Amin Maalouf Eserlerinde Doğu ve Batı

0
929
Amin Maalouf Eserlerinde Doğu ve Batı

Dünyaca ünlü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez Yüzyıllık Yalnızlık adlı şaheser romanında; “İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir” der. Toprak ve insan arasındaki bağ o denli kuvvetlidir ki, bülbüle dahi altın kafes için de ‘’ille de vatanım’’ dedirtmiştir. Sürgünlerde memleket hasretiyle ölen şair-yazarları varın siz düşünün.

Her yazarın kalemini kuvvetlendiren bir özlemi vardır. Bazı okuyuculara mübalağalı bir tespit gibi gelebilir fakat; sürgün yemiş, hapis yatmış, zoraki göç etmiş yazarlar en çok tutkuyla okunan , ölümsüzleşen yazarlar olmuşlardır. Gerek Türkiye edebiyatı, gerekse dünya edebiyatı bu emsallerle doludur. Namık Kemal, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Aziz Nesin, İsmail Beşikçi, Musa Anter (Apê Mûsa), Necip Fazıl ve daha bir bu kadar edip/düşünür bu havanda dövülmüş, bu yollarda pişmişlerdir. Amin Mallouf’un da kaderi böyledir.

Amin Maalouf , Beyrut doğumlu bir yazar. 26 yaşında, doğup büyüdüğü Lübnan’da gazetecilik yaparken Lübnan iç savaşından sonra Paris’e göç ediyor. Giderken de bu coğrafyaya dair izlenimlerini kendiyle götürüyor. Maalouf roman olsun, deneme yazıları olsun, hemen hemen bütün eserlerinde Doğu’ya da değinmeyi, Doğu’nun sorunlarına da eğilmeyi ihmal etmez.

Semerkant romanı
Semerkant romanı

Peki Maalouf’u dünya çapında bu denli bilindik kılan yanı neydi? Bunda, Maalouf’un öz kimliğinin ve ardından göç etmişliğinin payı en büyük dilimi oluşturuyor pastanın. Doğup büyüdüğü kültür ve çevre Maalouf şahsında da kalıcı bir etki bırakır. Amin Maalouf ‘’Lübnanlı’’ demiştik. Fakat o, çoğunun sandığı gibi Müslüman değil, Hıristiyan Arap ailede büyür. Bugün dahi Lübnan-Suriye hattı Hıristiyan Arapların en yoğun yaşadığı bölgedir. İslam denilince birlikte anılan, Kur’an’a ‘dil’ini vermiş bu halkın, Hıristiyan inancını benimsemiş ailesinden gelmiş olması, Maalouf’a, Doğu hakkında keskin bir düşünce avantajı kazandırmış. Bu avantajla Doğu’ya tek bir pencereden bakmıyor, Batı’ya da yaranma derdine düşmeyip iki zıt kutbun birbirini anlamasını istiyor. Çoğu eserinde bu niyeti sezilir Maalouf’un.

Afrikalı Leo romanı
Afrikalı Leo romanı

Amin Maalouf, uzun yıllar Fransa’da yaşıyor olmasının da getirisiyle iki coğrafyayı da lâyıkıyla benimsemiş bir yazar. Eserlerinde Semerkant, Beyrut, Türkiye, Fırat, Dicle, Kuzey Afrika, Paris Amerika, Avrupa fışkırır. Gazeteci kimliği, gözlem gücünün de zenginleşmesini sağlamıştır. Asya’yı ve Avrupa’yı iyi tanır.

Semerkant romanında örneğin, tarihin içinde canlanıp karşımıza çıkan bir Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizam’ül Mülk vardır. Bir de günümüzde, Amerika’da geçen canlı bir hayat. Titanic’le bir facia. Semerkant, İran, İstanbul, Amerika gözümüzde ayân beyân gibidir. Hayyam’ın Rubaiyat’ı elimizde gibidir. Geçmişi ve çağımızı harmanlar Maalouf.

Doğunun Limanları romanı
Doğunun Limanları romanı

Afrikalı Leo ile Müslüman iken Hassan el-Wazzan olarak bilinen fakat sonunda Roma’da Hıristiyan olup Giovanni Leone de Medici adını alan bir kahramanın biyogrofik serüvenine tanık oluruz. Granada, Roma, Osmanlı diyarı, Afrika birbirine siner. Maalouf, Afrikalı Leo’da kendini bulmuştur sanki. Beyrut’tan çıkıp Paris’te yaşadığı hayat ister istemez hatırımıza Afrikalı Leo’yu getirir.

Aynı izlenim daha yoğun bir şekilde Doğu’nun Limanları romanında da sezilir. Bu sefer kahramanımız annesi Ermeni, babası Türk bir Osmanlı prensidir. Serüven Beyrut-Paris hattında geçer. Kahramanımız Paris’te hoş bir Yahudi kadınla evlenir.

Gerek sıraladığım eserlerinde, gerekse kalan diğer eserlerinde Maalouf’un, Doğu’yu ve Batı’yı işlemediği eseri yok gibidir. Sınırları bertaraf ederek kültürleri birbirine tanıtır, onun meylini buna, bunun meylini ona verir.

Ölümcül Kimlikler romanı
Ölümcül Kimlikler romanı

Maalouf’un romanlarının dışında kurgusuz bir şekilde görüşlerini en net çizdiği eseri Ölümcül Kimlikler adlı eseridir. Bu eserle  Maalouf, Doğu’nun ağırlıklı din olmak üzere, siyasî, dil ve kültür çekişmelerine değinir ve bundan duyduğu üzüntü her satırında sezilir. Doğup büyüdüğü ülkesi Lübnan dahil, savaşların bir gün olsun durmadığı bu coğrafyaya Paris’ten bakıp ‘’Oh olsun size!’’ umarsızlığına düşmez. Ki Hıristiyan kimliğiyle bugün artık Doğu’nun bir ‘’öteki’’si olduğu hâlde. Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl romanında dikkat çektiği gibi; ‘’Ta 1000 yılına dayanan anlaşmazlıkları çözmek için 2000 yılının silahları kullanılıyor’’ bu coğrafyada.

Amin Maalouf eserlerini Fransızca yazıyor. Batı’nın en estetik diliyle anlattığı Doğu, O’nun sadece eserlerine meze ettiği bir konu değil, bilakis kendine görev bildiği bir dava. Bu, Doğu’yu allayıp pullayıp Batı’ya şirin göstermek değil. Bu, Batı’nın Doğu’yu anlaması için girişilen bir gayret. Yine Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl romanından bir alıntıyla bitirelim yazıyı:

‘’Benim vatanımın bir kentler galaksisi olduğunu anlat onlara! Senin ve benim Doğu’nun ışığından doğduğumuzu ve Batı’nın bizim ışığımızla uyandığını anlat onlara! Bizim Doğumuzun her zaman karanlıklara gömülü olmadığını söyle! Onlara İskenderiye’yi, İzmir’i, Antakya’yı, Selanik’i, Krallar Vadisi’ni ve Ürdün’ü ve Fırat’ı anlat.’’