Aziz’in ellerini hep sıcak bulurdum. Bir şairden okuduğuma göre çöpçülerin elleri de hep sıcak olurmuş. Olurmuş, diyorum, çünkü çöpçülerle hiç tokalaşma imkânım olmadı. Fırıncılarla da öyle.. Ama Aziz her gün gelirdi ve ben hiç tereddüt göstermeden Aziz’in isli, kirli elleriyle tokalaşırdım.
Aziz, bir oto lastikçinin gönülsüz elemanıydı. Alnının hemen üstünde son bulan saçları, daha fazla çekilmeye niyeti olmayan çekik gözleri buralı olmadığının ispatıydı. Birçok yerden olabilirdi, ama buralı değildi, belliydi. Suriyelilerin, Gürcülerin, Afganların, Nijeryalıların ve Pakistanlıların bol bulunduğu bu muhitte, Aziz Türkmenistan’ın gönülsüz temsilcisiydi. Tam çekilmemiş gözleri, onu potansiyel Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan vatandaşlarından biri gibi gösterse de, Türkmenistanlıydı, en güzel Türkmenistanlılardandı.
Hep öyle olur; mazluma ağrıyan yeri değil, bu ağrıyı nereden getirdiği sorulur buralarda.
Aziz, 7 sene evvel, gayet de yasal yollardan, kapı gibi pasaportuyla kapıları aça aça Türkiye’ye girince, tüm gurbetçilerin evrensel hayâlini beslemiş: Memleketine elinde parayla geri dönmek. İşte bu oto lastikçiye de öyle girmiş Aziz. Girmiş ama çıkamıyor bir türlü. Önce lastikçinin kapıları, ardından ülkenin çıkış kapıları kapanmış kendisine. Bir hâlden bilmez patrona pasaportunu rehin verince, geri alması mümkün olmamış. ‘’Biraz daha çalış, öyle veririm pasaportunu’’ demişler. Aziz tam 7 yıldır hep ’’biraz daha’’ çalışır. Kimi, kime şikâyet edecek?
7 yıldır en lüks araçlar geçer Aziz’in elinden. Her renkten, her modelden arabalar.. Birine dahi binip sürmüşlüğü yoktur. Sokrat’ın kuyumcu vitrinine bakması gibi umarsız bakmıştır Aziz de bu arabalara. Patronu da Aziz’e öyle bakar. Herkesin umarsız baktığı bir şeyler vardır bu dünyada, kimin neye baktığıdır esas mesele. İnsanın eşyaya heves etmemesi anlaşılır elbet, fakat insanın insana kem gözle bakması, eşyadan insana bulaşan bir özellik olsa gerek.
7 senedir sıcaktır Aziz’in elleri. 7 senedir lastiklerin, hasta arabaların, sızan mazotların arasında uyur. Aziz’in yalnız elleri sıcaktır. Etrafı metal soğukluğuyla sarılmıştır.
Her akşam muhakkak gelir dükkâna Aziz. Üzerinde kocaman harflerle ‘’Yüksek Oto Lastik’’ yazan mavi tulumu Aziz’in kara yüzüyle tezattır. Yüksekliği de tezattır. Aziz buralara tezattır. Uyumadan evvel içini ısıtacak içecekler alır her gece. Bana sorsa ama, elleri gibi içi de sıcaktır Aziz’in.
Kendi ülkesinden bahseder bazen. Türkmenistan’da evler buradakilerden daha geniş, elektrik ve doğalgaz beleşmiş. Ne yaman çelişkiydi. Buradakilerin para yetiremediği, uğrunda sabah-akşam çalıştığı, aşağılandığı, hırpalandığı, yeri gelince ondan mahrum kaldığı şeyler başka ülkelerde öylesine veriliyordu. Ama oralarda da para kazanılamıyordu. Burada para kazanılıyor ama yetirilemiyodu. Aziz’e bu çelişkiyi anlatsam anlar mıydı, bilemiyordum.
Bir gece tüm mahalle önce turuncuya sonra griye bulandı. Pencerelerini açanlar turuncu alevlerin cadde boyunca uzayıp gittiğini gördüler. Hâlâ uyuyanlar ise alevlerin göğe uzadığı yerlerden gelen sevinç çığlıklarıyla uyandılar. Yüksek Oto Lastik’in bulunduğu caddeye atılmış onlarca araba lastiği yakılmış, simsiyah dumanlar kesif bir koku yaymıştı. Sokak çocukları lastiklerin üzerinden atlıyor, kendilerine eğlence yaratıyorlardı. Üzerimde beyaz atlet ve pijamayla, terlikleri bile ters giyerek alelacele çıktım evden. Atölyenin kapısı açıktı. İçeri girdiğimde bütün arabalarının lastiklerinin sökülmüş olduğunu gördüm. Dişsiz kalmış ihtiyarları andırıyordu arabalar. Hemen Aziz’in geceleri uyuduğu yere baktım, Aziz yoktu.