D.P. Arıç :Öncelikle yazarlık hayatına nasıl başladınız? Sizi bu serüvene sürükleyen ne oldu? Anlatır mısınız?
Aydın Hız: Yazarlık serüvenimi iki sebebe bağlıyorum.
Birincisi kişilik yapımdan kaynaklandığını düşünüyorum. Çocukluğumdan itibaren hayaller kuran biriyim. Her insan çocukluğunun ilk yıllarında hayal kurar. İnsan bu bakımdan hayli yeteneklidir üstelik. Sonra zamanla hayatın gerçekleri onu törpüler, kendine benzetir bir anlamda. İnsanın büyümesi hayal balonunun patlamasına, yere düşmesine sebep olur bu bakımdan. Ben o balonu hiç patlatmadım sanırım. Hayatın sıradanlığına, tekdüzeliğine karşı hayal dünyasına kaçtım, orada ev kurdum kendime. Bir gün gerçekleştirmek için değil, hep orada yaşamak için yaptım üstelik. Herkesle de paylaşamazdım o dünyamı. İçe kapanık bir yapım vardı. Dışlanmaktan ve anlaşılamamaktan korkardım sanırım.
İkinci sebep ise okumaya başlamamdı. Kitapların dünyasında aradığımı bulduğumu farkettim. Geniş hayal dünyama orada bir karşılık buldum. Zamanı ve mekanı genişletebileceğimi, şimdiki anın dışına taşabileceğimi anladım. Okudukça ben de yazmaya başladım. Ortaokul yıllarımda sayfalar dolusu yazdım. Kimseye göstermedim, kimseyle paylaşmadım fakat yazdıkça kendimle tanıştım, kendimi tanıdım, kendimle konuştum. Bu böyle uzun süre devam etti. Bir taraftan okuyor, diğer taraftan kendimi ifade edebilmek için yazıyordum. Edebi bir karşılığı elbette yoktu bunların. Üniversiteye gittiğimde yazılarımı ulusal dergilere göndermeye başladım. İlk yayınlanan yazım, “Tolstoy Okumak” adını taşııyordu. O benim için özel bir şeydi. Adımı büyük bir dergide görmek, oldukça heyecanlı, bir o kadar da motive ediciydi. Ondan sonra edebiyat dergilerine çeşitli ürünler göndermeye başladım. Ortaokul yıllarında bir kaç kez roman yazmayı denemiştim. Lisede başlayıp bitiremediğim romanlarım oldu. Elbette bunlar sonraki çalışmalarıma öncülük etti. Edebiyat adına önemli değildi, fakat yazarlık yolculuğumda değerlidir. Kurmacayı öğrendikçe, dilde kendi yetkinliğime güvendikçe (elbette hala iyi edebiyatın öğrencisiyim), roman yazarlığına daha çok çalışmaya başladım.
D.P. Arıç: Aşk Kapını Ben Geldim kitabınızın yazılış serüvenini anlatır mısınız?
Aydın Hız: Okuduğum kitaplardan zihnimde dolanıp duran kahramanlar ve olaylar vardır hep. Hallac-ı Mansur’u ilk nereden ve nasıl okuduğumu tam hatırlamıyorum, muhtemelen lise yıllarımda ilk tasavvufi kitaplar okuduğum zamanlarda karşılaşmış olabilirim onunla. Aradan geçen zamanla ona dair bilgilerim arttıkça, ilgim ve hayranlığım da o oranda çoğaldı. 2010 yıllarında sanırım, ilk cümlelerimi yazmaya başladım; bir taraftan dönem okumaları yapıyordum, diğer taraftan ona dair duyuşlarımı ve hislerimi yansıtacak bir dil kurmaya gayret ediyordum. Zor ama zevkli bir süreçte, dört yıl gibi bir sürede tamamladım. Sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın edebiyat eserlerini teşvik projesine uygun bulundu ve 2015 yılında yayınlandı.
D.P. Arıç: “Yalnızlık insanı çoğaltabilir miydi?” Bu söz kitabınızdaki en sevdiğim cümlelerden. Yalnızlık edebiyatçının bir sığınağı mıdır?
Aydın Hız : Yalnızlık insanın sığınağıdır, sadece edebiyatçıların değil. Hayat bizi o kadar yoruyor, eziyor ve kendimizden koparıyor ki, bazen geri çekilmeye hepimizin ihtiyacı var. Durmak, yavaşlamak, kendimizle başbaşa kalmak ve kendimizle konuşmak; bunlar önemli şeyler. Bir gürültüyle ve acele yaşıyoruz hayatı. Güzellikleri fark edemiyoruz maalesef. Gülten Akın, bir şiirinde diyor ya; “Ah kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya…” Kalbimizi incelten, ruhumuzu besleyen şeylerin başında geliyor yalnızlık. Kendi içimizden başlayarak doğayı, ağaçları, çiçekleri, bulutları, kuşları dinlemeliyiz. İşte o zaman insan çoğalır. Ve bu anlamlı bir çoğalmadır. Bütün evrenle bir olma, ilahi neşideyi duyumsama imkanı da verir bize. Onun için bazen yalnız kalmayı önemsiyorum. Bunun için de fırsat oluşturuyorum kendime.
D.P. Arıç: “Asi olmak Allah’tan gayrısına boyun eğmemektir.” Hallac’ın ağzından duyduğumuz söz bu. Asi olmak sizce neden gerekli?
Aydın Hız : Bu söz kelime-i tevhit’in bir açılımı aslında. Arapça ifade üzerinden konuşursak, önce “lâ ilahe” diyoruz, yani “hiçbir ilah yoktur”. Bu bir başkaldırıdır aslında. Bizi kendisine kul, köle kılan her şeye karşı asi olmaktır. Bunun da adına “ilah” dediğimiz bir şey olması da gerekmez. Yaşarken kendisine boğun eğdiğimiz her şey, menfaat beklediğimiz her makam ve konum da aslında özümüzde var olan derin insanı yaralıyor. Dolayısıyla asi olmak, Allah’tan gayrısına boyun eğmemektir.
D.P. Arıç: “Aşk kainatın varlık sebebi, ateşin ışığının kaynağıdır. Dışarı yangın olarak yansıyanın özüdür aşk.” sözlerinden ilahi aşkla ilgilendiğiniz anlaşılıyor. İlahi aşkı birkaç cümleyle özetlemek istediğinizde hangi cümleleri kullanırsınız?
Aydın Hız : İlahi aşkı tanımlamak çok zor gerçekten. Ancak biz yaşayanların bizimle paylaştığı kadarıyla bilebiliyoruz. Hallac-ı Mansur’u önemsememin nedeni de biraz bu. Anlatılamayanı anlatma gayreti içinde hep. Şöyle söyleyebilirim. Allah, sonsuz bir varlık, sınırsız; kullandığımız dilimizin ise bir sonu var, sınırlı bir imkanı var. Sonlu ve sınırlı bir varlık olan dil ile, sonsuz ve sınırsız olan Allah’ı anlatmak imkansız. Dolayısıyla ilahi aşkı duyumsayan gönül erleri manevi tecrübelerini pek paylaşmamışlardır. Paylaşamamışlardır yani. Yaşadıkları hisleri anlatamayacaklarını bilirler. Hallac-ı Mansur, yaşadığı manevi tecrübeyi ve ilahi duyuşlarını en fazla paylaşan sufilerden biridir. Onun için tasavvuf tarihinde onun şehadetini, öldürülmesini, “sırrı faş etti” diyerek açıklayanlar olmuştur.
D.P. Arıç: Kitabınızın son bölümünde “Ey Rabbim, içimde taşıyamadığım bir kor var, yak beni alevinle!” şeklinde başlayan bir dua var. İlahi aşktan kaçmamak, ilahi aşka sığınmak…Bunları nasıl açıklarsınız?
Aydın Hız : Yaşadığımız hayat bir gölge; yanılsamalar dünyasında yaşıyoruz hepimiz. Ölüm insanın hakikate açılan kapısı. İşte bu gerçeği duyumsayan ve derinliğine fark eden bir mutasavvıf olarak Hallac-ı Mansur, böyle dua ediyor: “Ey Rabbim, içimde taşıyamadığım bir kor var, yak beni alevinle! Varlığında erit, öyle var kıl beni! Günahlarımla kapındayım şimdi! İnsan bir gönülse, Rabbim, sen bir aşksın! Ey aşk, ben geldim. Aşk kapını ben geldim!”
Tasavvufta bir ilahi aşkı anlatmak için bir benzetme kullanılır. Ateşin etrafında dönen pervane. Onun etrafında döndükçe, ateşten kendi kanatlarına kıvılcımlar düşer, hem canı yanar ve daha bir istekle ona daha yakın döner etrafında. İlahi aşk da böyledir; hem canın yanar, ama yandıkça şevkin de artar.
D.P. Arıç: Yeni romanınızın konusu nedir? Kısaca açıklar mısınız?
Aydın Hız : Bir İbn Arabi romanı yazıyorum; bu açıdan Aşk Kapını Ben Geldim romanına da benziyor. Sadece biyografik değil, aynı zamanda bir dönem romanı. O dönem İslam dünyası bir daralmayı yaşıyordu. Batıdan Haçlılar, doğudan Moğollar. Bu sıkışmışlığa ve daralmaya karşı Endülüs’te gördüğü bir rüyanın ardına düşerek Fas, İskenderiye, Fustat, Mekke, Şam, Bağdat, Musul, Malatya ve Konya’ya gelen İbn Arabi’nin ve tarihi bir haritanın hikayesi. Harita çok önemli bir sembol aynı zamanda. Romanda bu güne dair göndermeler de var. El-İdrisi’nin çizdiği harita sürekli el değiştirerek İbn Arabi ile yer yer yolları birleşen, kaybolan ve İbn Arabi’den sonra Kayı boyuna, oradan İstanbul’a, ardından Şam’a, Suriye iç savaşında Işid’in eline geçen, Gaziantep’te tarihi eser kaçakçılarının elinden bir operasyonla alınmaya çalışılan bir harita. Tarihi boyutu olmakla birlikte kurmaca tarafları da var. Kurgunun bugüne bakan tarafında bir tarihçi kahramanımız da var. Çok zevkli ama dolambaçlı bir kurguya sahip. Tarihin ve tasavvufun iç içe geçtiği, çok katmanlı bir roman oldu.
D.P. Arıç: Son olarak, okurlarınıza ne söylemek istersiniz?
Aydın Hız : Kitaplar hayatın anlamını çoğaltan en güzel öznedir; onlara bu özneyle daima konuşmalarını tavsiye ediyorum.