Kadınlar için kadın filmleri yapan, bir bağımsız sinema yönetmenlerinden biridir Anna Biller.
Filmlerinde kullandığı aşırı çılgın renklerle; kötü ve abartılı oyunculuklara, klişe ve saçma isimlere ve garip peruklara sahip karakterlerin olduğu, feminizmin abartılı ve narsist tarafına mesaj göndermeli, Hollywood’un bilinenin ötesindeki garip ve saçma tarafına esprili, komik bakış açısıyla ilginç sinema tarzına sahip filmler yapmaktadır kendisi.
Bir bakıma, Biller‘ın yaptığı filmler bizlere Yeşilçam‘ı içindeki absürdlüğü ile hatırlatabilir.
UCLA – University of California mezunu olan Biller, kendi yazıp yönettiği filmlerinde genellikle ya başrolde ya da küçük rollerde oynamaktadır. İlk kısa filmi olan Three Examples of Myself as Queen‘i 1994 yılında çekmiştir ve film eleştirmenler tarafından yüksek notlar almıştır. İlk uzun metrajlı filmi olan 2001 yapımı melodraması The Hypnotist ise, Hollywoodvari dramsallığı ile işlediği konu ve biçimi sebebiyle en beğenilen filmi kabul edilmektedir.
Son uzun metrajlı filmi olan The Love Witch de önümüzdeki İf İstanbul‘da,
- 19 Şubat 2017 saat:00 matinesinde Cinemaximum Budak / CKM Büyük Salon‘da
- 24 Şubat 2017 saat:30 matinesinde Cinemaximum Kanyon Salon 9‘da
- 26 Şubat 2017 saat:00 matinesinde Cinemaximum Kanyon Salon 8‘de gösterilecektir.
(ve tabii bende heyecanla beklemekteyim…)
Şimdi, üzerine konuşacağımız 2007 yapımı Viva filmine gelecek olursak eğer, 1972 yılında bir banliyöde yaşayan iki evli çiftin başından geçenler anlatmaktadır.
Barbi, işi sebebiyle sürekli şehir dışına çıkmak zorunda olan bir kocaya sahip sıradan bir kadındır. Kocasının yokluğunda kendini çok yalnız hissettiği için kocası ve kendisinin arkadaşları olan Mark ve Sheila ile zaman geçirmektedir. Kendisini taciz eden patronu, Barbi‘nin evli olduğunu öğrenince onu işten atar. Kocasının, kendilerini çok rahat yaşatan bir işi sahip olduğunu söylemsine karşın Barbi, sırf kocasını daha sık görebilmek için iş aramaya başlar. Kendisi de başka tip bir heyecan arayan arkadaşı Sheila ile bir model ajansına kayıt olmaya karar verirler ve tam o sırada, gittikleri ajansın kapısının önünde tanıştıkları Mrs. James sayesinden hiç beklemedikleri bir işe sahip olurlar.
Film, 60’larda başlayıp 70’lerin başına kadar devam eden sıradışı deneyimleri ve uç noktalardaki kültür anlayışını, insanların aşırılığa özenme ve beklenmedik tutkularına yenik düşüşlerini gözler önüne sermektedir.
Başrolünde Biller‘ın oynadığı Viva ve tabi diğer bütün filmleri, yönetmenin hayran olup esinlendiği Jacques Demy ve Josef von Sternberg‘in filmlerinden esintiler taşımaktadır.
Tabi Biller, pek belli olmadığını söylese bile aslında sinemadan anlayan gözlerin kolaylıkla fark edebileceği tanıdık harmanlanmış bir tarza sahiptir. “Jacques Demy’nin Fransız Yeni Dalgası’nda kendine özgü tarzı ve bakış açısını barındıran Hollywood ruhu, Josef von Sternberg’in filmlerinde bulunan resimsel zenginliği ve fotografik zanaatkarlığı.”
Belki kız arkadaşınızla, belki sinematografi ve sergileme dersiniz için güzel bir araştırma ödevi için ya da belki de güzel bir vakit geçirmek adına keyifle izleyebileceğiniz bir film.
Herkese bu eğlenceli filmi tavsiye eder ve iyi seyirler dilerim…
Hollywood sineması üzerine ve özellikle Hollywood’un 60lı ve 70li yıllarını anlatan çok değerli bir sinema makalesi olmuş. Eline sağlık. Bu denli özenli sinema film araştırmaları ve makaleleri maalesef her yerde bulunmuyor, bulunsa bile okunmuyor. Değerli düşüncelerinizin devamını görmek isterim. Sinema üzerine daha söyleyecek çok şeyiniz var gibi.
Great work! That is the kind of info that are supposed to
be shared across the internet. Shame on the seek
engines for now not positioning this submit higher!
Come on over and visit my web site . Thanks =) http://pongangan.com/halkomentar-145-profil-singkat-kelurahan-35209.html
Anne Biller’in Viva’sı hakkında gerçekten güzel bir yazı. Hollywood’un eski yıllarının ruhunu çok iyi kaleme almış. eline sağlık.