancak şu an için bahsetmek istediğim; bu zombi filmlerinden eminim çoğumuzun da dikkatini çeken bir detay. Zombiler etrafa saldırırlar, çok ağır yaralar alırlar ancak hiç de durmak bilmezler, ta ki ölene kadar… Aç kurtlar misali insanlara saldırmaya çalışan insandan dönüşme yaratıklar vardır. Ölene kadar sadece tüketmek isterler, buna odaklanmışlardır. Bir düşünün; Bu yaratıkların sizinle aynı mahalle de aramızda yaşadıklarını.. hiç korkmaz mıydınız? Sokaklara çıkacak cesaretiniz olurmuydu. Peki ya toplum olarak giderek daha fazla dönüştüğümüz; tükenene kadar tüketmekten hiç vaz geçmeyen insan modelinin zombilerden ne farkı var, söyler misiniz…
Bizler milyonlarca zombinin aramızda özgürce yaşamasına katlanamayız ama nedense milyonlarca bilincini kaybetmiş hasta bir toplum içerisinde bireysel özgürlüklerini hayvani iç güdüleri ve hiç bitmeyen hazları için kullanan, dönüştüğümüz şeyle yaşamaya alışmışızdır… Korkmamız gereken şeylerden korkmayız, kaçmamız gereken şeylerden kaçmayız ancak kendimizden kaçmayı çok iyi bilmemiz gerekir. Kabullendiğimiz sistem bize bunu dayatacaktır, bedenlerimiz; bizi biz yapan değerlerden uzaklaşacak, duygularımız sahte, düşüncelerimiz yapay, hislerimiz yok edilecektir.
Tüketmek için yaşayan ve yaşamak için tüketen, kendi kuyruğunu yiyen yılan misali bir döngüye hapsolmuş dünyamız da, küreselleşmenin etkisiyle; yalnızca haz almaya odaklı bedenler inşa edilmiş ve artık insan, özünde ki insani değerlerden soyutlanıp kontrol edilebilir bir tüketim makinesine dönüştürlümüştür. Dolayısıyla kendi bedeni üzerinde her hangi bir iradeye sahip olamayan bir toplum kendisine dayatılan karşı konulamaz arzularının esiri olmuştur. Kapitalizm, emperyalizm gibi kavramlar, adeta kendinden geçmekte olan makineleşmiş bu insan için bir anlam ifade etmemektedir. İnsani duyguların dahi tüketim malzemesi olması kaçınılmaz olmuştur.
Mecaziyet olmaksızın doğrudan bir düşünelim; organsız bir beden olur mu?
Gözler olmadan göremez, kulaklar olmadan duyamayız, ellerimiz olmadan dokunamaz ve varlığı dahi hissedemeyiz.. Beynimiz olmadan akledemez, kalbimiz olmadan yaşayamayız vb. bir sürü madde sıralayabiliriz her organımız için. Materyalist düşünce açısından belki de varlığımızı bile kanıtlayamayız. Peki ya insan diye tabir ettiğimiz varlık yalnızca organlar sayesinde yaşayabilen bir et ve kemik parçasından mı ibarettir? Bu sorunun cevabını her bireyin kendi varlığında bulması gereklidir. Ancak giderek bilinçsizleşen ve narsist duyguları uyarılmış bir toplum için bu hiç de kolay olmayacaktır..
Organsız bir bedenin olamayışı kadar İnsani özünden uzaklaşmış ruhsuz bir bedenin de bir insan olarak değerli görülmesi olanaksızdır. Küreselleşen dünyada yalnızca bir tüketim nesnesi haline gelmiş ve her bireyin en önemli sermayesi olmuş bedenler; İNSAN diye tabir ettiğimiz değerli varlığımıza yapılmış bir ihanetin göstergesi değil midir?.. Yalnızca bedenine yatırım yaparak kendini değerli kıldığı yanılgısına düşen birey; şişirilmiş egosunun verdiği özgüvenle, özgürlüğünü diğerlerinin özgürlüğünü kısıtlayacak dereceye varıncaya kadar hiç durmayacaktır. Sonuç olarak; giderek suç oranlarının arttığı, kötülüğün yayıldığı, kötülerin toplumda önemli kademelere getirildiği, kimsenin kimseye güvenmediği ve artık iyiyle kötünün ayırt edilemez hale geldiği küreselleşen dünyada, hiç kuşkusuz organsız bedenler gibi İNSAN’SIZ laşan toplumlar inşa edilmiştir. Yalnızca maddesel anlamda, güçlü olanın insan gibi yaşamayı hak edebileceği, ancak ne kadar güçlü olsa da İNSAN olamadığı bir çelişkiyi yaşayacaktır insanoğlu. Vahşi doğanın vahşi hayvanları arasında ki güç savaşı, insan sahnesine inmiş ve roller değişmiştir artık..
Kuşkusuz yaşadığımız evrenin en değerli varlığı olarak görülmesi gereken İNSAN, giderek vahşileşen dünya sahnesinin kralları olan Küresel güç odaklarının elinde; bilinçli olarak yazılmış senaryoların bilinçsiz aktörleri olarak yaşamaya ve giderek metalaşmaya mahkum edilmiştir.
Tüm değerleri yok edilerek bireyselleşen insan, sonunda; ne bir aile, ne bir toplum ve hatta bir milletin dahi parçası olamayacak kadar BEN’lik ülkesini benimsemiş, yurtsuzlaşan bedenler de hapsedilmiştir…