I.
Dünyanın ilk gecesinden ve ilk gündüzünden önce yüreğinin en derinlerinde bir söz vardı. Yaralı bir sessizlikte çırpınan bir söz. Ateşin, suyun, toprağın, havanın anlam bulduğu bir söz.
Ve o söz sanki acıları dinmeyen bir tanrıçanın hikayesinin ilk cümlesi gibiydi.
II.
Güzelliğini kar taneleriyle özdeşleştirip geçirdi iki kışı. Ve sen bu kışlarda uzunca bir yolculuğa çıktın. Kimliksiz çiçeklere güzelliğini dokundurmak için.
O gündüzler boyu söylenememiş bütün cümlelerin geceler boyu yankısında seni bekledi.
III.
İlkyaz ile birlikte sanki güzden, kıştan kalan kırgınlığı bir nebze de olsa çözülüverdi. En azından toprağa değdi gözleri. Gözleri tomurcuğa. Tomurcuk yağmura. Yağmura sen değdin belki de.
O anda nehirlerin sesi kuşların sesine karıştığında ülkesiz kaldı. Ve bütün nehirleri birleştiren kuş seslerini içine toplayan bir sınır çizdi.
Ve sanki yüreğinin ritimli kıpırtısı o sınırlarda yankılanınca gözlerini kapayıp bir uzun ninniyi dinlemeye koyuldu.
IV.
Hani böyle uzun süren yağmurlardan sonra bir sabah uyanınca bakarsın güneş çıkagelmiş işte seni öyle bekledi. Kimselere duyurmadan. Sonra çekildi o bekleyişten.
O bekleyişte bir güneş parçacığı olup saçlarına saklanmak isterdi oysa.
Sen o güneşli havalarda yüzünde ilkyazın deli dolu heyecanı ile gülersen o da yeniden döner bekleyişine.
V.
Aslında anladı ki günebakan çiçekleri senin gözlerini kapaman ile derin bir uykuya çekildi. O kapadığın gözlerinde doğayı arayabilmenin saikini öğret bu ateş böceğine.
Kaleminize sağlık:)
Teşekkür ederim.