Hollywood’un en sevdiği aşk masallarından birisi olan A Star is Born, bu yıl vizyona giren filmiyle beraber 4. uyarlamasını ulaşıyor. A Star is Born sinemaya uyarlandığından beri hem Akademi üyelerini cezbeden bir hikaye olmuş, hem de seyircinin gönlünü kazanan bir yapım. İlk olarak 1937 yılında çevrilen film, Janet Gaynor ve Fredric March’ı başrole taşımıştı. Film Oscar’larda oyuncular dahil, en iyi film Oscar’ına aday gösterilmiş, yalnızca ‘En iyi Senaryo’ ödülünü kazanmıştır. Daha sonrasında, 1954 yılında yeni bir uyarlaması yapılmıştır. Serinin en sevilen uyarlamasından biri olan 1954 yapımı filmin başrolünü, The Wizard of Oz ile dünyaca ün kazanan, ünlü yıldız Judy Garland ve James Mason paylaşmaktadır. Bu yeni film, oyuncular da dahil olmak üzere 6 dalda Oscar’a aday gösterilip, eli boş döner. 1976 yılına gelindiğinde çok yönlü sanatçı Barbra Streisand’ın başrolüyle, serisinin en popüler filmi ortaya çıkar. Erkek oyuncu olarak Kris Kristofferson’ı görürüz. Bu kez oyuncular, Akademi üyelerinden adaylık alamasa da, Barbra Streisand’ın Paul Williams’la beraber film için yaptıkları şarkı en iyi orijinal şarkı/müzik Oscar’ını kucaklar. Bu arada bu klasikleşmiş hikayenin tüm dünyadan adaptasyonları gelmektedir. Bizim, Sezen Aksu’lu Minik Serçe adında, Bir Yıldız Doğuyor esintili filmimiz bile mevcuttur.
Uzun bir zamandır Hollywood bu klasik hikayeyi yeniden yorumlamak istiyordu. Yıllardır proje halinde olan bu filmi yönetmek için, Martin Scorsese, Clint Eastwood gibi isimlerin adı geçmiş, başrol oyuncusu için ise Jennifer Lopez, Alicia Keys gibi ünlü şarkıcılar düşünülmüş ama herhalde en çok Beyonce, bu yeni uyarlamayla adı anılmıştır. Stüdyo, Beyonce için neredeyse yanıp tutuşurken, ünlü pop şarkıcısı da, bu filmin gerçekleşmesi için epey bir uğraşmış. Leonardo dicaprio’dan, Johnny Deep’e kadar birçok erkek oyuncuya teklif gitmiş, olmuş, olmamış. Neredeyse 10 yıllık bir serüven sonucu Beyonce filmden çekilmiş. Fakat stüdyo ısrarla A Star is Born projesini bırakmamış. Nitekim yıllar içinde proje, ünlü aktör Bradley Cooper’a gidiyor. Önceleri temkinli davranan Cooper, belli bir zaman aşamasından sonra, ilk yönetmenlik denemesini bu filmle gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Daha önceleri yapımcılık yaparak, film yapımında pişen Cooper böylelikle filme hazır, ve ana kadın oyuncusunu aramakta. Warner Bros stüdyosu ısrarla Beyonce için diretmekte fakat Bradley Cooper’ın aklında başka bir isim var: Lady Gaga.
Bradley Cooper, Oscar töreninde canlı izlediği Lady Gaga’yı gördüğünden beri film için onu düşünüyormuş. Gaga’yı film için görüşmeye çağırıyor. Stüdyo Lady Gaga için ikilemde. Halbuki American Horror Story’nin 5. Sezonunda, Countess karakterine hayat veren ünlü pop star bu rolüyle Altın Küre ödülü kazanmıştı. Fakat Lady Gaga gibi karanlık bir figürün bir aşk hikayesinde nasıl duracağı o zaman için kuşku yaratıyor. Sonuç olarak Lady Gaga, Bradley Cooper’ı hayran bıraktığı gibi stüdyonun da gönlünü çalıyor ve rolü kapıyor. Ardından uzun bir yapım aşamasından geçecek olan film için, müzik yapmaya da başlıyor bu ekip. Bu esnalarda da Bradley Cooper filmin senaryosunu Eric Roth ve Will Fetters’la beraber yazmaya koyuluyor.
Film ilk olarak Venedik Film Festivalinde gösteriliyor. Gişe yapması garanti bu aşk filmi, birdenbire aldığı büyük övgülerle bu yıl Oscar’ların en çok konuşulacak filmine dönüşüyor. Kendine güveni olmayan, gündüzleri garson, geceleri bir ‘Drag Queen’ barında şarkıcılık yapan Ally’nin, bir gece o bara tesadüf eseri gelen ünlü country şarkıcısı Jackson Maine ile yollarının kesişmesiyle başlayan hikaye, ilk yarıda üretmek ve sevgi üzerine dikkate değer şeyler söylerken, ikinci yarıda ise klasik yükselme, dibi görme hikayesi arasına gidip geliyor. Sonuç olarak film, seyirci ve eleştirmenlerden son derece olumlu geri dönüşler almakta. Bu övgülerin sebebinin, Cooper ve Gaga’nın filmde ki muazzam kimyalarının da etkisi olduğunu söyleyebilirim.
A Star is Born, Amerikalı eleştirmenler tarafından adeta yılın filmi ilan edildi bile. Amerikalı seyirci de bunu doğrularcasına, gişede filmin yüzünü güldürüyor. Açıkçası bu yıl, tıpkı geçen yıl ‘En İyi Film’ Oscar’ını kazanan, The Shape of Water gibi, bu filminde ödül sezonunda niteliği tartışılacak gibi. Ödül sezonundan bağımsız bakarsak oldukça yeterli gözükse de, ödülleri toplamak için o kadar güçlü bir film mi? İşte bu tartışılır…
Çoğu kişinin merak ettiği soruya gelelim: Lady Gaga nasıldı? Açıkçası Amerikan basınında çıkan yersiz övgüleri gereksiz bulsam da, filmin ilk yarısı oldukça iyi bir performans sergilemiş ünlü pop star. Filmin sıcaklığına çok şey katmış. Doğal, sıcak ve bir ilk başrol için gayet şaşırtıcı. Hatta kendisi ünlü Cabaret filminin yıldızı Liza Minnelli’yi bile hatırlatıyor. Maalesef ki filmin ikinci yarısı için aynı olumlu şeyleri söyleyemeyeceğim. İkinci yarıda gerçekleşen; Ally’nin yükseliş döneminde, Gaga’nın performansı da düşüyor. Kendi kariyeriyle benzerlik taşıyan yerlerde adeta önce kendine yabancılaşmış, sonra da seyirciye duyguyu geçirmekte zorlanmış. Böylece biz seyircilerde Lady Gaga’nın karakterine yabancılaşıyoruz. Açıkçası bu biraz yönetmenin de suçuydu. Gerçi tüm kusurlarına rağmen, Lady Gaga’nın Oscar’a aday olması bu yıl beklenenler arasında. Cher’den sonra bir pop yıldızının Oscar’lar da adının geçecek olması bir Hollywood rüyası ve Hollywood bu tarz yükseliş hikayelerini çok sever. Örnek vermek gerekirse, romantik komedilerde adını duyuran Reese Witherspoon’un Walk the Line filminde ki rolüne Oscar verilmesi gibi. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Bradley Cooper’a gelecek olursam; Oscar’a daha önce dört kez aday olan (Bir tanesi yapımcı olduğu filmle) Cooper kariyerinin en iyi performanslarından birini, düşmüş country yıldızı Jackson Maine rolüyle veriyor. Maalesef ki yönetmenliği için tam olarak aynı şeyi söyleyemem. Gerçi tam tersini düşünenlerin sayısı da epey fazla. Mesela Cooper, filmi Steven Spielberg’e gösteriyor ve usta yönetmen filme övgüler yağdırıyor, bir de üzerine Spielberg, Bernstein adlı filmi Cooper’a emanet ediyor. Yanlış anlaşılmasın Bradley Cooper kötü bir iş çıkarmıyor, hele ki A Star is Born’un bir ilk film olduğunu düşünürsek fena da bir iş değil. Fakat tıpkı Gaga’nın oyunculuğu gibi, Cooper’ında yönetmenliği dengesiz. Gaga’nın performansında olduğu gibi çok iyi anlar var ve çok zayıf anlarda var Cooper’ın yönetmenliğinde. Dengeyi bir türlü sağlayamıyor.
Film birinci yarı ve ikinci yarı diye ikiye ayırabiliriz. Birinci yarı derdini anlatırken, ne kadar yumuşak, acelesiz ve sıcak bir atmosfer kurduysa, ikinci yarı bir o kadar düzensiz ve oldu bittiye getirilmiş. Karakterler hava da kalıyor ve gerçekçiliği sorgulanacak anlar çıkıyor. Tüm bu dengesizliği kurtaran ise filmin müzikleri oluyor. Başta Lady Gaga olmak üzere, Bradley Cooper, Lukas Nelson, Mark Ronson, Natalie Hemby ve daha sayamadığım birçok isim, filmin son derece akılda kalıcı müziklerini/şarkılarını yaratmışlar. Adeta büyük bir konsere gitmişiz gibi yansıtılan atmosfer de cabası. Filmin müzikleri ve konser anları, izleyiciyi son derece heyecanlı bir deneyime davet ediyor. Bu arada Lady Gaga’nın film için yazdığı bir şarkıyla, ‘Original Song’ kategorisinde ödül alması kesin gözüyle bakılmakta. Ayrıca Gaga’nın ateşli La Vie en Rose yorumuna dikkat!
Sonuca gelecek olursam, A Star is Born, 2018 yılı sonu itibariyle yılın en çok konuşulan dram filmlerinden biri olmaya aday. Belli ki ödül sezonunda da adından bir hayli konuşturacak. Trump dönemi umutsuzluğu, insanların Amerikan rüyası kavramına tekrar inanmak istemeleri ve geçtiğimiz sene Shape of Water’ın masalsı dokunuşuyla Oscar’a uzanması, bu filminde Oscar için önünü açıyor. Kimilerine sıcak, kimilerine sorunlu bir sinema filmi gelecek olan A Star is Born, müzikleri de sayesinden izlemeye değer bir film olarak sinemalarda yerini alıyor.