ÖZET
12 Eylül 2010 tarihinde ülkemizde yapılan referandum ile kararlaştırılan Anayasa Mahkemesi’ne “Bireysel Başvuru” hakkı 23 Eylül 2012 itibariyle resmi olarak başlamış bulunmaktadır. Söz konusu başvurunun ülkemizde işleve konulması bilindiği üzere son yıllarda çeşitli tartışmalara sebep olmuştur.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru, yargı erki içerisindeki organlarca bir takım kaygıların oluşmasına sebep olmuştur. Bu kaygılardan en önemlisi Anayasa Mahkemesi’nin yüksek yargı mercii olarak almış olduğu kararlar dışında bireysel başvurular sonucu vereceği kararların bağlayıcılığıdır. Diğer bir taraftan da Anayasa Mahkemesi’nin bir süper temyiz mercii olup olmayacağı yönündeki kaygılar da yargı organları arasında önemli bir soru işaretidir. Bu çalışmada bireysel başvuru sistemine dair getirilecek olası ihtimaller doğrultusundaki kaygılar, birtakım öneriler ve kimi konularda karşılaştırmalı hukuka da değinilerek tahliller yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: AİHM, bireysel başvuru, anayasa şikayeti, temyiz, Anayasa Mahkemesi.
An Examınatıon Of The Instıtutıon Of Constıtutıonal Complaınt
ABSTRACT
The Right of ‘Individual Application” to Supreme Court, which is decided by consessus made in our country in 12th of October, 2012, started officially. The exercise of the aforemention application in our country, as known, has caused several arguments recently.
Individual Application to Supreme Court has made judiciary powers, which is bound to Supreme Court, worried. The most important one of those worries, except from the decisions they held as a high jurisdication, is cohesiveness of the decisions made after individual applications. From another aspect, worries about whether Supreme Court will be high authority of appeal or not is an important question, also. In this study, worries about possibilities that will be brought to the system of individual application, some offers and, in some topics, analysises by mentioning to comparative law will be done.
Key Words: AIHM, individual application, complaint of fundamental law, appeal, Supreme Court
Öncelikle belirtmemiz gereken husus Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin yetki alanı ve konumu Federal Anayasa Mahkemesi’ne göre daha farklıdır. Federal Anayasa Mahkemesi’nin fiili ve hukuki konumu Almanya’da Türk Anayasa Mahkemesi’ne oranla daha güçlü bir konumdadır. 1982 Anayasası, Anayasa Mahkemesi’ne yüksek mahkemeler bölümü içinde yer vermiştir. Buradan da yüksek mahkemeler arasındaki eşitliğin bir ilke olarak benimsendiği sonucu çıkar.
Almanya’da anayasa şikayeti başlangıçta Anayasa’da yer almamıştır. Fakat 1951 yılında Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yasası ile birlikte hukuk yaşamına girmiş ve 1969 yılında da Anayasa’da düzenlenmiştir. Başka bir deyişle anayasa şikayeti başlangıçtan beri Alman Anayasa yargısının odak noktası ve adeta can damarı olmuştur.[1] Bizde ise yeni gündeme gelmektedir. Denilebilir ki Danıştay ve Yargıtay’ın daha başlangıçta gösterdikleri tepki, Anayasa Mahkemesi’nin yetki alanının anayasa şikayeti kurumunun işlevini aşacak bir biçimde genişlemesini önleyecek güvencelerden biridir.
Öncelikte bireysel başvuru bir dava türüdür. Varlık nedeni ise, Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlalini önlemektir. Federal Almanya’da temel hak ve özgürlükler ile “adalet hakları” adı verilen temel hak ve özgürlükler benzeri haklar bireysel başvuru konusu edilebilmektedir. Türkiye’de ise Anayasanın m.148/3’te de hükme bağlandığı gibi yalnızca Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlali iddiasıyla bireysel başvuru yoluna gidebilmektedir. Bireysel başvuru kural olarak kamu gücü işlemlerine karşı yapılmaktadır. Federal Alman Anayasası’nda kamu gücü (öffentliche Gewalt) yasama, yürütme ve yargı organlarının işlemlerini ifade etmektedir. Türkiye’deki bireysel başvuru koşullarından olan “kamu gücü” ifadesinden de aynı anlamı çıkarmamız mümkündür.
Bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Yasa yollarının tüketilmesi ve hukuki yarar şartlarıyla da yakından ilgili olan bu şart, yasalarda olmamasına karşın Federal Anayasa Mahkemesi kararıyla ortaya çıkmıştır. Buna göre, Anayasa Şikayeti temel hakların ihlalini önlemede en son hukuki çaredir.[2] Yani temel hak ve özgürlüklerin korunması ve ihlallerin önlenmesi öncelikli olarak idari makamların ve genel mahkemelerin görevidir. Dolayısıyla öncelikli olarak ihlalin önlenmesi parlamentonun, genel mahkemelerin ve yürütme organının görevidir. Temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar adalet düzeni içinde Anayasa Mahkemesi’ne gelmeden yanıtlanmalıdır.[3] Çünkü bu makamlar ihlale ilişkin olgulara yer, zaman ve şartları değerlendirme açısından daha yakın ve avantajlı durumdadırlar.[4] Özetle belirtmek gerekirse, Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı anayasa şikayeti denetimi ikincil niteliklidir (subsidiaritaet).
Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilen bireylerin başvurdukları olağanüstü bir kanun yolu ve hukuki çare olarak tanımlanabilir. Bu konuya ileride değineceğimden burada açıklama yapmamayı uygun görüyorum.
Anayasa şikayetinin en önemli fonksiyonlarından biri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Türkiye aleyhine yapılacak olan başvuruları önemli ölçüde azaltmaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2004(6) tavsiye kararında, AİHM’deki dava yükünün azaltılabilmesi için bireysel başvuru yönteminin iç hukukta tanınmasının gerekliliğine değinmiştir. Aynı şekilde, Venedik Komisyonu da 2004 yılında kamuoyuna duyurulan bireysel başvuruya ilişkin anayasa değişikliği önerisini olumlu bulduğunu ifade etmiştir. [5]
Federal Alman Anayasa Mahkemesi Zweigert[6], kararında, anayasa şikayetinin fonksiyonlarına değinirken, kazuistik bir temyiz etkisi (kasuistischen Kassationseffekt) yanında genel bir eğitim etkisinin (generellen Edukationseffekt) olduğunu ifade etmiştir.[7]
Alman hukuk düzeni içerisindeki anayasa şikayetinin fonksiyonlarına kısaca bakacak olursak, en önemlisi temel hak ve özgürlüklerin dolaysız kullanımını sağlamaktır. Bu anayasamızın 11. maddesini bağlayıcı bir kuraldır. Bu maddeye göre anayasa kuralları tüm kişileri ve devlet organlarını bağlar. Anayasa Şikayeti doğru uygulandığı ölçüde “anayasaya uygun norm yöntemi”nin alanını genişletmektedir. Eğitici ve öğretici etkisi olduğundan dolayı yargı içi eğitim ve öğretim işlevi de vardır.
Yurttaşlarda demokrasi bilincinin, “hak sahibi vatandaş olma”, hakkını sonuna kadar arama bilincinin yaygınlaşmasını sağlamakta[8] ve bu yönüyle de Mahkeme’ye büyük bir saygınlık kazandırmaktadır.[9]
Bireysel başvuru olağanüstü hukuki bir çare olmasından kaynaklı olarak aleyhine başvurulan yasanın uygulanmasını, mahkeme kararının infazını veya idari kararın yürütülmesini durdurmaz. Ancak Anayasa Mahkemesi gerekli şartların oluşması halinde ve genelde de nitelikli çoğunluklarla aleyhine başvurulan kamu gücü işleminin yürütülmesini durdurabilmektedir.[10]
Actio popularis Macaristan Anayasa Yargısında kullanılan ve Bavyera Eyalet Anayasası’nın 98. maddesinde düzenlenen bir yasa yoludur. Halk davasına karşı yöneltilen en büyük eleştiri Anayasa Mahkemelerini gereksiz iş yükü altında bırakacağı fikrine dayanır. Bu eleştiri temelsiz değildir. Anayasa şikâyeti Federal Almanya’da 55 yıldır uygulanmasına rağmen, actio popularis yönteminin vatandaşlara tanınması düşünülmemiştir. Muhtemelen, Federal Alman Anayasa Mahkemesi anayasa şikâyeti başvurularıyla başa çıkmakta zorlandığı nazara alınarak, actio popularis ile gelecek dava yükünü kaldırabilecek durumda olmadığı sonucuna varılmıştır.[11]
Anayasa şikayeti veya bireysel başvuru, acito popularis olarak da bilinen halk davasıyla aynı şey değildir. Actio popularis yasa yolunda, hukuken hakkı korunsun korunmasın herkesin bir yasanın anayasaya aykırılığı iddiasıyla başvuru yapabilmesidir.[12] Oysa Anayasa şikayetinde hukuken korunan bir hakkı veya özgürlüğü ihlal edilen kişi veya kişilerin başvurusu söz konusudur.
6216 sayılı Kanunun m.46/1 de yer alan “ Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir” hükmü, bireysel başvurunun halk davası olmadığının bir göstergesidir.
Dolayısıyla, actio popuslariste başvurunun objektif niteliği öne çıkarken, anayasa şikayetinde subjektif niteliği öne çıkar. Anayasa şikayetinde başvuru şartları arasında kişisel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi şartı kaldırılırsa o zaman anayasa şikayetinin halk davasına dönüşmesi durumu ortaya çıkabilir.
Anayasa şikayeti temyiz veya istinaf benzeri bir başvuru yolu ya da temyiz veya istinaf sonrası olağanüstü bir “temyiz fırsatı” değildir. Temyiz ve istinaf aşamalarında değerlendirilen hususlar, ilk derece mahkemelerinin olayları ve delilleri değerlendirmede hata yapıp yapmadıkları, mahkemelerin yaptıkları işlemlerin yasalara uygun olup olmadığı ve de yasanın somut olaya doğru uygulanıp uygulandığı konusudur. Anayasa şikayetinde ise Anayasa Mahkemesi yasa kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığını veya delillerin ve olayın doğru değerlendirilip değerlendirilmediğini incelemez. Genel mahkemelerin yasanın bir kuralını yanlış uygulaması sonucu bir temel hak ihlal edilmemişse Anayasa Mahkemesi tarafından incelenemez. Anayasa Mahkemesi genel mahkemelerin olayı ve delilleri değerlendirirken, yasanın kurallarını uygularken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğini ve eğer ihlal varsa bu ihlalin bireysel başvuru dışında başka bir yolla giderilip giderilemeyeceğini inceler. Bu nedenle, örneğin Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nde genel mahkeme kararlarına karşı yapılan anayasa şikayetlerinin büyük çoğunluğu reddedilmektedir.[13]
6216 sayılı kanunun 50. maddesinin 2. fıkrasında Anayasa Mahkemesi’nin sadece ihlali tespitle yetinmeyeceği, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere ve tazminata hükmedebileceği belirtilerek bireysel başvuruda gerçek bir koruma sağlanması amaçlanmıştır. Ancak bireysel başvuru, olağanüstü bir kanun yolu olması nedeniyle kamu gücü işleminin uygulanmasını durdurmaz. Ancak bireysel başvuruyu anlamsız kılacak bir zarar doğacaksa ya da kamu yararı bakımından başka bir haklı neden varsa Anayasa Mahkemesi işlemin uygulanmasını durdurabilir.[14]
Mahkeme kararlarına karşı bireysel başvuruları kabul yetkisinin Anayasa Mahkemesi’ne verilmesi, diğer yüksek mahkemelerin üstünde Anayasa Mahkemesi’nin bir süper temyiz mahkemesi konumuna geleceği hususunda yüksek mahkemelerin nezdinde bir çekince ve kaygı oluşturmaktadır. Federal Alman uygulamasında da bu çeşit bir kaygının oluşmaması için Federal Anayasa Mahkemesi içtihat yoluyla bir takım formüller bulmuştur. Örneğin emsal teşkil eden bir kararında: “Anayasa Mahkemesi, genel mahkemelerin kararlarının mevcut yasalara göre doğru olup olmadığını incelemez. Kararların mevcut yasalar çerçevesinde doğru verilip verilmediğini inceleme görevi uzman mahkemelerin görevidir. Federal Alman Anayasa Mahkemesi sadece, yorum veya uygulama yanlışlıklarının anayasal bir temel hakla ilgili olup olmadığını, özellikle (genel mahkeme kararlarının) bir temel hakkın koruma alanının kapsamıyla ilgili anayasal açıdan yanlış bir değerlendirmeye dayanıp dayanmadığını ve bu yanlış değerlendirmenin somut olay açısından belirli bir ağırlığa sahip olup olmadığını kontrol eder” denilmiştir.[15] Bu durumda Federal Mahkeme, genel mahkemelerin anayasal sınırlarla çizilmiş sınırların dışına çıkarak yaptığı yorumlarında yalnız düzeltici olarak görev yapabilir. Temel haklarla ilgili yorum farklılıklarında ise Anayasa Mahkemesi’nin kararı bağlayıcı durumdadır.
Federal Almanya’da da mahkemeler arası uyuşmazlık çıkma tehlikesi var olmasına rağmen problem çıkmamasının nedenlerinden en önemlisi Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin ve aynı zamanda Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin de uyguladığı “kendi kendini sınırlama” (judicial self-restraint) eğilimi içerisinde olmasıdır. Yani denetim kapsamının sınırları, Federal Anayasa Mahkemesi’nin bu eğilimi ile aşılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de henüz yeni bir yol olduğu için, ilk yıllarda Anayasa Mahkemesi içtihatları belirli bir noktada bütünselliğe ulaşıncaya ve oturuncaya kadar, genel mahkeme kararlarına karşı yapılan anayasa şikayetleri başvurularında oldukça seçici ve dikkatli davranılması ve ayrıca da temyizde ve istinafta ileri sürülebilecek hususların bireysel başvuruya konu edilememesi şartı da telakki edilmelidir. Bu nedenle yetki alanının doğru bir biçimde ayrılması gerekmektedir. Aksi halde süper temyiz mercii statüsüne kolaylıkla geçilebilir.
Son olarak Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nin bir kararına değinmekte fayda olduğu görüşündeyim. Burada hakaret davasına ilişkin bir anayasa şikayeti başvurusu söz konusudur. Bir sürücü, emniyet kemeri olmadan araba kullanırken iki trafik polisi tarafından durduruluyor ve mutlak park yasağı olan bir yere park ederek ehliyetini göstermesi isteniyor. Sürücü de emniyet kemerini takmadığı için verilecek cezanın düşük olmasına karşılık, mutlak park yasağı olan bir yere park etmesi halinde cezanın orantısız biçimde yüksek olacağından hareketle, polislerin kendisini suç işlemek için açıkça tahrik ettiklerini ileri sürüyor ve tahrik ederek suç işlemeye teşvik ediyorsunuz diyor. Polislerin “bizim buna yetkimiz var” şeklinde cevap vermesi üzerine davacı, “60 yıl önceki polis gibi (yani Naziler gibi) davranırsanız kesinlikle vardır” diye yanıtlıyor ve iki polis hakkında da şikayet başvurusunda bulunuyor. Dilekçesinde de bu görüşlerini aynen dile getiriyor. Dilekçesindeki ifadelerden dolayı davacı hakkında polis memurlarına hakaretten dava açılıyor ve her üç derecedeki mahkemede de davacı hakkında hakaretten dolayı verilen ceza onanıyor. Mahkemeler şu görüşü benimsiyor: “Burada genel olarak polis emniyet örgütüne değil, şahıslarında bu iki polis memuruna hakaret edilmiştir ve bu durum düşünce hürriyetinin koruma alanına girmez.” Anayasa Mahkemesi ise, “Burada düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında olası başka yorumlar ve olayın bağlamı dikkate alınmadan bir karar verilmiştir. Bu yüzden de düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırları dar yorumlanmıştır” diyerek, davayı ilk derece mahkemesine gönderiyor. Kararın hüküm fıkrasındaki ifade ise şöyle: “Anılan hukuki muhakeme sonucunda mahkemenin başka bir karara varması, olasılık dahilindedir.” Yani burada söylenen şey, bu maddi olayda düşünce ve ifade hürriyetinin kapsamı geniş yorumlanması gerektiğidir. Kararı tekrar verecek olan mahkeme, yine aynı sonuca varabilir, ama başka bir karara varması da olasıdır. Bu dava, Anayasa Mahkemesinin bir süper temyiz mercii gibi çalışmadığının güzel bir ifadesidir.[16]
Federal Anayasa Mahkemenin verdiği kararlar, diğer davalarda verilen kararları gibi tüm kişi, kurum ve kuruluşları bağlar. Kararlar ister komisyonlar tarafından isterse daireler tarafından verilmiş olsun, anayasa şikayetinin kabul edilmesi halinde; şikayet konusu bir yasa hükmü veya başka bir düzenleyici işlemse iptaline veya geçerli olmadığına (Nichtigkeitserklaerung) ya da Anayasa ile bağdaşmadığına, şikayet konusu mahkeme kararı ise genel mahkeme kararının kaldırılarak yeni bir karar verilmek üzere mahkemesine gönderilmesine karar verir. Yasa ve normlar hakkında verilen “geçerli olmama kararı” bizdeki iptal kararına benzemekle birlikte geçmişe yönelik etkisi vardır. Yani norm başından beri geçersiz sayılır. Norma bağlı olarak üçüncü kişilerce Anayasa Mahkemesi kararına kadar yapılan işlemler hukuki güvenlik gereği geçerli sayılmaktadır, ancak davacı açısından karar geçmişe yürümektedir.[17]
Anayasa Mahkemesi, herhangi bir genel mahkemenin kararına karşı yapılan anayasa şikayetini önce kabul eder, sonra esas incelemede de haklı bulursa, mahkeme kararını kaldırır ve yeni bir karar verilmek üzere görevli ve yetkili mahkemeye gönderir. Dolayısıyla, Federal Mahkeme herhangi bir tazminata hükmetmemektedir. Temel bir hakkın ihlaline neden olan bir mahkeme kararı kaldırıldığında kural olarak, ihlale neden olan mahkemeye gönderilmekte ve ihlali ortadan kaldıracak yeni bir karar vermesi beklenmektedir. Anayasa Mahkemesi, kararın tamamen kaldırılmasına karar verebileceği gibi, kısmen kaldırılmasına da karar verebilir. Kaldırılan mahkeme kararları genelde yerel mahkemelere veya istinaf mahkemelerine gönderilmektedir. Yüksek mahkemeler temyiz incelemesi yaptıkları için, yüksek mahkemelerdeki yargılamalar sırasında anayasal bir temel hakkın ihlali nadiren söz konusu olmaktadır. İhlale neden olan yerel mahkeme kararı temyiz incelemesinden geçmiş ise, yerel mahkemenin verdiği ve ihlale neden olan karar kaldırıldığı için, kaldırılan kararın temyizine ilişkin yüksek mahkeme kararı da hükümsüz kalmaktadır.[18]
Karşılaşılması kuvvetle muhtemel olan en büyük sorunlardan birisi, anayasa şikayeti başvurularının makul sürede sonuçlandırılmamasından kaynaklı olarak başvurucuların büyük bir bölümünün tatmin edilemeyecek olmasıdır. İspanyol Anayasa Mahkemesini kurum olarak erozyona uğratan sorunların başında da keze, anayasa şikayeti yoluna başvuranların önemli bölümünün tatmin edilememesi sorunu gelmektedir.
Yargıtay’a gelen yıllık dosya sayısının 600 bini, Danıştay’a gelen doya sayısının ise 100 bini aştığı göz önünde bulundurulduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru yoluyla karşı karşıya kalacağı iş yükünün ağırlığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Mahkemenin iş yükünü hafifletebilmek, bu başvuru yolundan umulan yararı elde etmek ve aynı zamanda bireysel başvuru yolunun istisnai niteliğini koruyabilmek için, bu başvuruya konu olan şikayetlerin mümkün olduğu kadar olağan kanun yolları içinde giderilmesini sağlayacak mekanizmaların oluşturulması gerekir. Yalnızca istinaf mahkemelerinin uygulamaya konmasına yönelik bir çaba, bu sorunun çözümü için yeterli olmayacaktır. Bireysel başvuru yolunun etkili biçimde işlenmesi, Türkiye’deki adalet sisteminin bütünüyle gözden geçirilmesine bağlıdır.[19] Gerek yerel mahkemeler gerekse yüksek mahkemeler üstündeki iş yükü rasyonel seviyeye ulaşmadan, mahkeme kararlarına karşı bireysel başvuru hakkının tanınması baraj kapaklarının hazırlıksız açılması gibi durumla Anayasa Mahkemesini karşı karşıya bırakacaktır.[20]
Bir diğer konu ise anayasa şikayeti kurumunun bize yabancı olmasıdır. Anayasamıza koyduğumuz bir kural vardır ki bu yabancılığın simgesidir: 2010 Anayasa Değişikliği ile Anayasa’nın 148. maddesine eklenen dördüncü fıkraya göre: “Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”. Bu kural belli ki Anayasa Mahkemesi’nin alanını belirlemek, anayasa şikayetinin kapsamını daraltma ve hızla artacağı belli olan iş yükünü azaltma amacıyla konulmuş. Ancak anayasa şikayeti kapsamındaki her konunun, ilke olarak kanun yolunda da gözetilmesi gerekir. Aksi halde kanun yollarının tüketilmesi koşulunun bir anlamı kalmaz.[21]
Diğer bir konu 75 maddelik 6216 sayılı kanunda sadece 7 maddelik bir kısmın anayasa şikayetine hasredilip, ayrıntı denemeyecek kadar asli birçok hususun da içtüzük düzenlemesine bırakılmış olmasıdır. Bu nedenle kanun, Anayasada yer alan iki fıkradaki hükümleri, daraltıcı unsurlar içerdiği gibi, kanunla düzenlenmesi gereken, hem başvurucular, hem de Mahkemenin işleyişi açısından çok asli konuları içtüzüğe bıraktığı için olumsuz bir nitelik taşımaktadır.[22]
Anayasanın 148/III ve IV. Fıkrasında, anayasa şikayeti düzenlenmektedir. Üçüncü fıkrada “herkes” ten söz ediliyor. Elbette buradaki herkes özellikle vatandaşlara tanınan siyasal haklar dışında kalan haklar açısından herkestir. Yine aynı fıkrada kamu gücünden bahsedilmiştir. Kamu gücünden anlaşılması gereken ise yasama, yürütme ve yargı organlarıdır. Oysaki kanuna baktığımızda, Anayasadaki kamu gücü kavramı daraltılarak, yasamanın işlemleri ve idarenin düzenleyici işlemleri kapsam dışı bırakılmış ve böylece Anayasaya aykırı bir düzenleme getirilmiştir.[23]
Diğer görevleri çerçevesinde verdiği kararlar gibi bireysel başvuru bağlamında verilen “Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar”. Bu nedenle, yargı mercilerinin buna direnmesi ya da aksi yönde karar vermeleri düşünülemez. Bu kurala aykırı hareket edilmesi her şeyden önce yeni bir temel hak ihlalini ortaya çıkaracağından başvurucunun tekrar Anayasa Mahkemesine başvurabilme hususu gündeme gelebilecektir. Bu nedenle de yargı mercilerinin birbirleriyle uyum içerisinde olmaları ve kendi içlerinde temel hak ihlallerini önleyici iç denetim mekanizmaları kurmaları gerekmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin temel hak ve özgürlüklerin yorumunda AİHM içtihatlarını dikkate almayarak ihlalin konusunu oluşturan temel hak ve özgürlüklerle ilgili farklı içtihatlar oluşturması ve bu içtihatların AİHM tarafından temel hak ve özgürlüğe yapılan ihlali ortadan kaldırmadığına karar verilmesi durumunda, AİHM’in bu konuda Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruyu, tüketilmesi gereken etkili bir yol olarak kabul etmemesi gündeme gelebilir ki, bu durum bireysel başvurudan beklenen faydanın elde edilmesine engel olabilecek önemli bir faktördür.[24]
Anayasa Mahkemesi’nin başvurular altında ezilmemesi ve yüksek mahkemeler arasında herhangi bir görev çatışmasının çıkmaması için kabul edilebilirlik şartlarına bazı şartların daha eklenmesi yerinde olacaktır. Bu şartlar aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Temel anayasal bir hakkın ihlaline ilişkin şikayetin, Anayasa Mahkemesi’ne getirilmeden önce genel mahkemelerde (ilk derece, istinaf veya temyiz mahkemeleri) ileri sürülmesi gerekiyor. Temyiz taleplerinin yüksek mahkemelerin yapısına uygun bir filtreleme sisteminden geçmesi ve bu şekilde başvuru sayısının azaltılması, örneğin bazı uyuşmazlıkların istinaf mahkemelerinde kesin olarak sonuçlandırılması etkin birer yol olarak kullanılabilir. Tabii bununla birlikte istinafta ya da temyiz aşamalarında ileri sürülebilen hususlarda anayasa şikayeti yoluna gidilememesi gerekmektedir. Aksi halde yukarıda da ifade ettiğim gibi Anayasa Mahkemesi’nin süper temyiz organı olma riski ortaya çıkacaktır. Örneğin Güney Kore ve Avusturya’da mahkeme kararlarına karşı bireysel başvuru yolu kapatılmıştır. Yasamızda AİHS ve Ek Protokollerde geçen haklara atıf yapılmakla kalınmıştır. Bu bir karışıklılığa sebep olacağından Anayasa’da bu hakların birer birer vatandaşın anlayabileceği şekilde açıklığa kavuşturulması ve hükme bağlanması daha etkin bir çözüm hali olarak düşünülmelidir.
Anayasa şikayetinin kötüye kullanımına ilişkin olarak da tazminat şeklinde bir yola gidilmesi ve bunun gereği gibi işletilmesi de caydırıcı bir yol olmakla birlikte, iş yükü bakımından da etki doğuracak faktörlerden birisidir. Federal Alman ve İspanyol sisteminde uzun yıllardır bu uygulama yürütülmüş ve başvuruyu suiistimal amacıyla yapan başvuruculara bu kötüye kullanmanın mahiyetine göre bir idari para cezası verilmiştir. Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nde bu kötüye kullanım tazminatı 2600 Avro civarına kadar çıkabilmekte ve bu yöntem de etkili bir şekilde uygulanmaktadır. Örneğin, 2006 yılında toplam 31 başvuruda 17.490 Avro kötüye kullanma tazminatına hükmedilmiştir. Güney Kore’deki uygulamada ise bireysel başvuru hakkını kötüye kullandığı düşünülen başvuruculara, Mahkeme içtüzüğünde belirlenmiş bir bedeli teminat olarak hazineye yatırma yükümlülüğünün getirilebileceği düzenlenmiştir. Ancak bu kurum bugüne kadar hiç işlememiştir.[25] Ülkemizde ise bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilecektir.
Yukarıda sayılanların dışında Anayasa Mahkemesi’nin ve diğer mahkemelerin gerekli teknik bilgi ve üst seviye bir donanıma sahip olması ayrıca bu konuda da özel bir çaba içerisine girmeleri gerekmektedir. Çünkü anayasa şikayeti kurumunun başarısı, yukarıda saydığımız etmenlerin yanı sıra hem anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesini ve hem de yüksek mahkemeler arası kuvvetli işbirliğine bağlı bir yargı düzenini gerektirir. Zaten daha önce de belirttiğim gibi Anayasamız da devlet organları arasındaki işbölümü ve işbirliğini zorunlu kılmaktadır.
Verimli bir şekilde karar vermek ve başvurucuları her açıdan tatmin edici bir süratla talepleri sonuçlandırma konusuna gelince İspanyol Anayasa Mahkemesi’ne değinmek istiyorum. Burada mahkemelerin daha süratli bir biçimde karar almalarını sağlamak için, 2007 tarihli bir düzenlemeyle başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından kabuledilebilirlik koşulları arasına, yapılacak olan başvurunun veya talebin “özel anayasal önem” (especial trascendencia constitucional) taşıması gerektiği şartı eklenmiştir. Ülkemizde ise 6216 sayılı yasanın 48/2. maddesi, başvurucunun önemli bir zarara uğraması gibi koşulların arasına “Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşıma” koşulunun da eklenmesi Anayasa Mahkemesi’nin takdir alanını genişletmektedir.
Temel hak ihlallerinin mümkün olduğunca bireysel başvuru konusu edilmeden çözüme bağlanması, hem ülkemizde yeni başlatılmış olan bu kurumun niteliğini ve istisnai olma fonksiyonunu güçlendirecek ve hem de olağan mahkemeler ile Anayasa Mahkemesi arasındaki yetki çatışmasını önleyecektir. Aksi halde yukarıda da değindiğim gibi süper temyiz mercii olma riski ortaya çıkacaktır. Çözüme bağlanma konusunda da örneğin AİHM veya Federal Anayasa Mahkemesi nezdinde neticelendirilmiş önem arz eden ve yön verici içtihatlar anlaşılır bir şekilde derlenmeli ve gelen talepler doğrultusunda telakki edilmelidir.
Alman Anayasa Mahkemesi’nin kullandığı Heck formülü Türkiye’nin sistemine uyarlanabilir nitelikte olduğundan değinmekte fayda olduğu görüşündeyim. Bu formüle göre:
“Anayasa Mahkemesi’nin bir mahkemece verilmiş yanlış bir kararı, salt taraflardan birinin temel hakkına dokunma olasılığı taşıdığı için bir temyiz mercii gibi sınırsız hukuki denetimden geçirmesi, anayasa şikayetinin anlamına ve Anayasa Mahkemesi’nin bu alandaki özel görevine uygun düşmez. Yöntemin belirlenmesi, maddi olgunun tespit ve değerlendirilmesi, sade yasaların yorumu ve bireysel olaya uygulanması, bunun için görevli ve yetkili kılınmış olan mahkemelerin işi olup, bu alanda Anayasa Mahkemesi’nin denetim yapması söz konusu değildir. Anayasa Mahkemesi sadece spesifik (özgül) anayasa hukukunun Mahkemelerce ihlal edilmesi halinde anayasa şikayeti üzerine müdahaleye hak kazanır. …”
Alman Anayasa Mahkemesi bir başka kararında da bu formülü şöyle özetlemektedir: “ Anayasa Mahkemesi, ancak uzman mahkemece yapılan yorumun temel hakların çizdiği çerçeveyi aşması halinde düzeltici müdahalede bulunabilir”.
2010 yılı Anayasa değişikliği ile açılmış olan bireysel başvuru kurumunun başlatılmasındaki en önemli gerekçe, AİHM’e Türkiye’den yapılan başvuru sayısının yoğunluğu sebebidir. Ancak bu kurumun başlatılmasındaki gerekçenin kaygı merkezli bir yaklaşım olması, birtakım riskleri de içerisinde barındırmaktadır. En önemli risk de Anayasa Mahkemesi’nin temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddiası bağlamında almış olduğu kararlarda yeterince başarılı olamaması neticesinde, tıpkı Azerbaycan örneğindeki gibi Türkiye hakkında da bireysel başvuru yolunun etkin bir iç hukuk yolu olmadığına dair AİHM’in nazarında oluşacak kanaattir. Bu da, Anayasa Mahkemesi’ne başvurma zorunluluğu olmadan AİHM’e temel hak ve özgürlükler bağlamında direkt başvuru yolu tekrar açılacak demektir. Böylece AİHM bireysel başvuru yolunu hiç tanımamış olacaktır ki bu, bir ülke için oldukça kötü bir izlenim ve kanaattir. Yukarıda öneriler başlığı altında da kısaca sözünü ettiğim gibi, filtreleme yönteminin işletilmesi, suiistimal tazminatının bir caydırıcı metot olarak adalete uygun şekilde uygulanabilmesi, teknik bilgi ve donanıma yargı mercilerimizde önem verilmesi ve de Heck formülü şeklinde karşılaştırmalı hukuk içerisindeki alternatif metotların araştırılması ve uygulanabilirliği ülkemizde başlatılmış olan anayasa şikayeti kurumunun başarıya ulaşabilmesi için çok önemlidir. Bu öneri ve risklerden bağımsız olarak da ülkemizde dava sürelerinin uzun olmasının, getirilmiş olan anayasa şikayeti kurumunda da kendisini göstermemesi elzemdir. Çünkü Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak olan bireysel başvurularda uzun dava süreleri yine kendisini gösterirse Türkiye, AİHM önündeki ihlal kararlarına maruz kalmaya devam edecektir.
Av. İdil Su Aydın sitesini de ziyaret ediniz: https://idilsuaydin.av.tr/
[1] Prof. Dr. Fazıl Sağlam, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru, Anayasa Şikayeti/Anlamı, Kapsamı ve Olası Sorunlar, (Ankara: TBB Yayınları, Nisan 2011) 28.
[2] Bahadır Kılınç, “Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Bireysel Başvuru (Anayasa Şikayeti) Kurumu ve Türkiye Açısından Uygulanabilirliği,” < http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/bahadir_kilinc.pdf> 25, 8 Ocak 2013.
[3] Kılınç, 25.
[4] Kılınç,18.
[5] Peter Paczolay, “Venedik Komisyonu Raporu,” Anayasa Yargısı Dergisi, 21. (2004): 9 pp., 8 Ocak 2013
< http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg21/venedikraporu.pdf >
[6] Konrad Zweigert, “Die Verfassungsbeschwerde” Juristenzeitung, 1952/11, s.321.
[7] Ernst Benda – Eckart Klein, Verfassungsprozessrecht, Heidelberg 2001, s.166.
[8] Christopf Gusy, “Verfassungsbeschwerde,” Festschrift 50 Jahre Bundesverfassungsgericht (Hrg. Peter Badura – Horst Dreier) Band I, Mohr Siebeck 2001, s. 564 vd..
[9] Sağlam, 21.
[10] Kılınç, 7.
[11] Kılınç, 8.
[12] Kılınç, 8.
[13] Kılınç, 7.
[14] 2011-2012 yılı Hakim Savcı Adayları Ders Notları “Bireysel Başvuru,” Bahadır Kılınç, Mustafa Çağatay, Hakan Atasoy, s. 22, Türkiye Adalet Akademisi, 8 Ocak 2013,
[15] Federal Alman Anayasa Mahkemesi Kararları için bkz. BVerGE 18, 85; BVerGE 80, 81; BVerGE 62, 338. Bu tanıma Heck formülü dendiğine ve Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin 1. Dairesinin bu formülü kullanmaktan vazgeçtiği, 2. Dairenin ise yakın zamana kullandığı bilgisi için bkz. SCHLAICH – KORIOTH: a.g.e., s.157-158. Özellikle 360. ve 364. dipnotlar.
[16] Ece Göztepe, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru, Anayasa Şikayeti/Anlamı, Kapsamı ve Olası Sorunlar, (Ankara: TBB Yayınları, Nisan 2011) 42, 43.
[17] Kılınç, 24.
[18] Kılınç, 25.
[19] Selin Esen, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru, Anayasa Şikayeti/Anlamı, Kapsamı ve Olası Sorunlar, (Ankara: TBB Yayınları, Nisan 2011) 55, 56.
[20] Kılınç, 31.
[21] Sağlam, 23.
[22] Göztepe, 35.
[23] Göztepe, 36.
[24] Ders Notları, 28.
[25] Kılınç, 35.