Hallâc-ı Mansûr’u taşlamak için boynuna kadar toprağa gömerler, toplanan kalabalık öfkeli bir biçimde taşlara sarılır, öfkelerinin nedenini bile bilmiyorlardır belkide; fakat kaynağı bellidir. Halk taşlamaya başlar, Hallâc-ı Mansûr bilgeliğinin verdiği sükunet ile sessizce acısına katlanır, o sırada oradan geçen dostu, olan bitenden habersizdir, kalabalığa yaklaşır, dostunu yani Hallâc-ı Mansûr’u görür. Boğazına kadar toprağın içindedir. Gördükleri karşısında kahrolur. Kalabalıktan birisi onun eline bir taş sıkıştırır ve atmasını söyler. Taşı atmaz, gider bir gül koparır ve o gülü dostuna, Hallâc-ı Mansûr’a atar. O ana kadar sessiz olan Hallâc-ı Mansûr, dostunun attığı gülü görünce sessizliğini bozar ve kısık bir sesle mırıldanmaya başlar “Hiç bir taş değil yar yar dostun gülü yaraladı beni…”
Hallâc-ı Mansûr’a bu kadar inciten, ona atılan taşlar değil, sadece bir gül, aslında gülün kendisi değil o gülün kimden geldiği, hayal kırıklığı…
Bir hayal büyüdükçe kırıklığı da o kadar büyür, bir dost içimizde büyüdükçe hayali de o kadar büyür. Bir dosttan beklentilerimiz büyüdükçe beklemediklerimiz de aynı ölçüde büyür; yani ilişkimiz derinleştikçe hasasiyetimiz bir o kadar artar. Bu tıpkı bir balon gibidir. İçi şiştikçe büyüdükçe dişi genişler, incelir, hassaslaşır. Bu yüzden hangimiz yakın bir arkadaşımız tarafından hayal kırıklığına uğramadık ki? Hangimiz ünlü tabirdeki gibi “Sırtımızdan vurulmadık ki?” Çünkü insanoğlu olarak doğaya aykırı olarak o kadar çok kavram geliştirip ve bu kendi icadımız kavramlara o kadar çok anlam yükledik ki, artık altından kalkamaz hale geldik. Doğa şartlarında hayatta kalabildikçe, yani açlıkla olan mücadeleyi kazanıp doğaya hakim geldikçe kavramlar üretmeye başladık ve her geçen yüzyıl bu kavramları tıkabasa duygu ile doldurduk ve sırtımızda bu yük ile ilerlemeye çalıştık. Yeni mücadele şeklimiz bu oldu. Aşk, ırk, özlem, özgürlük, din, aile, sevgi, dostluk…
Dostluk kavramı da bunlardan biri. Dostluk dünyada ki en güzel renklerden biridir aslında. Dostluk güvendir, dostluk sevgidir, dostluk keyiftir, dostluk gülümsemedir, dostluk mutlu anlardır, dostluk gökkuşağının yedi renginden biridir belki de; fakat tüm bunlar bir ölçüye kadar, zaten bir ölçüye kadar da olmalı, fazlası hayaldir. Çünkü hayalin sonunda ise kırıklık riski vardır. Dost arka bahçedir, seni çevreler kısmen korur, oynayabilirsin bu bahçede, şarkılar söyleyebilirsin, koşabilirsin örneğin veya kumdan kaplumbağalar yapabilirsin ama yağmur yağana dek… Yağmur yağdığında başındaki tavan olmaz dost, olamaz, sana bahçe olmuştur, ev değil, ev olmasını beklediğin an işte o an hayal kurmuşsundur ve yağmurun ilk damlasıyla hayal kırıklığı mutlak sondur…
Dostluk hassas çizgilerde o çizgilere basmadan yürümeye çalıştığımız hızlı bir koşudur. Başı ortası sonu sürekli değişir. Bir avuç çekirdeğe benzer, çitlemeye başlarsın, tadı enfestir, aralarından bir tane çürük çıkar ve bütün ağzının tadını bozar. Sonra o acı tadı geçirmek için onlarca çekirdek yemen gerekir. İşte dosta karşı her eylemimiz, her tutumumuz birer çekirdek tanesidir. Bir tane acı, tüm tadı unutturmaya kafidir ve yine bir tane acı, ondan sonra gelecek olan onlarca tadı bastıracak kadar unutulmazdır…