Attilâ İlhan’ın Şiirlerinde İstanbul
Attilâ İlhan’ın şiirleri içerisinde İstanbul temalı veya İstanbul’a değindiği çok sayıda şiiri vardır. Bu şiirleri tahlil etmek için şairin hayatını ve yaşadığı dönemin sosyal – siyasal olaylarını incelemek gerekir. Ayrıca, Attilâ İlhan’dan daha önce yaşamış ve İstanbul’u anlatmış birçok şair olduğu da bir gerçektir ve onların da İstanbul için ne düşündüğünü bilmeden Attilâ İlhan’ın şiirinde İstanbul konulu bir çalışma yapılması düşünülemez.
Bu çalışmada, Attilâ İlhan’ın şiirlerinin tahliline girmeden önce giriş bölümünde divan edebiyatı şairi Nedîm’den başlayarak Servet-i Fünûn edebiyatından Tevfik Fikret ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde yaşamış Yahya Kemal’in, İstanbul’a nasıl baktıkları yer almaktadır. Daha sonra Attilâ İlhan’ın yayımlanmış on iki şiir kitabında yer alan tüm İstanbul şiirlerinin bir özeti mahiyetindeki “Ben Sana Mecburum” adlı şiir kitabındaki şiirlerinin tahlili verilir. Sonuç bölümünde ise, Attilâ İlhan’ın İstanbul’u nasıl algıladığı ve bunu şiirine ne şekilde yansıttığı, ondan önce İstanbul’u konu edinen şairlere göre farklı düşünceleri yer almaktadır.
At Attilâ İlhan’s Poems İstanbul
Within Attilâ İlhan’s poems, he’s a large of his poems with the theme of Istanbul or who’s been refered to Istanbul. In order to analyze these poems that’s supposed to study carefully the poet’s manner of life and the social – political occurences of the period he lived as well. Also it’s the truth that a lot of poets who’s lived before Attilâ İlhan so that being relanted Istanbul. And besides,not to know what they think about Istanbul that can not be thought of to make a studying with the theme of Istanbul at Attilâ Ilhan’s poems.
At this working, before not to analyze Attila İlhan’s poems in the introduction of it which’s comprised beginning a classical Ottoman poet Nedim and Tevfik Fikret from the classical Ottoman poetry of Servet-i Fünun and how Yahya Kemal was looked over Istanbul who’d lived at the transtion period to the republic from the Ottoman period. Later on as the summary of complate Istanbul poems at which’s consisted of twelve poem books being published relating to Attila İlhan. At his poem book which called by “I Feel Obliged To You” the analysis of his poems are comprised. At the part of concluding how Attila İlhan was perceived Istanbul and what kind he was reflected this to his poem is able to comprised with his different thoughts that according to the other poets who’d made a subject of Istanbul before him.
Giriş
Türk şiirinde İstanbul oldukça fazla yer tutar. Divan edebiyatının büyük bir bölümünü İstanbul şiirleri oluşturur. Divan edebiyatından sonra gelişen Tanzimat edebiyatı, Servet-i Fünûn edebiyatı ve sonrası, her dönem şairler için İstanbul en önemli mekânlardan biridir. Denilebilir ki, İstanbul için şiir yazmamış şair yok gibidir; ancak bazı şairler İstanbul şairi olarak adlandırılmayı hak ederler. Attilâ İlhan’ın şiirinde İstanbul’u incelemeden önce İstanbul’a şiirlerinde çokça yer veren, yazdığı şiirlerle günümüzde de hâlâ yaşamaya devam eden şairlerin İstanbul’a bakış açısını incelemek gerekir. Bu edebi şahsiyetleri; Divan edebiyatı için Nedîm, Servet-i Fünûn edebiyatı için Tevfik Fikret ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bağlanan dönem için Yahya Kemal olarak ele alabiliriz.
Divan edebiyatında İstanbul’un kapladığı yer çok fazladır. Şöyle de denilebilir, İstanbul’un yeri divan şairleri için özeldir. Agâh Sırrı Levend, “Divan Edebiyatı” adlı eserinde bu noktaya dikkat çeker: “Asırlarca Osmanlı İmparatorluğunun merkezi olarak şöhretini bütün dünyaya duyuran İstanbul, divan edebiyatında hususi bir mevki alır. Tabiî güzelliği ve (âb-ü heva) siyle, camileri, mescitleri, kühsarları, bağları, hamamları ve her türlü eğlenceleriyle, nihayet ilim ve hüner sahiplerine sığınacak yer olmak haysiyetiyle Türk dünyasının gıptasını çeken İstanbul’un, divan şairlerince övülmesi kadar tabiî bir şey olmaz.”[1]
Nedîm, “Lâle Devri” olarak adlandırılan 1718 ile 1730 yılları arasında ün salmış bir “İstanbul Şairi”dir. Levend, kitabında İstanbul hakkında şairlerin hissiyatlarını çeşitli kategorilere ayırır. Bu çalışmada Levend’in yapmış olduğu kategoriye bağlı kalarak Nedîm’in bir Divan şairi olarak İstanbul için neler hissettiğini özetle vereceğiz. Buna göre İstanbul, ilim ve irfan kaynağıdır; yani hüner ve marifet sahiplerinin sığınacağı yerdir.[2]
İstanbul, her türlü iyiliği ve kötülüğü içinde barındırır; yani iyi de kötü de aradığını İstanbul’da bulabilir:[3] İstanbul’un güzel dilberi çoktur; yalnız dilberi biraz vefasızdır:[4] Genellikle İstanbul methedilir:[5]
Servet-i Fünûn edebiyatı şairlerinin hepsi birer İstanbul şairi sayılmalarının yanı sıra, hepsinin bir izdüşümü olarak Tevfik Fikret’i ele alabiliriz. Fikret’in “Sis” şiiri İstanbul’u tema olarak seçtiği en belirgin şiirlerinden birisidir.
Mehmet Kaplan, “Tevfik Fikret, Devir – Şahsiyet – Eser” adlı kitabında bu şiir için, “Sis şiiri esas itibariyle Fikret’in daha önce birçok örneğini verdiği sembolik tablo veya tasvir şiirlerinin belirli bir mekân, zaman ve sosyal hayata tatbikinden ibarettir”[6] der. Fikret, şiirde kendisini şehir ve toplumdan soyutlar ve uzaktan bakınca gördüklerini bir tablo çiziyor gibi anlatır. Türk edebiyatında İstanbul, ilk defa “Sis” ile kötü ve olumsuz bir şehir olarak ele alınmıştır. Divan edebiyatında Nedîm ve diğer şairler, İstanbul’u yüksek bir medeniyet şehri olarak tasvir ederler. Fikret sadece menfi bakmakla yetinmez, aynı zamanda nefretini de açıkça belli eder.
Sis şiirini, dönemin şartlarına ve Fikret’in hayatına göre düşünmek gerekir. Mehmet Kaplan’ın Ruşen Eşref’ten aktardığına göre: “O sıralarda bir polis her gün evini göz altında bulundururmuş. Rutubetli bir şubat günü sis denize olanca kesafeti ile çökmüş. Akşama kadar suların üstünden sıyrılamamış. Polisin duvarı ile sisin duvarı arasında kalan şair, o gün bütün bir devri bütün dertleriyle duymuş.”[7]
Mehmet Kaplan şiiri üç bölümde inceler. Bunlar; şehrin genel görünüşünün bıraktığı toplu izlenim, şehri vücuda getiren çeşitli maddi varlıklar ve onların temsil ettikleri mana, son olarak da şehirde yaşayan insanlar, ahlakları ve davranışları, çeşitli zümreler ve tiplerdir.[8]
Fikret, bu şiiriyle tüm nefretini İstanbul’a kusar. Böylece yüz yıllardır devam eden divan edebiyatı geleneği bir anda yerle yeksan olur. İstanbul, artık kötülüklerin anası, şairin benzetmesiyle yaşlı ve ahlaksız bir kadındır. Bununla da yetinmeyen şair, sisi tüm kötülükleri örten bir perde olarak görür. Kaplan, Fikret’in gördüğü İstanbul’u şöyle tarif eder: “Fikret’in çizmiş olduğu bu manzara eski, çökmüş, zavallı bir şehir intibaını uyandırır. Ahlaksızlık, tantana, fakirlik ve sefalet… İşte Fikret’in gördüğü II. Abdülhamid devri İstanbul’u.”[9]
Yahya Kemal Beyatlı, titizlikle yazdığı şiirlerinde birçok kez İstanbul’u konu edinir. Osmanlı’nın son döneminde yaşayan şair, İstanbul’da gördükleri aslında pek iç açıcı şeyler değildir. Mehmet Kaplan, “Şiir Tahlilleri” adlı eserinin ilk cildinde bu konuda şöyle der: “Tanzimat’ın başından İstiklâl mücadelesine kadar, Avrupalıların ‘hasta adam’ adını verdikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun mukadderatı, Türk münevverlerini, ümitsizlik, cesaret ve korku, hayâl ve kötümserlik kutupları arasında, sürekli bir buhran içerisinde bırakır. Yahya Kemal, ‘hasta adam’ın son demlerine şâhit oldu.”[10]
Yahya Kemal’in birçok şiiri İstanbul’u anlatır. Yahya Kemal, şiirleriyle İstanbul’a yön verir. Şairin “Kendi Gök Kubbemiz”[11] adlı şiir kitabında yer alan çoğu şiirin ismi dahi İstanbul ile ilgilidir; ayrıca ismi İstanbul ile ilgili olmayıp konusu bakımından İstanbul’da ilham aldığı çokça şiiri de vardır bu kitapta. Bu şiirlerden bazıları şunlardır: Süleymâniye’de Bayram Sabahı, İstanbul Fethini Gören Üsküdar, Âtik-Valde’den İnen Sokakta, Üsküdar’ın Dost Işıkları, Koca Mustâpaşa, İstinye, Fenerbahçe, Maltepe, İstanbul Ufuktaydı, İstanbul’un O Yerleri, Moda’da Mayıs, Erenköyü’nde Bahar. İstanbul’dan ilham aldığı şiirler de şu şekildedir: Bir Tepeden, Bir Başka Tepeden, Gece, Siste Söyleniş, Hâyal Şehir, Ziyâret, Eski Musîkî, Mevsimler, Kar Musîkîleri, Akşam Musîkîsi, Eylül Sonu, Ok, Bedri’ye Mısrâlar, Karnaval Ve Dönüş, Mihriyar, Yol Düşüncesi, Gezinti, Hüzün Ve Hâtıra, Ses, Eski Mektup, Aşk Hikâyesi.
Yahya Kemal, İstanbul’un her köşesini, sokağını, semtini yaşar, hisseder ve şiirlerine yansıtır; çünkü şair için İstanbul, sadece güzellikleriyle var olan bir şehir değil, değerleriyle yaşayan bir şehirdir. Yahya Kemal, Koca Mustâpaşa şiirinde semtin mü’min, mütevekkil, yoksul özelliklerini öne çıkarır.[12] Yahya Kemal, Üsküdar’ı “İstanbul Fethini Gören Üsküdar” adlı şiirinde, İstanbul’un fethine ve peygamber müjdesinin gerçekleşmesine tanık olduğu için imrenilecek bir şehir olarak görür.[13] Yahya Kemal, her ne kadar şehrin güzelliklerinde bahsetse de şehrin sıradan insanının yaşamına dair de bilgiler verir şiirlerinde. Şairin, “Atik – Valde’den İnen Sokakta” şiiri bu temayla yazdığı bir şiirdir.[14]
Görüldüğü üzere, Yahya Kemal yüzyıllar boyu oluşan bir birikimin sentezi gibidir. Şöyle ki, divan edebiyatının tezine karşı oluşan Tanzimat antitezi ve buna karşı Servet-i Fünûncuların refleksi ve sonunda Yahya Kemal’in tüm bu diyalektik gelişimi bir sentezle harmanlaması sonucu ortaya çıkan şiiri. Yahya Kemal’in İstanbul’a bakışı da aynı sentezin ürünüdür. O, ne divan şairleri gibi yüzeysel güzellikleri ele alır, ne de Servet-i Fünûn şairleri gibi nefretle bakar İstanbul’a. Yahya Kemal, tarihiyle, maneviyatıyla, güzellikleriyle ve her daim şiirinin dokusuna sinen beşerin yaşam tarzıyla ele alır İstanbul’u ve hissiyatındaki duygularla buluşturur şiirinde.
Attilâ İlhan’ın Şiirlerinde İstanbul’un Değerlendirmesi
Ben Sana Mecburum
Attilâ İlhan, “Ben Sana Mecburum” adlı şiir kitabını ilk kez 1960 yılında yayımlar. Bir önceki şiir kitabıyla bu kitap arasında beş yıllık bir zamanın bulunmasının sebebi, şairin bu dönemde sinemayla ilgilenmesi ve nesir kitaplar yayımlamasıdır.
Uzun bir dönemin şiirlerinden oluşan “Ben Sana Mecburum” kitabında yer alan İstanbul ile ilgili şiirlerin değerlendirmesi aşağıda yer almaktadır.
İstanbul Ağrısı
[15] Attilâ İlhan, “İstanbul Ağrısı” adlı şiirinde gerilim dolu bir havada kendisinin İstanbul’la hesaplaşmasını, geçmişten geleceğe kurduğu köprünün karanlık, kötümser havasını dağıtmaya çalışır. Şair, kötülüklerin kaynağı olarak gördüğü İstanbul’a meydan okur adeta. Ayrıca şiir boyunca müthiş bir İstanbul tasviri vardır; bununla beraber İstanbul için yaptığı benzetmeler o güne kadar rastlanılmamış benzetmelerdir. Şiirin genel havası şairin oldukça öznel yorumlarını barındırır; yani aynı İstanbul’u gören bir sürü insan olmasına rağmen şairin gördüğü manzarayı hiç kimse görememektedir: “istanbul için yazılmış çok şiir vardır elbet, ama bu, ünlü şehrin başka bir espriyle başka bir düzeyden ele alınışıdır.”[16]
“kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
eğer yine istanbul’san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar
ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş
diz bağlıyor”
Attilâ İlhan için İstanbul, tesiri büyük sihir gibidir; ancak bu sihir şairi öldürmez, süründürür: “istanbul şehir büyüsüyle efsunlamıştı bizi, şiirde bu hissedilir.”[17] Bunun için şair, kendini zehirleme noktasına dahi varabilir. Şair, İstanbul ile girdiği çatışmada her ne kadar karşı koymaya çalışsa da sonuç olarak İstanbul’un emrinde olduğunu yineler:
“eğer sen yine istanbul’san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
sirkeci garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki haydarpaşa’dan
anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
sen eğer yine istanbul’san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğin attilâ ilhan’ı
zehirleyebilirim”
Şair, İstanbul ile çatışmaya anlık bir ara vererek İstanbul’un çeşitli mekânlarını ve insani tipolojileri hakkında bilgi verir. Aslında verilen bu bilgiler, şiirin devamında şairin İstanbul ile çatışmasında bir dayanak noktası olacaktır:
“sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
tarlabaşı pansiyonlarında bekârlar buğulanıyor
imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite’den
tophane iskelesi’ndeki diesel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor”
Şair, şiirin devamında İstanbul’a yüklenir ve ardından kendi durumunu açıklamaya girişir. Şair, limanda gördüğü gemilerin gittikçe gözünde devleşmesini İstanbul’un bir oyunu olarak görür ve kendine düşen kahrı anlatmaya soyunur. Şairin kendisine biçtiği kahır ise, şiirlerini afiş gibi duvarlara yapıştırmasıdır. Bu durum şair için basılamayan kitaplarını ve siyasi nedenlerden gizlemek zorunda kaldığı şiirlerini temsil eder. Ve böylelikle İstanbul zehrini şaire kusmaya devam eder. Bu durum şaire büyük bir çaresizlik hissini yaşatır. İstanbul’un verdiği ağrı bu şekilde gittikçe şairin içinde büyür. Şairin şiirlerinden oluşan afişleri astığı duvarların “Gümrük Duvarları” oluşu da anlamlıdır. Şairin de belirttiğine göre bu dönem Attilâ İlhan ve arkadaşlarının yurt dışına çıkmaya çalıştığı dönemdir: “yazıldığı yılları hatırlıyorum, mırç’la ve öteki bazı arkadaşlarla Paris yolculuğunu örgütlemeye çalıştığımız sıralardı, şehrin sokaklarında başıboş dolaşıyor, bazı bazı sahil kahvelerinde sabahlıyorduk, paramız yoktu ama engin bir gözü pekliğimiz, büyük hayallerimiz vardı.”[18]
“ulan istanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki istanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin”
Şair, her ne kadar İstanbul ile çatışıyor olsa da yurtdışına çıkınca herkese anlatmak ister İstanbul’u. Bu durum, İstanbul’un şairi ne derece etkilemiş olduğunun bir kanıtı niteliğindedir:
“eğer sen yine istanbul’san
yanılmıyorsam
koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim”
Şair, sonunda yenilgisini ilan eder. Her ne olursa olsun İstanbul kazanır şairin gözünde. Şair, kendini İstanbul’un emrine verir ve artık direnmenin faydasız olduğunu düşünür:
“sen
eğer yine istanbul’san
senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın istanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiçbir gün postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine istanbul’san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir”
Şair, şiirin son bölümünde İstanbul’a sitem eder. Şair, arkadaşlarıyla birlikte en ilkel duygularıyla İstanbul’a taptıklarını söyler ve bunu da en iyi İstanbul’un anlayabileceğini belirtir. Tüm bunlara rağmen İstanbul’un bu yapılanları unutması şair için sitem konusu olur. Şair, böylece İstanbul’dan son bir kez kendisini anlamasını ister:
“ulan bunu sen de bilirsin istanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylül’ünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan
unuttun mu
sana taptık”
Yorgun Serüvenci
[19] Attilâ İlhan, bu şiirinde kendi söylemiyle, “Şiir dolaylı olarak, toplumcu uğraştan, bu arada uğraşın hepimizi zaman zaman düşürdüğü umutsuzluklardan, kötümserlikten söz eder”[20] diyerek ana temini verir. Mehmet Kaplan, “Şiir Tahlilleri” adlı eserinde Attilâ İlhan için ayrılan bölüme “Yorgun Serüvenci” şiirini alarak tahlil eder;[21] ancak Attilâ İlhan, Mehmet Kaplan’ın siyasi görüşünün farklılığından dolayı kendisine bakış açısının taraflı olduğunu belirtir.[22] Şiirde İstanbul ile ilgili bölüm en başta yer alır. Şair, bu bölümde Emirgân’da içtiği yeşil sudan bahseder. Bu bölüm şiirin genel havasına uygun olarak karamsar ve kötümserdir. Şairin içtiği suyun yeşil olması, klorlu olması ve gökyüzünde ayın olmaması karamsarlığını niteler. Şair, bölümün sonunda da “büyük rezilliğimizi içtim” diyerek bu karamsar havayı taçlandırır.
Süleyman
[23] Attilâ İlhan, bu şiirinde kafasında yarattığı hayali karakter Süleyman’dan yardım ister. Şair, bulunduğu durumu karanlık ve belirsiz görür. Süleyman’dan bu durumu değiştirmesini ister. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Abbas” adlı şiirine benzer bir tema kullanır. Tarancı da askerliğini yaparken bulunduğu durumdan ve gençliğinin elinden gitmesinden yakınarak emir eri Abbas’tan bu durumu değiştirmesi için yardım ister: “Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan; / Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan…” [24]
Attilâ İlhan aynı temayı kullanmakla birlikte Süleyman’ın hayali oluşu onu Abbas’tan ayırır. Şiirin İstanbul’la ilgili bölümü Dolmabahçe Saati’yle ilgilidir: “dur dolmabahçe saatini dinleyeceğim / on ikiyi çalsın öyle getir hadi getir”. Attilâ İlhan, Süleyman’dan yardımlarını istedikten sonra birden aklına aslında onu da tanımadığı gelir: “sen kimsin süleyman bir de bu var”.
Büyük Yolların Haydudu
[25] Attilâ İlhan, “Ben Sana Mecburum” kitabının birçok şiirinde olduğu gibi bu şiirde de serüven temasını öne çıkarır. Şair, kendisini şehirden şehre atar ve belâdan belâya bulaşır.[26] İzmir, İstanbul, Paris üçgeninde salvolar çizen şair, bu şiirinde Margot adlı kadını ön plana alır. Margot, şairi derinden etkiler ve daha başka eserlerde de kendine yer bulur.[27] Şair, şiirin sonunda siyasi polisi de işin içine katarak serüveninin gerilim havasını daha da artırır.
Ömer Haybo’nun Son Günleri
[28] Attilâ İlhan’ın hem arkadaşı, hem de yapıtlarındaki kahramanlardan bir tanesidir Ömer Haybo. Bu şiir de Ömer Haybo’nun kişiliğine yönelik bir anlatı içerir:
Şair, Ömer Haybo’yu öyle sarhoş tarif eder ki, sanki Ömer Haybo her daim sarhoştur; hatta doğuştan sarhoştur bile denilebilir. Ömer Haybo, şaire göre kötü bir film izleyicisidir: “yirmi bir buçukta alkazar sineması’nda kötü seyirci”. Attilâ İlhan, Ömer Haybo’yu İstanbul’da yaşayıp İstanbul’un farkında olmayan ve yaptığı ne varsa niye yaptığı bilinmeyen bir karakter olarak tanıtır. Buradan anlaşılacağı üzere şair, İstanbul’da yaşamayı İstanbul’un farkında olup, onu tam manasıyla yaşamakla özdeşleştirir.
Belma Sebil
[29] Belma Sebil, Attilâ İlhan’ın hayalinde kurduğu bir sevgilidir.[30] Hal böyle olunca şiirde kuvvetli bir biçimde imkânsız aşk konu edilir. Zaten şiir, kitabın “İmkânsız Aşk” bölümünde yer alan bir şiirdir. Şiirde Kallavi Sokağı önemli bir mekândır ve dört dizede kendine yer bulur: “seni ben kallavi sokağı’nda gördüm (iki kez) / kallavi sokağı’nda güvercinler (iki kez)”. Şair, “kallavi sokağı’nda güvercinler” dizesine de iki kez yer verir. Böylelikle hiç görmediği bir kadının güvercin misali elinden uçup gitmesini anlatır. Güvercinler insana korkusuzca en fazla yaklaşabilen kuştur; ancak ne kadar yakına gelirse gelsin dokunmaya kalktığınızda bir anda uçup gider. Bu manasıyla şairin güvercin benzetmesi çok iyi kullanılmış bir imgedir.
Gece Buluşması
[31] Attilâ İlhan’ın aşk şiirlerinden birisidir. Şair, şiirde toplumsal mücadelenin içinde yer alan birisinin kafasının pek de uyuşmadığı bir kadına âşık oluşunu anlatır. Âşık olan kişinin hayatındaki gerilimi sevdiği kadına yansıtmamaya çalışsa da bu imkânsızdır: “belki gelmem gelemem beş dakika bekle git”. Şiirde İstanbul’la ilgili bölüm hemen şiirin başında yer alan “sen istinye’de bekle ben buradayım” dizesidir. Sevgilinin İstinye’de beklemesi gelişi güzel seçilmemiştir. Şaire göre, İstanbul’un merkezi Beyoğlu ve civarıdır. Bu yüzden İstinye İstanbul’un bir ucu sayılır. Şair, İstinye’de bekleyen sevgiliye gelemediği takdirde gitmesini; çünkü kendisinin karanlıkta olduğunu bildirir. Bu karanlık olan yerin Beyoğlu olma ihtimali çok yüksektir. Eğer Beyoğlu karanlıksa, İstinye de bunun tam zıttı olmalıdır; çünkü boğaz kenarında, yeşillikler içinde İstinye, Beyoğlu’nun karanlık, izbe sokak ve mekânlarına göre elbette ferahlığı, enginliği ve dinginliği temsil eder:
“sen istinye’de bekle ben buradayım
içimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
çünkü ben buradayım karanlıktayım”
Ben Sana Mecburum
[32] Attilâ İlhan’ın tutkulu bir aşkı yaşadıktan sonra yazdığı bir şiirdir. Attilâ İlhan, bu şiir için “Yanılmıyorsam şiddetli, hayli tutkusal bir aşk ilişkisinden sonra, kestane kızılı bir İstanbul sonbaharı boyunca yazmıştım”[33] der. Böylelikle şiirin genel havasını bir İstanbul sonbaharının hissettirdiği melankoli oluşturur denilebilir.
Attilâ İlhan, ayrı düştüğü sevgilisinin yokluğunu benimsemez ve bunu sevdiğine anlatmaya çalışır; ancak sevgilisinin de bu durumu anlamayacağından emindir: “ben sana mecburum bilemezsin”. Şair, sevgilisiyle ayrı düştüğü zamanın bir İstanbul sonbaharına denk gelmesini tesadüfî seçmez. Onun için İstanbul’da bahar ve yaz aşk mevsimleridir. İstanbul’da sonbaharın yaklaşmasıyla birlikte ayrılıklar kol gezmeye başlar. Şair, “ağaçlar sonbahara hazırlanıyor / bu şehir o eski İstanbul mudur” dizeleriyle aşk mevsiminin geçtiğini ve nasıl ki ağaçlar sonbahara hazırlanıyorsa, aşıkların da ayrılıklara ve ayrılığın verdiği yoksunluğa hazırlandığını belirtir.
Şair, şiirin dördüncü bölümünde “fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor” diyerek eski zamanları, hüzünlü bir ruh haliyle hatırlatır. Şairin gramofona yoksul sıfatını vermesi mecazi anlamdadır ve gerçekte yok olmuş aşkların yalnızlığını hatırlattığı içindir. Şair, aynı bölümün devamında “ne yapsam ne tutsam nereye gitsem / ben sana mecburum sen yoksun” diyerek tüm çaresizliğini ortaya koyar.
Şair, şiirin beşinci bölümünde sevgiliye çeşitli yakıştırmalarda bulunur. Bu dizelerde şair, sevgilisinin Yeşilköy’den uçağa bindiğini düşünerek aslında tekrar bir araya gelmelerinin imkânsızlığını dile getirir:
“belki haziran’da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor gözlerinden
belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun”
Şiirin son bölümü, şair için tüm olanların sebebi mahiyetindedir: “ne vakit bir yaşamak düşünsem / bu kurtlar sofrasında belki zor”. İstanbul gibi büyük ve bilinmezliklerle dolu bir şehirde sevmek ve sevdiğinle uzun bir yaşam düşünmek çok zordur şair için; çünkü İstanbul’un karanlık yüzü aşkların daimiliğine engeldir.
Dördüncü Krallığım
[34] Attilâ İlhan, İstanbul’da yaşadığı tutkulu bir aşktan sonra peşi sıra yazdığı şiirlerden biridir “dördüncü krallığım”. Aynı aşktan sonra yazdığı diğer bir şiir ise kitaba da adını veren “ben sana mecburum” adlı şiiridir.[35] Attilâ İlhan, şiiri Tepebaşı’nda kaldığı Royal Oteli’nde yazar.[36] Şair, aşkından ayrı düşmesiyle duyduğu yalnızlık hissiyle otel odasında çeşitli hayaller kurar. Otelin garsonları şairin kendisini asacağından korkmaktadırlar: “hüseyin kendimi asarım korkusunda”. Şairin yaşadığı aşk acısı onu insan içine çıkmaktan alıkoyar: “bir türlü krallığımdan çıkamıyorum”. Şair, tüm bu yaşadıkları ve hissettiklerinden sonra “Çıldırma”yı da bir ihtimal olarak görür: “bir yerde çıldırmak var dur bakalım”. Şairin tüm bu duyguları, onu otel odasında bir krallıktaymışçasına yaşamaya iter. Bu krallık onun “dördüncü krallığı”dır.
Uzaktan Sevmek
[37] Attilâ İlhan, şiirde Ermeni bir kadına olan aşkını ele alır. Şiir, isminden de anlaşılacağı üzere platonik bir aşkı konu edinir. Ermenilerin yoğunlukla yaşadığı Pangaltı’da gördüğü bir kadına âşık olan şair, uzaktan gördükleri üzerinden kadını şiire taşır.
Viyolonsel Yalnızlığı
[38] Attilâ İlhan, “Ben Sana Mecburum” kitabında “Cehennem Dairesi” başlığı adı altında yazdığı şiirler, 1950’li yıllarda Demokrat Parti (DP) ve Menderes diktası altında yok edilen özgürlükleri öne çıkarır.[39] Bu şiirler tam manasıyla özgürlük için yazılır. Bu özgürlük, siyasal özgürlüktür. “viyolonsel yalnızlığı” şiiri de bu bölümde yer alan şiirlerden biridir. Şair, şiirde devrim ve özgürlük uğruna mücadele veren ve bedel ödeyenlere atıfta bulunur.[40] Şiirin başında İstanbul, tarih boyunca kavganın ve mücadelenin şehri olarak kendine yer bulur:
“sonra çoğalıyorum tuz içerek
engerek korkuları arasında
isa’nın bilmem kaçıncı haftasında
baş baş istanbul’u büyüterek”
Şiirin ikinci bölümünde Abdülhamit dönemine giderek önemli bir sembol haline gelen Yıldız Sarayı’nın uğursuzluğunu dile getirir. Şair, bu hatırlatmayla dönemin özgürlük mücadelesinin öncüleri “Jöntürkler”i anar:
“sonra hüzzam makamından bir beste ki
tıbbiyelilerin boğdurulduğu
abdülhamit sarayının uğursuzluğu
tüy kalemlerinin üstündeki
kaiser bıyıklarıyla ve genç osmanlılar
zilkade gözlüklerinde kar suyu
paris’te ahmed rıza grubu
boulevard des italiens’de orospular”
Attilâ İlhan, şiirin sonunda asıl demek istediğine gelir: “özgür olmadı mı insan yaşamıyor”. “Cehennem Dairesi” bölümünde yer alan “İkinci Viyolonsel” ve “Birinci Keman” adlı şiirleri bu şiirle birlikte düşünmek gerekir.
İkinci Viyolonsel
[41] Attilâ İlhan, bu şiirle “viyolonsel yalnızlığı” şiirindeki temayı işlemeye devam eder. Şair, 1950’lerin dikta yıllarında özgürlüğü siyasal açıdan ele alır ve daha önce var olan özgürlük mücadelesi yürütücülerini yaşadığı dönemin insanlarına hatırlatır. Böylece toplumsal uyanışa kendince bir katkı yapar. Şair, I. Dünya Savaşı yıllarına gönderme yapmak için Vahdettin’i seçer: “aylardan en vahdettin bir kasım / günlerden mondros mütarekesi”. Yine aynı döneme ait Bahçekapı’daki tramvay grevini de hatırlatarak en zor yıllarda da işçi sınıfı mücadelesinin olabileceğini belirtir. Attilâ İlhan, şiirin ikinci bölümünde daha da geriye giderek II. Abdülhamit’in istibdat döneminde yaşayan şair Namık Kemâl’in Sarayburnu’ndan bir vapurla Magosa’ya sürgüne gidişini hatırlatır:[42] “sarayburnu’ndaki ağır aksak o vapur / şair namık kemal’dir belki magosa’ya”. Attilâ İlhan, şiirde tersâne sokağı ve tersâne kahveleri mekânlarını özenle seçerek kullanır. Tersâne kahvelerinde Osmanlı tarihindeki ilk darbe ya da başka bir adlandırmayla ilk ihtilal girişiminin kanlı bir şekilde bastırıldığı olay ve aynı olayda hayatını kaybeden gazeteci Ali Suavi’den bahsedildiğini söyler:[43] “tersâne kahvelerinde hâlâ konuşulur / ali suavi baskı nasıl saraya”.
Attilâ İlhan, “viyolonsel yalnızlığı”, “ikinci viyolonsel” ve “birinci keman” adlı şiirlerinde ortak tema olarak kullandığı “özgürlük mücadelesi”ni, ana karakter olarak Doktor Sabiha’da birleştirir. Bu üç şiirde Doktor Sabiha, tarihsel olarak hep var olan özgürlük mücadelesinin şiirin yazıldığı dönemde yürütücüsüdür; ancak Doktor Sabiha özgürlük mücadelesinde özgürlüğünü kaybederek bedel öder. Doktor Sabiha’nın kişiliği dönemin sıkıntı çeken, kısıtlanan, hapse atılan aydınları ve işçi sınıfı öncülerini temsil eder. Attilâ İlhan’a göre “özgürlük”, asla vazgeçilmez bir haktır ve insanlığın yaşadığına dair en önemli göstergesidir.
“Hürriyet ve İstiklâl Benim Karakterimdir”[44]
Attilâ İlhan, Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü alıntılayarak yazdığı şiirinde, “Kuvayı Milliye” ruhuyla yeni bir ayağa kalkış çağrısı yapar, daha doğrusu böyle bir ihtimali düşünür. Gerçekten de 1950’lerin sonunda aynı hissiyatla örgütlenen gençler, “27 Mayıs 1960 Darbesi”ne zemin hazırlayacaklardır.[45] Şiirin İstanbul’la ilgili bölümü tek bir dizeden ibarettir. Şiir çok uzun olmasına rağmen İstanbul’a pek yer verilmemesinin sebebi Attilâ İlhan’ın şiiri Erzincan’da yazmasıdır.[46]
Sonuç
Türk şiirinde her dönem İstanbul ile ilgili çokça şiir yazılır. Cumhuriyet sonrası dönemin şairlerinden İstanbul ile ilgili şiir yazan en önemli şahsiyetlerinden birisi de Attilâ İlhan’dır. İstanbul, kendisine özgü bir İstanbul algılayışıyla şairin şiirlerine yansır.
İstanbul, divan edebiyatında çok özel bir yere sahiptir. İstanbul’un mekânları, tarihi eserleri, ibadet yerleri, eğlence yerleri, güzel dilberleri ve ilim – irfanı divan şairlerinin şiirlerini süsler. Divan şiirinde İstanbul’dan şikâyet pek söz konusu değildir. Bu durum Servet-i Fünûn dönemine kadar böyle devam eder. Servet-i Fünûn döneminde İstanbul tüm kötülük ve musibetleriyle şiire girmeye başlar. Bu dönemin şairleri adeta İstanbul’dan nefret ederler. Bu dönemin hemen ardından gelen Yahya Kemal, divan şiirinin muhtevasına benzer bir şekilde İstanbul’u ele alır; ancak şu farkla ki, insanın yaşam tarzını, kentin sosyal dokusunu ve mekânın tarihi arka planını bir bütünsellikle şiirinde harmanlar.
Attilâ İlhan, daha şiir yazmaya başladığı ilk yıllarda “Türkiye” adlı şiirde İstanbul’a “Şehirlerin Padişahı” payesini vererek, İstanbul’a ne derecede kıymet verdiğini gösterir. Attilâ İlhan, şiir yazdığı her dönemde İstanbul’a çok fazla değer verir ve İstanbul’u Türkiye’nin minyatürize edilmiş kenti olarak görür.
Attilâ İlhan, İstanbul’u ele alırken sosyal – siyasal yanını çoğu zaman öne çıkarır. Siyasal olayların cereyan ettiği İstanbul, Attilâ İlhan’ın şiirinde kullanacağı önemli bir malzemedir. Şair, II. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un, insanların yaşamlarını kepaze bir hale dönüştürdüğünü düşünür. Böylece İstanbul’a yüklenen aşağılık rol, baskı altında şiir yazmak zorunda kalan şairin, üstü kapalı bir şekilde siyasal iktidarı eleştirmesinin bir yolu olur. “Kirli Yüzlü Melekler” şiirinde İstanbul, şairin gözünde böyle bir kötülüğün kaynağıdır. Şair, İstanbul’u işçi sınıfının başkenti olarak da görür. İşçilerin siyasal taleplerinin ana karargâhı İstanbul’dur şair için. Şair, birçok şiirinde İstanbul’u işçi sınıfıyla birlikte anar. Attilâ İlhan, toplumsal mücadele ve sınıf kavgasıyla anlattığı İstanbul’u, bazı şiirlerinde insanının tepkisizliğiyle ele alır. “Acı Ninni” şiiri buna en iyi örnektir.
Attilâ İlhan, İstanbul’dan denize ve Boğaz’a bakarak hayal kurar şiirlerinde. Denizin şaire hissettirdiği romantizm, çoğu kez gökyüzüne bakınca da aynı duyguları hissettirir. Şairin, şiirlerinde her zaman güzel hislerle bahsettiği semtlerden birisi Sarayburnu’dur. Bu semtin kahvehaneleri, denizi, manzarası ve sosyal yaşantısı şairin hep güzel bulduğu ve olumladığı şeylerdir. Bazı semtler ve mekânlar şairde hatıralar bırakır. Bazı durumlarda aşık olduğu bir bayanı, bazı zamanlarda da eski bir dostu hatırlar.
Attilâ İlhan, İstanbul’un limanlarını ve limandaki gemileri çok sık kullanır. Limanların şaire hissettirdiği duygu, kasvetli bir ruh haline bürünmesine sebep olur. Aynı zamanda şair, limanın hareketliliği ve gemilerin düdüklerini gerilimli bir hava yaratmak için de kullanır. Yine, liman ve gemiler şairin serüven duygusuna da hizmet eder. Attilâ İlhan’ın şiirlerinde liman, karamsar ve melankolik insanların sığınağıdır. Tophane, Karaköy, Haliç, Sarayburnu şairin sıklıkla bahsettiği limanlar arasındadır.
Şair, şiirlerinde gerçeküstü imgeleri çok sık kullanır. Bu imgeler, İstanbul’un mekânları ve şaire hissettirdiği duyguları sayesinde oluşur. Attilâ İlhan’ın şiirinde Beyoğlu’nun kullanıldığı yer ile Sarıyer’in kullanıldığı yer bakımından oldukça farklı imgeler ortaya çıkar. Şair için Beyoğlu, kasvetli ruh halinin, karamsarlığın, melankolikliğin ve yalnızlığın sembolüdür; Sarıyer ve Boğaz kıyısına paralel semtler ise ferahlığın, açıklığın, rahatlığın ve sosyalliğin sembolüdür. Şair, hapsolmuşluk ile ferahlık duyguları arasında bir tezat oluşturacaksa Beyoğlu ve Sarıyer gibi iki farklı ilçeye şiirinde yer verir. Bu ilçeler bazı durumlarda semtleri veya bilinen mekânlarıyla anılır. Şair, özellikle Beyoğlu, Tepebaşı, Asmalımescit, Pangaltı gibi yerleri şiirlerinde azınlık halklarla birlikte kullanarak azınlıkların İstanbul’daki varlığına işaret eder.
Attilâ İlhan, İstanbul ile ilgili şiirlerinde genç ve yoksul insanlara sık sık yer verir. Bu gençlerin aşkı da önemlidir. Fakat büyük şehrin acımasızlığı, yoksulluğu ve insani ilişkilerin kısırlığı sebebiyle İstanbul’da aşkın da çok zor olduğu Attilâ İlhan’ın şiirlerinde belirgin bir durumdur. Buna en iyi örnek “Emperyal Oteli” adlı şiirdir.
Şair, mevsimleri ve özellikle de sonbahar mevsimini İstanbul içinde çok iyi tasvir eder. Bu mevsim, şairin gözünde İstanbul’u kasvetli bir hale sokar. İstanbul’un sonbaharı sadece tabiata değil, şairin kendisine ve İstanbul’da yaşayan herkese çöker. “Sisler Bulvarı” ve “Suna Su” şiirlerinde Attilâ İlhan, böyle bir İstanbul sonbaharının hissettirdiklerini ele alır.
Attilâ İlhan, birçok şiirinde “İstanbul Şehri Ağlıyor” şiirinde olduğu gibi İstanbul’u kişileştirir. Şaire göre İstanbul, derbeder bir kişidir ve ağlaması engellenemez. Şair bu yolla, İstanbul’u kendi yerine koyar. Şairin yerine İstanbul ağlar, İstanbul sarhoş olur, İstanbul kızgınlığını dışa vurur.
Attilâ İlhan, “İstanbul Ağrısı” şiirinde olduğu gibi çok az şiirinde İstanbul’u kötülüklerin kaynağı olarak görür. Bu hissiyat, Tevfik Fikret’in “Sis” şiiriyle paralellik taşır. Gerilim yüklü bir atmosferde şairin İstanbul’la hesaplaşması ve geçmiş ile gelecek arasında kurduğu köprünün kötümser ve karanlık havasını yok etmeye çalışır. Şairin, şiirde İstanbul’a meydan okuması, tamamen umudunu yitirmediğinin bir kanıtıdır.
Attilâ İlhan, İstanbul’un otellerini çoğu şiirine malzeme yapar. Şiirlerinde oteller, önemli bir mekân ve imgedir. İçine kapanıklığın, hapsolunmuşluğun sembolüdürler. Bu oteller genellikle Beyoğlu ve çevresinde yer alır; Tarlabaşı, Tepebaşı gibi.
Şair, İstanbul’u tarih boyunca mücadele ve kavganın şehri olarak tanıtır. Şair, şiirlerinde tarihe bir devamlılık olarak bakar ve kendi yaşadığı dönemde İstanbul’daki devrimci kahramanları, İstanbul’un tarihinde var olan devrimci kahramanlarla buluşturur. “Viyolonsel Yalnızlığı”, “Yarının Başlangıcı” ve “O Eski Adamlar” şiirleri böyle şiirlerdir.
Şair, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra İstanbul’un, özellikle de Beyoğlu’nun çok değiştiğini düşünür. Bu değişim sosyal yapı ve eğlence anlayışında kendini gösterir. Artık Beyoğlu’nun müdavimleri hayat kadınları ve bunlar için Beyoğlu’na gelen zevk düşkünleridir. Şair, böyle durumlarda eskiyi hayıflanarak hatırlar ve hatırlatır. Hatta bazı şiirlerinde o kadar eskiye gider ki, Osmanlı devrinin yalılarına konuk olur. “Elde Var Hüzün” ve “Korkunun Krallığı” adlı kitaplarda bu muhtevalı şiirlere rastlamak mümkündür. Attilâ İlhan, darbe sonrası İstanbul’da, sadece toplumun yapısının değiştiğini düşünmez, değişen şeyin aynı zamanda İstanbul’un tabiatının da olduğunu düşünür.
Şairin eski İstanbul’u anlatmak için seçtiği mekânlar, Anadolu yakasında bulunan Beykoz, Kanlıca, Suadiye, Kuzguncuk, Çengelköy ve Üsküdar gibi yerlerdir. Avrupa yakasında ise Emirgân ve Sarıyer tarafına doğru Boğaz kıyısı semtlerdir. Bu mekânları tercih etmesinin sebebi İstanbul’u tarihini, kültürünü yaşatan ve sonradan göç almamış yerleşim yerleri olmalarındandır. “Bestenigâr”, “Kim Arar Kim Sorar” ve “Söyler” şiirleri bu duruma örnek gösterilecek bazı şiirlerdir.
Rauf Mutluay’ın Nazım Hikmet’in 1929 yılına ait “Resimli Ay” dergisindeki yazısından aktardığına göre: “Gerçek sanat, hayatı yansıtan sanattır. Onda hayatın bütün anlaşmazlıklarına, çatışmalarına, esinlerine, zaferlerine, yenilgilerine, aşkına, insan karakterinin bütün görüntülerine rastlanır. Gerçek sanat, hayat hakkında yanlış fikirler vermeyen sanattır.”[47] Attilâ İlhan’ın İstanbul’u konu edindiği tüm şiirlerin toplamı bize Nazım Hikmet’in gerçek sanat tanımını verir. Attilâ İlhan’a göre İstanbul, yalnızca bir kent değil, insanı, tabiatı, sosyal – siyasal dokusu, tarihi, kültürü ve diğer tüm yönleriyle yaşayan bir varlıktır. Onun şiirinde İstanbul’a ait tüm olumlu ya da olumsuz görüntüler yer alır. Attilâ İlhan’ın şiirinde, İstanbul’a hiç gelmeden İstanbul’u yaşayabilir bir insan. Sonuç olarak Atilla İlhan, İstanbul’u çok seven ve onu yaşayan bir şairdir.
KAYNAKLAR
- AKALIN, Nur, (2006), Şehir Filmleri – Attilâ İlhan, Artı 1 Kitabevi, İstanbul.
- AKTAŞ, Şerif, (2013), Şiir Tahlili “Teori ve Uygulama”, Kurgan Edebiyat, Ankara.
- AKYÜZ, Kenan, (1995), Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul.
- BEYATLI, Y. Kemal, (2009), Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul.
- ÇAVDAR, Tevfik, (2007), Türkiye’nin Yüzyılına Romanın Tanıklığı, Yazılama Yayınevi, İstanbul.
- ÇELİK, Yakup, (2010), Attilâ İlhan Armağanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Ayrılık Sevdaya Dair, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Belâ Çiçeği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Ben Sana Mecburum, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Böyle Bir Sevmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Duvar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Elde Var Hüzün, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Kimi Sevsem Sensin, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Korkunun Krallığı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Sisler Bulvarı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Tutuklunun Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Yağmur Kaçağı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- İLHAN, Attilâ, (2005), Yasak Sevişmek, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
- KAPLAN, Mehmet, (2008), Şiir Tahlilleri 1 (Tanzimat’tan Cumhuriyet’e), Dergâh Yayınları, İstanbul.
- KAPLAN, Mehmet, (2007), Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, İstanbul.
- KAPLAN, Mehmet, (2012), Tevfik Fikret (Devir – Şahsiyet – Eser), Dergâh Yayınları, İstanbul.
- LEVEND, A. Sırrı, (1984), Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul.
- MARX, K. – ENGELS, F., (2001), (çev. Murat BELGE), Sanat ve Edebiyat Üzerine, Birikim Yayınları, İstanbul.
- MUTLUAY, Rauf, (1979), 100 Soruda Edebiyat Bilgileri, Gerçek Yayınevi, İstanbul.
- MUTLUAY, Rauf, (1988), 100 Soruda Tanzimat ve Servetifünun Edebiyatı (XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı), Gerçek Yayınevi, İstanbul.
- NECATİGİL, Behçet, (2000), Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Varlık Yayınları, İstanbul.
- PALA, İskender, (2004), Şahane Gazeller 4 (Nedîm), Kapı Yayınları, İstanbul.
- PARLATIR, İ. – İNCİ, E. – ERCİLASUN, A. B. vd., (2006), Tanzimat Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara.
- TANPINAR, A. Hamdi, (2003), 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul.
- TARANCI, C.Sıtkı, (2013), Otuz Beş Yaş, Can Yayınları.
[1] Agâh Sırrı LEVEND, (1984). Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul, s. 608.
[2] LEVEND, s. 608.
[3] LEVEND, s. 609.
[4] LEVEND, s. 611.
[5] LEVEND, s. 612.
[6] Mehmet KAPLAN, (2012). Tevfik Fikret (Devir – Şahsiyet – Eser), Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 145.
[7] KAPLAN, Tevfik Fikret (Devir – Şahsiyet – Eser), s. 144.
[8] KAPLAN, Tevfik Fikret (Devir – Şahsiyet – Eser), s. 145.
[9] KAPLAN, Tevfik Fikret (Devir – Şahsiyet – Eser), s. 147.
[10] Mehmet KAPLAN, (2008). Şiir Tahlilleri 1 (Tanzimat’tan Cumhuriyet’e), Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 220.
[11] Yahya Kemal BEYATLI, (2009). Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul.
[12] BEYATLI, s. 26.
[13] BEYATLI, s. 16.
[14] BEYATLI, s. 19.
[15] Attilâ İLHAN, (2005). Ben Sana Mecburum, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 11.
[16] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 139.
[17] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 140.
[18] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 139.
[19] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 16.
[20] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 140.
[21] Mehmet KAPLAN, (2007). Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 218.
[22] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 140.
[23] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 19.
[24] Cahit Sıtkı TARANCI, (2013). Otuz Beş Yaş, Can Yayınları.
[25] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 20.
[26] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 141.
[27] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 141.
[28] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 25.
[29] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 87.
[30] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 148.
[31] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 89.
[32] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 91.
[33] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 150.
[34] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 93.
[35] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 150.
[36] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 150.
[37] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 99.
[38] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 105.
[39] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 152.
[40] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 152.
[41] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 107.
[42] Rauf MUTLUAY, (1988). 100 Soruda Tanzimat ve Servetifünun Edebiyatı (XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı), Gerçek Yayınevi, İstanbul, s. 81.
[43] MUTLUAY, s. 78.
[44] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 126.
[45] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 156.
[46] İLHAN, Ben Sana Mecburum, s. 155.
[47] Rauf MUTLUAY, (1979). 100 Soruda Edebiyat Bilgileri, Gerçek Yayınevi, İstanbul, s. 195.
Attila Ilhan gercekten tam bir kent şairi. Istanbul ile ilgili bu kadar guzel şiirler yazmış olması çok iyi. Sadece Ben Sana Mecburum da degil de tüm kitapları incelemek lazım. Attila İlhan, İstanbulu her şeyiyle hissetmis bir şair. Hem insanını, hem kent dokusunu, hem siyasi ve sosyo-kültürel yapısını şiirlerinde yaşamış. Boylesine değerli bir şair ve düşünürün İstanbul ile ilgili şiirlerini akademik olarak ele aldığınız için emeğinize sağlık. Devamını bekliyor olacağım.
Güzel değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Attila İlhan, İstanbul için yazdığı şiirleri ile beni de çok etkilemiş bir şairdir. o yüzden böyle bir makale yazma gereği duydum. İstanbul’u tek bir yönüyle değil de her yönüyle anlatması bakımından diğer tüm şairlerden sıyrılan birisidir. Attila İlhan’ın çok daha fazlasını hak ediyor. Akademik çevrede daha fazla yer bulacağına eminim.
Attila İlhan gibi İstanbul’u güzel anlatan bir şair olamaz. En güzel yönleriyle İstanbul, çirkinlikleriyle İstanbul, tüm insan manzaralarıyla İstanbul, tarihiye ve kültürüyle İstanbul, sosyo – ekonomik ve siyasal dokusuyla İstanbul ve de her şeyiyle İstanbul. Büyülü İstanbul için Attila İlhan’ın tüm şiirleri okunabilir. Bunu derli toplu bir şekilde bu yazıda görmek çok güzel. İstanbul şiirlerini Attila İlhan’a uyguladığınız gibi diğer şairlere uygulayıp bir makalde toplasanız keşke.
Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. Evet, İstanbul kimleri büyülemedi ki… Attila İlhan da bir İstanbul müptelası olarak tüm şiirlerinde İstanbul’a meydan okur. bazen zayıf düşer, düşkünleri konu edinir, garibanlara eğilir ama bazen de başkaldıranları anlatır. Aşk ise İstanbul şiirlerinin birçoğunda hissedilir. Vakit olursa İstanbul Şiirleri adı altında başka bir çalışma yapmak isterim. Tabi, çok daha kapsamlı olacağı ve çok sayıda şaire değinmek gerekeceği için zaman isteyen bir uğraş. Tekrar teşekkürler.
İstanbul şiirleri için çok verimli bir çalışma. Elinize sağlık. İstanbul’un şiirini yazmak ancak Attila İlhan gibi her şeyiyle İstanbul’u yaşayan birisine yazmak düşer. Bu anlamda Attila İlhan da İstanbul’un hakkını vermiş.
Evet, size katılıyorum. İstanbul’un hakkını Attila İlhan şiirlerinde gerçekten vermiş. İstanbul şiirleri yazmak her için bir hayaldir ve ancak bazı şairler güzel İstanbul şiirleri yazabilir. Bu anlamda Attila İlhan’ın şiirlerin İstanbul gerçek manasıyla İstanbul’dur ve en derin manasıyla ilmek ilmek işlenmiştir.
Şiir dedin mi akla hemen attila ilhan’ın ben sana mecburum şiiri gelir. Gerçekten çok güzel emek verilmiş bir eser
Size katılıyorum Kemal Bey. Şiir dendiğinde hemen hemen herkesin aklına gelebilecek ilk şiirlerden birisidir Attila İlhan’ın Ben Sana Mecburum şiiri. Aslında Attila İlhan’ın en güzel şiirleri de Ben Sana Mecburum kitabındaki şiirlerdir.
İstanbulu tanımak isteyen Atilla İLHAN’dan başlayabilir. Atilla İLHAN’ı tanımak istanbulu tanımakla neredeyse aynı. Düşündüren yaşatan şiirleri var.
Merhaba İlker Bey. Çok doğru diyorsunuz. Attila İlhan’ın İstanbul şiirleri ile İstanbul hem anlanabilir hem yaşanabilir. Attila İlhan’a İstanbul şairi demek doğru olur. Her ne kadar İzmir ve Paris şiirleri çok kıymetli olsa da Attila İlhan’ın İstanbul şiirleri çok daha kıymetlidir.
Şiirleri ile kalbimize ve ruhumuza hayat veren büyük sanatçı gerçekten yine çok güzel bir çalismasi ile bizlerle en kısa zamanda alip büyük bir zevk ile okuyacağim site yoneticilerine ayrıca teşekkür ederim çok güzel anlatmış ve bizlere sunmuslar. Ben sana mecburum şiirlerin en güzel şairi ..
Attila İlhan ve Sanat Duvarı hakkında bu güzel yorumlarınız için ben teşekkür ederim. Attila İlhan’ın şiirlerini okuduktan sonra yorumlarınızı da yazarsanız çok iyi olur.
İstanbul demek Atilla İlhan demek, şiirleri okurken insan bir başka bir duygu içerisine giriyor. Bu kadar uzun bir makale aldınız için sizi tebrik ederim.
Rica ederim Davut Bey. Her daim Attila İlhan’ın benim için çok özel bir yeri var. O sebeple aslında çok daha fazla Attila İlhan makalesi kaleme aldım. Vakit olunca düzenleyip burada yayınlamayı düşünüyorum.
Çok enteresan acaba ne düşündü de bunları dile getirdi
“Ben sana mecburum bilemezsin” dizesi şiir tarihimizde belkide en etkili dizelerinden birisidir.
Ne kadar güzel bir analiz, keşke daha geniş kapsamlı ele alınmış olsa.