Chaplin’in Dilinden Sinemanın Göçmen Meselesine Verdiği Cevap – “Göçmen”
Chaplin’in “Göçmen” filmini üç başlıkta ele alabiliriz:
1. Göçmenlerin ABD’ye yolculuğu:
Göçmenlerin durumunu daha yolculuk sırasında gözlemleyebiliyoruz: Sefillik ve çaresizlik… Ülkeye ayak bastıklarında da gemideki durumdan farklı bir şeyle karşılaşıp, karşılaşmayacaklarını tahmin edememektedirler. Balık istifi edilmiş bir gemide, hiç bilmedikleri bir ülkeye, meçhule doğru yol almaktadırlar. Bu yolculuk sırasında kimi yolcular birbirlerini düşman olarak görürken, kimileri ise yeni başlayacak dostlukların temellerini atmakla meşguldürler. Nihayet ABD ufukta görülür. Hayallerini süsleyen ülke ve onun dünyaca ünlü “Özgürlük Heykeli!” ilk göze çarpandır.
2. Göçmenlerin ABD’de buldukları / göçmenleri bekleyenler:
Tüm zorluklardan sonra umutların ülkesi ABD’ye ayak basan göçmen işçiler orada da aradıklarını bulamazlar. Göçmen filmindeki karakterimiz Şarlo da bunlardan birisidir. Sokaklarda aç olarak dolaşmaktadır.
3. ABD toplumunun göçmenlere bakışı:
ABD toplumundan bir manzara sunan lokanta sahnesinde, karakterin uyumsuz pozisyonu ve garsonun kendisini toplumsal ahlak kurallarına göre düzeltmeye çalışması bize ABD toplumunun bakış açısını sunar. Belli kurallar vardır ve bu kuralların dışına çıkmak toplumun dışında kalmakla eşdeğerdir.
Ağlayan Çayır – Theo Angelepoulos
Angelepoulos’un “Ağlayan Çayır” adlı filmi uzun yıllara yayılan bir dönemi Yunanistan ölçeğinden yola çıkarak tüm insanlığa anlatıyor. Filmin daha başında, Ukrayna’nın Odessa şehrinden 1919’da toplu halde Yunanistan’a göçmek zorunda kalan Yunan mültecilerle karşılaşırız. Mültecilerin içinde bulunan bir ailenin başından geçen trajik öykü, bize bizi 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar bir Yunanistan panaromasını verir. Türlü türlü ailevi ve toplumsal zorluklarla bir araya gelmiş genç bir çiftin işsizlik ve Yunanistan’da artan kargaşa ortamından kurtulmak için ABD’ye göç etme hayali sadece genç adamın gidebilmesi ile sonuçlanır. Genç adam gittikten sonra belgeleri ayarlayıp karısını ve iki çocuğunu da ABD’ye alacaktır. Ancak bu hiç mümkün olamayacaktır. Hatta en son bunun için 2. Dünya Savaşı’nda ABD ordusuna yazılacaktır; ancak bu savaş onun için son yolculuk olacaktır.
İşte Özgür Dünya – Ken Loach
Özgür bir ülke olan İngiltere’de geçen film, Ken Loach’ın gözünden Avrupa’nın özgürlük kavramını tartışmaya açıyor. “Kimler özgür olabilir?” sorusu filmin en önemli sorularından bir tanesidir. Aynı zamanda İngiliz işçi sınıfı için değişen koşulları da göstermektedir bu film. İngiltere’ye kaçak olarak getirilen işçilere nasıl muamele yapıldığı ve bazı kişilerin onların sırtından nasıl paralar kazandığını çok iyi görebiliyoruz İşte Özgür Dünya filminde. Filmi tamamen izleyip bitirdikten sonra, “Bu nasıl özgürlük?” diye sormamak elde değil. Adeta hayvan gibi davranılan göçmen işçiler borç içinde yüzdükleri ülkelerine dönmemek için ellerinden geleni yapmaya çalışmaktadırlar.
Sonuç
“Göç yolculuğunun, sorgulamaksızın hattan bir klişeye dönüşür biçimde umuda yolculuk olarak görüldüğünü, yolculuğun bu isimle anılır olduğunu biliyoruz. 1960’larda yaşanan Avrupa’ya göçün ekonomik nedenlerin, 2. Dünya Savaşı sonrası emek ihtiyacını karşılamak için ‘misafir işçi ağırlayan’ koşulların bugün için de geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Bu göç yolculuğu daha iyi yaşam koşullarına kavuşacağını düşünen ya da geri döndüğünde böylesi koşulları oluşturacağını düşünen insanlar için ‘umuda yolculuk’ olarak düşünülebilir. Avrupa’ya hâkim sosyal devlet anlayışı henüz yaşamaktadır o dönemde çünkü. Oysa, bugün böylesi bir çerçeveden bakıldığında göç eden insanların beklentilerinin ‘umuda yolculuk’tan farklılaştığını, beklentisizliğe; bir belirsizlikten bir başka belirsizliğe gözleri kapalı, önü görülmeyen ve sonu da olmayan bir yolculuğa dönüştüğünü söylemek mümkün. Göç süresinin yanı sıra göç nedenleri de farklılaşmakta: Bir neden göçe zorlanmaları, yersiz yurtsuz bırakılmaları, bir başka neden yaşadıkları ülkelerde savaş koşullarının hüküm sürmesi. Dolayısıyla daha iyi yaşam koşullarına kavuşma beklentisi tek başına durumu açıklamıyor, bundan öte temel yaşamsal nedenler daha belirleyici oluyor. Bu yolculuğun “yasal” bir yolculuk olduğu da söylenemez. Yasal olmak kapıdan girebilmek demektir. Avrupa kim, ne için bir umut sorusu bir yana, Avrupa’nın kapıları kapalı. Sahillerinde yabancı göçmen çıkarmasıyla karşılaşan ülkeler birbirlerine senin sahilinde vurdu diye insan iade etmeye dahi çalışıyorlar. Sınırlardan gizlice, bir başka ülkede satmak üzere “mal” getirip götürenlere verilen isim “kaçakçılar”, şimdi “insan ticareti” yapanlara da deniyor.” (Elif Genco, Mayıs 2004, YENİ FİLM)
Göçmen sorunu hem edebiyatın hem de sinema sanatının oldukça önemli bir sorunudur diyebiliriz. Türkiye sinemasında da özellikle Yeşilçam döneminde ve sonrasında çekilen birçok filmde Türkiye’de iç göç ve Avrupa’ya göç etmiş yurttaşlarımız için güzel filmler yapıldı. Bu konuyu bana düşündürdüğünüz için teşekkürler Önder Bey.