Beklediğin yerde beklediklerin gelmez. Sen de gidemezsin… Sanki ayaklarında görünmezden bir kelepçe var; ayaklarda paslanmış. Bildiğin en güzel kelimeler de aklından toparlanıp bir bavulla çıkmış yola. Hasretmiş sanki bütün güzelliklerin mimarı kadına. Ben çok bekledim. Şimdi sen gelmeyeceksin biliyorum. Ben ölümümü bekliyorum onun için. Ya sen? Sen bilebiliyor musun? Hayır. Sen susuyorsun. Ve sen hep susacaksın. Ve bütün aradığım sen’ler de susacak. Kimse anlamayacak ve anlamaya gitmeyecek halimi. Halimizi. Biz bitik bir grubun en bitkin üyeleriyiz. Halimiz; biri bizi gördüğünde bitecek. Ama hangi yüzyıla denk gelir, hangi ben’e gelir bilemiyoruz. Keşke görebilsek ölümden sonrasını da ölmeden önce tatmadığımız acıların tadını bilmemiz gibi.
Birçok şeye ilgi duydum hayatta. Hayatta aşk kadar hiçbir şeye ilgi duymadım. Zaten aşkta bana ilgi duymadı. Aşk beni duymadı. Aşk, sevgi bana ne kadar uzak bir iklim ki hiç gidemedim, göremedim. Aşk benim ölümlü olduğum bu mecranın sahibine kavuşmaktan daha ne olabilir ki? Ben sadece şu ateşiyle kavrulduğum dünyanın üstündeyken birinin benim alevime su serpmesiydi. Neden hiç bunu yaşayamadım ki? Sebeplerini bilmediğim birçok sonuçla karşılaştım ağır aksak yaşamımda. Sürüncemede kalmış yaşantım, taşıyamam dediğim vücuduma memleket olmuş. Bunu ne ben istemişim ne de birileri umursamış. Bir şeye, beni – bizi hasretten bitiren bir şeye ölümlü bir bakilikte muhtaç beklemeyi göze almışız.
Kim gördü o acizin halini? Kim kurak topraklarına bir damla su oldu? En büyük özlemimizin bir yaşayamamaktan kurtaracağı günü sabrın son safhasında bekledik. Ama kim gördü halimizi? Söylenmiş o derin sözleri kim işitti ki? Cevabını alamadığımız soruları sormuş durmuşuz. Bizi, bizden kurtaracak o kudret kimde, onu aradık durduk. Bekledik… bekledik ki gelsin, kurtarsın iğne ucuna benzeyen uçurumdan.