Ben yazları ders konusunda hiçbir şey hatırlamasan da sene içinde mutlaka derslerimi toparlar altın grubunun ilk sırasını kimseye kaptırmam. Bunun için çok fazla olmasa da çalışıyorum. Eğer çalışmayı bırakırsam bronzun ortalarına doğru düşüyorum. Şaka değil, bir keresinde düşmüştüm. Kapının tam karşısındaki sıra grubunun ortalarına oturmuştum. Yanımda Basri vardı, sağ yanımda yani. Sol tarafımda ise Nedim. Ben Basri’nin muhabbetini çok severdim aslında. Kızlar konusunda çok taktik verdi bana sağ olsun. Pek ilgilenmesem de ileride lazım olur diye dinliyordum işte… Ama Basri ile olan anılarım genelde kavga üzerine kurulu. Sanırım bu zamana kadar en çok kavga ettiğim kişiydi Basri.
Bronzun ortalarındayken arkamda da Murathan otururdu. Murathan; komik, sevimli, sınıfın yaramaz çocuğuydu. Bir keresinde arkama dönüp Murathan’a laf atmıştım. Dersi dinliyordum ama o an Murathanla konuşmak istemişti canım. Murathan’ın da muhabbeti çok güzeldi çünkü. Dedim ya komikti işte. Laf attığım gibi tahtanın önünde ders anlatan Şerif Öğretmen’in uzuuuun cetvelini hissettim. Bir kere bana, bir kere de Murathan’ın avucuna yavaşça vurdu. Önüme büyük bir mahçubiyetle dönerken “Ben az önce ne söylüyordum Murathan?” diye bağırdı. Söyleyemedi, cevap veremedi. Dinlemiyordu ki zaten dersi. Sonra bana döndü: “Sen söyle! Ne dedim ben?!” diye sordu. Söylediklerini, az önce sınıfa anlattıklarını çat pat tekrar ettim sesli şekilde. Murathan’a döndü: “Seni konuşturup, kendi dersi dinliyor, dikkat et!” dedi. Daha cümlesi bitmeden Şerif Öğretmen Murathan’ın eline öyle bir vurdu ki; Murathan’ın “ah!”ı o kadar büyüktü ki; o olaydan sonra bir daha bizim okula adımını atmadı. Farklı okula gitmeye başladı. Bir daha da anaokulu arkadaşımı asla göremedim.
Bu senenin daha başlarında Şerif Öğretmen ilk oturma düzenini ayarlıyorken yine altın, gümüş ve bronz olarak bizi sıraladı. Altınların başını geçen sene bıraktığım gibi hemen ben kaptım tabi, beni oturtturdu oraya. Yanıma daha önce bizim sınıfta olmayan, yeni gelen bir kız oturdu. Kimdi hatırlayamadım. Gün boyunca hiç konuşmadık. O ilk adımı benden beklemişti herhalde. Yani kızlar ilk adımı hep erkeklerden beklermiş, öyle söylemişti Basri. Ama ben ağzımı açıp adını bile soramadım. Küçücük bir soru için, adını öğrenebilmek için bile tek kelime dahi edememiştim. O da sormamıştı zaten, pek de umrunda olmadığı belliydi. Çok güzeldi o be. Yanlış anlar diye yüzüne dahi bakamıyordum. Kömür karası gözleriyle temas ettiğim an gözlerimi kaçırıyordum.
O gün paydos zili çaldığında çantasını alıp, gitmeye yeltendi. Yine bir şey diyemedim ben. Bir “iyi akşamlar” bile… Çok kötü hissetmiştim. Hayatımda gördüğüm en güzel kız ile, yanımda oturmasına rağmen konuşamamıştım bile. Erkekliğimden utanmıştım. İçimdeki kötü hisle birlikte eve doğru usul usul yol aldım. Arkadaşlarıma hiç takılmadım. Bir gariplik olduğunu anlamıştı Mehmet.
” Mete gelsene oğlum maç yapacağız.”
“Yok.” dedim, “benim karnım ağrıyor.”
Eve giderken tam bizim mahalleye döndüm ki önümde bayağı uzakta onu gördüm. Çekçekli, çiçekli çantasından tanıdım onu. Pespembeydi. Ve yakışabileceği en güzel eller tarafından çekiliyordu. Biraz yürüdükten sonra bizim apartmana girdi. Sanırım yazın bir kere merdivenlerde görüp, kaybettiğim kıza ikinci kez aşık olmuştum bugün!
Bir sonraki gün ise öğretmenin tahtaya kaldırmasıyla öğrendim, Sevde imiş adı…
Daha sonraları biz Sevde ile çok yakın oldum. Sınavlardan o da benim gibi yüksek not aldığı şiçin altın grubunun başından hiç ayrılmadık. E haliyle ben her ne kadar onunla konuşmayı bceremesem de, o kadar çok yanyana oturduk ki yakın olmasaydık hakikaten ayıp olurdu. Ben sırf onunla muhabbet edebilmek için çeşitli şaklabanlıklara mahal verirdim. O bana hep güler; “ilahi Metehan.” derdi. O sözü nereden duyduğunu sordum, annesi söylüyormuş. Müstakbel kayınvalidem…
Sadece bana gülmesi değil ha, ilk başlarda omuzlarına kolumu atmama bile izin vermezken artık bir şey demiyor. Biz erkekler arasında bir şifredir bu. Eğer arkadaşınla kolunu atıp durabiliyorsanız, çok iyi arkadaşsınız demektir bu. Üçüncü sınıfta daha belirgindir hatta bu, “önümüze gelene bin tekme!!” diye bağırarak gezerdik biz. Çok çocukçaydı kabul ediyorum.
Biliyor musunuz, Sevde bizim sınıfı ailesine anlatırken benden özel olarak bahsetmiş. Çok başarılı olduğumu ve çok komik olduğumu söylemiş. Espirilerimi falan anlatmış hep. Buna sevindim sevinmesine, hatta duyunca hayalara uçmuştum. Annemin tabiriyle o gün leyla gibi gezdim ama odamda, yalnız kaldığımda düşündüm ve pek de iyimser olamadım bu konuda…
Çünkü o beni espirilerimde anlattı, ben onu notalarımda… İşin kötüsü notalar hiçbir zaman, espiriler bir anda eskir…