14 Şubat Mektup Yazamayan Sevgililer Günü Öyküsü

0
602
14 Şubat Mektup Yazamayan Sevgililer Günü Öyküsü
14 Şubat Mektup Yazamayan Sevgililer Günü Öyküsü

Diplerimde bir yerlerde hâlâ cesaret kırıntıları var. Bir de fazla harcanmaktan artık tükenme raddesine varan gururum… Bir arkadaş var. İsmi yağ gibi akar ağızdan söylenince. Öyle kolay, öyle basit. Bazı isimler yorar insanı seslenince. Leyla yormaz mesela beni, Züleyha takatimi götürür ama. Ya da ‘’Kerim abi!’’ diye çığıramam. Üşenirim. Kerim zor bir isim. Ama bu arkadaş, güzel olan tek vasfını, ismini bırakıp gitti. Bir mektup yazayım dedim ona.

Arayıp ses verip, ses duymak cesaret kotamı aşıyordu. Bir mesaj atıp 2 saniyede iletmek de korkutuyordu beni. Hız, insanoğlunun düşmanıydı. Erişir menzil-i maksuda aheste giden demiş eskiler o yüzden.  İlkokulda yazdığımız mektup denemelerinden bu yana mektup yazmamıştım. Gönderen nereye, alıcı nereye yazılır hiç bilmiyordum. Sonra bir mektup ne kadar sürede varırdı? Bunu bilmemek iyiydi. Ulaşmasa bile iyiydi. Yazmak istiyordum sadece, yazmak.

Kötü günler için müsvedde bir kâğıda yazıp bir yerlere sıkıştırdığım adresine baktım. Buradan ‘oraya’ bir mektup, meçhule kurban gitmezse on güne varırdı herhalde. Elimi kardeşimin Türkçe ders kitabına uzattım. Son sayfadaki Türkiye Siyasî Haritası’na baktım. Dikine gidilince arada tam 6 şehir vardı. En az.. Bu uzayabilirdi, hatta uzasaydı.. Fizikî haritalarda bu şehirler azalırdı. Dağlar, nehirler, ovalar daha mühim yer tutardı. Ona da baktım, yalnızca 3 şehir vardı. Dağlar koca şehirleri yutmuştu adeta. Mavi bir damar gibi kıvrılıyordu nehirler. Şehirlerin isimleri yoktu. İyisi mi, hesabımı siyasî haritaya göre yapıp, oldukça politik davranmalıydım.

Bu denli ince hesaptan sonra cesaretimde bir kıpırdanma meydana geldi. O arkadaşa, ismini seslendiğimde içimde bir daha seslenme şevkini uyandıran o arkadaşa yazmalıydım. Cûşa gelmiştim, bendlerimi yıkıp kendimi ifşa etmeliydim.

Kalemi elime alınca Rodin’in meşhur heykelindeki duruşa büründüm ama. Kâğıda bakıyorum, kalemin ucuna bakıyorum. Öyle bakıyorum ki, başım o heykelden daha eğik. Sırtım küçük bir tepe oluveriyor. ‘’Bu kalem ne renk yazıyordu acaba?’’ gibisinden yersiz ve hadsiz sorular bile soruyorum kendime. Fakat ne yazmam gerektiğini bir türlü bilemiyorum. İçimde bir şeyler vardı, fakat ulaşamıyordum. Acaba bu devirde mektup yazmamı komik bulur mu, diye soruyorum sonra kendime. Mektubun kendisini, onu götürecek postacıyı, PTT kurumunu, 6 şehiri, her şeyi düşünüyorum. Mektup yazarak bir nostaljiyi mi canlandırıyordum? Bu benim görevim miydi? Nostalji inkâr demektir diyordu bir film, şimdiki zamanın inkârı. İlim için Çin’e gidenleri gücendirmemeliydim, çağın gerekliliğini yerine getirmeliydim.

Peki, posta mı, e-posta mı… Çok gittim geldim bu ikisi arasında, hiçbir şey bulamadım.  6 şehire bulaşmadan şimdiye çoktan yollayabilirdim. Onca zaman sonra diplerimde kalan cesaretimi derleyip toplamışken, bu kısırlık, açmaza sürükledi beni. İçimde taşmak isteyen bir sel vardı, ben ise buna bir kanal bulma derdindeydim. Yersizdi, biliyordum. Tekrar Türkçe ders kitabına uzandım. Sahiden 6 şehir miydi? Evet! İşte! 6!

O’na, o ismi kolayca söylenebilen arkadaşa yazmak için romantik bir gün mü seçseydim acaba? Doğum günü, tanışma günü, sevgili olma günü -Jorge Luis Borges’in doğum günüyle aynı-ilk defa bir sahile gitme günü. İlk, ilk, ilk. Sevgiliyle yaşanan her gün ilk değil miydi? Sevgiliyle iki günü bir olan zarardaydı. Bir de bizim dışımızda icat edilen günler vardı; Dünya Kediler Günü, Sevgililer Günü. Sevgiliye, anneye, babaya, kediye gün ayırma.. Bir kedim olmadı hiç. Kitaplığımın arasında ona sıcak, temiz bir yer yapmak hep tatlı geldi ama, kedim olmadı hiç. Olsaydı, Dünya Kediler Günü’nde ne yapmam gerektiğini bilemezdim. Nasıl kutlanırdı bu gün? Daha fazla mama? Dışarı çıkarıp gece geç saatlere kadar hoyratça gezmek? Uzayan bıyıklarını kesmek? Sevgililer Günü de öyle olmalıydı. Daha fazla çiçek? Gece geç saatlere dek bir yerlerde oturmak? Onun senin için, senin onun için kişisel bakımına o gün daha fazla itina göstermek? Böyleydi. Sevgililer Günü gibi bir günü, kediler gibi sevişken canlılardan öğrenecek değildik. Hem 14 Şubat, Öykü Günü’ydü, sevgili değil. Mektup yazamamamın öyküsü.