Tolga’yla saat üç buçuk gibi Saffet Abi’de buluşacaktık. Burası liseden beri geldiğimiz, adını mekanın sahibinden alan çay eviydi. Çay evi deyip geçmek eksik olurdu, çünkü burası Balıkesirli gençlerin bir nevi buluşma yeriydi. Tolga’yla ne zaman görüşecek olsak bana buluşma saatiyle birlikte bu çay evinin ismini söyler (“On iki buçuk, Saffet”) ve buluşma saatinden 15-20 dakika önce buraya gelip meyveli sodasını içmiş olurdu. Ama bu seferki buluşmada söylediği saatten önce ilk defa Saffet Abi’de yoktu. Buluşma saati geldiğinde de ortalıklarda görünmedi. İki çayla beş sigara içtiğim 42 dakika boyunca da Tolga, Saffet Abi’ye gelmedi.
Üçüncü çayı söylemek yerine -çay dağıtan çocuk demir tepsisiyle yanı başımda dolanıp duruyordu- Tolga’yı aramaya karar verdim. Hem daha önce niye aramamıştım ki, sanırım tek başıma çay sigara yapmak hoşuma gitmişti ama bir süreden sonra yalnızlığın verdiği hüzün duygusu sol yanıma doğru kan ponpalamaya başlamış, ben de durumun ciddiyetini kavramıştım. Bu acil durum alarmıydı, eğer biraz daha geç kalırsam yalnızlık beni esir alacak ve Tolga dahil başka hiç kimseyle görüşmek istemeyecektim. Akıllı telefonumun rehberinde hemen Tolga Balıkesir’i bulup yeşil arama tuşuna dokundum. Bir süre sonra telesekreterin mekanik ve halden anlamaz sesi duyuldu: “Aradığınız numaraya şu anda ulaşamıyor, lütfen daha sonra…” Kapattım. Daha sonra falan deneyemezdim. İnsan bir saat de bekletilmez ki kardeşim (halbuki bir saatin dolmasına daha 12 dakika vardı). Tabureyle aynı yükseklikteki küçük ahşap masaya iki çay parası bırakıp Şan’a doğru yürümeye başladım.
Şan Cafe ise Balıkesir gençlerinin ikinci uğrak yeriydi. Saffet’de buluşma ritüelinden sonra doğruca buraya gelinir, batak ya da king atılırdı. Şan’da iki saat önce Saffet’de buluşmuş en az dört kişilik bir ekibin olduğuna emindim. Evet işte Ulaş’ın elindeki iskambil destesine masum ve düşünceli bakan yüzünü görmüştüm bile. Masum ve çocuk yüzü her zamanki Ulaş yüzüydü, düşünceli yüzünün nedeni ise king’de cezaya kalmış olmasıydı. Koz söyleme hakkı bitmişti, mecburen el almaz diyecekti ama elinde 3 as, 3 papaz, 2 de kız vardı. Bu son eldi ve batmaması için beşten fazla almaması gerekiyordu. Tolga karşıdan her zamanki neşeli tavrıyla seslendi: “Hadi kanka, bugün oynıcan mı?”. Ulaş elindeki kağıtlara bir daha baktı ve … bir dakika, az önce Ulaş’a kim seslenmişti? Başımı kaldırıp baktım: Tolga’ydı!
“Lan puşt, sen ne arıyon burda! Ben bir saattir seni bekledim ya Saffet’te…”
“Ya kanka ben seni yarım saat bekledim gelmedin, sen gelmeyince ben de Şan’a geçtim.”
“Nasıl bekledin pezevenk! Ben bir saattir ordayım!”
“Niye bir saattir ordasın ki?”
Tolga ağzımdan çıkacak her söz sanki bir kahkaha malzemesiymiş gibi dikkatle yüzüme bakıyordu.
“La oğlum sen üç buçukta buluşalım demedin mi?”
Evet, Tolga her kelimenin hakkını vererek tam 7 hayır 8 saniye boyunca aralıksız güldü.
Ankara‘da makine mühendisliği okumanın verdiği özgüven ve kabalıkla esaslı bir küfür savurdum. 8 saniye nihayet dolmuştu. Tolga kendine gelip “Kanka ben sana iki buçuk da buluşalım diye mesaj attım ya sonra” dedi.
Doktor Yekta’nın karşısında oturan Anıl Can sözü aldı, cümlesini bitirdikten sonra onun da en az 5 saniyelik bir kahkaha patlatacağı belliydi: “Ya ben de diyorum Tolga niye bana durduk yere ‘İki buçuk, Saffet” diye mesaj attı”.
Ben hariç herkes yine kahkahalarla gülmeye başladı. Bu seferki tam 12 saniye sürdü. Eli 8 almış Ulaş bile kartları masaya koymuş katıksız gülüyordu.
“Hepinizin …” diye başlayan bir küfür daha savurdum. Bu sefer fazlasıyla hak ediyorlardı. Tolga’ya beni yarım saat bekleyip de neden aramadığını sormadım, belli ki şarjı bitmişti; hem onlara yeni bir kahkaha malzemesi daha sunmak istemiyordum. Ses çıkarmadan masadaki tüm hesabın kendisine kaldığı Ulaş’ın yerine geçtim. Onlara para yerine çay ve kahve pullarının ortaya konulduğu kumar masasında hadlerini bildirecektim. Kartları karmaya başladım ve birden bu çocukları ne kadar çok sevdiğimi düşündüm.
Kartları birer birer dağıtırken “Hepinizin…” diye başlayıp küfrümün sonunu getiremeden kendim de kahkahalarla gülmeye başladım. O sırada hepimiz bir yerden tanıdığımız ama kim olduğunu tam çıkaramadığımız bir ses duyduk.
Dış ses:
“Hayat sanırım sıradan şeylerle eğlenip farklı mutluluklar bulmaya çalışırken sıkılmaktan ibaretti. Eğer Balıkesir’de yaşıyorsanız bu daha bir belirgindi.”
“Neyse boş verin, kimse kim. Koz söyle lan ibne.” dedim Tolga’ya hala kızgınmışım gibi sahte bir tavırla.
Tolga: “Senin güzel hatırın için kupa diyorum Doğuşçuğum”
Dış ses (alınmış ve umursamaz bir tavırla):
“Evet Balıkesir’deyseniz bu daha bir belirgin…”
Balıkesir’de gerçekten daha da belirgin.