Ben Metehan..
Günlerden bir gün annemle birlikte yemek yapıyorduk. Ben annemle birlikte bir şeyler yapmayı çok severim. O işten, pazardan ya da günden gelir. Oturma odasında oturmuş televizyon seyrederken mutfağa giriştiğini duyar koşarım yanına. “Yardım edilecek bir şeyler var mı anne?” derim. Genelde “Yok” der, üzülerek geri dönerim televizyon izlemeye. Sanırım yaptığım başka pek bir şey de yok. Çoğunlukla beni başından savmak için söylediğini düşünürüm. Çünkü birlikte yemek yaparken bana “Çık ayağımın altından” der sürekli. Moralim bozulur tabi ki ama olsun, ben annemi çok severim.
Bu sefer salata yapmak benim görevimdi. Enfes bir marul salatası yapacaktım ve bütün ahali parmaklarını yiyecekti. Ben yemek yaparken o kadar mutlu olurum ki, kendimi bu konuda dünyanın en iyisi gibi hissederim. Hatta evde kimse yokken, kendime yapacaksam, birden bizim buraların tostçusu Altan Abiye benzetirim kendimi. Bizim mutfak da “Altan’ın Yeri” olurdu. Yani “Metehan’ın Yeri”… Kendi kendime sipariş alır, hazırlar, sonra da afiyetle yerim. Hayalimdeki yeri açmışımdır yani kendime. Bir karışık, ketçaplı tost yapardım ki ünümü sağır sultan duymuştur. Aslında hep salçalı yapmak istemişimdir. Ama bizim evdeki salçaları annem hep yemek yaparken kullanır. Hiçbir zaman yemeklerin dışında yiyemedim o salçalardan.
Ben solağım… Bıçak tutmayı da pek beceremem. Bıçakla ekmek tahtasını birlikte kullanmak zaten hak getire… Yani en azından annem böyle söylüyor. Olsun ama zamanla öğrenebilirim kendi kendime. Annem zaten artık direktif vermekten sıkıldı. “Kendin nasıl rahat ediyorsan öyle yap. Önemli olan yaparken senin mutlu olman.” diyor bana. Yazı yazarken de öğretmenim sağ elle yazmam için baskı yapınca böyle söylemişti. Annemi gerçekten çok seviyorum.
“Mete!”
“Efendim?”
“Kilerden soğan getirir misin?”
Annemin en sevmediğim özeliği bana Mete demesi. Benim adım Metehan! Ben de bunu ona söylemekten yoruldum. O yüzden bu durum canımı sıksa da artık boşverdim. Zaten önemli olan onun mutlu olması. Mutlu olmayacaksa neden ismimin sonuna “han” koymuş anlamış değilim.
Koşarak kilere ilerledim. Kapı dışındaki düğmelere basıp, ışığı açtım, sonra da kapıyı. İneyim dedim, ama olmadı. İnemedım…
“Annee! Işıklar yanmıyor!” Yanıma geldi. “Ampul patlamıştır, bağırma.” dedi ve aşağı indi. Peşinden bende indim. Yavaş hareketlerle devam ettim. Soğanların olduğu yere gittik. Dayanamadım, koşarak çıktım yukarı. Mutfakta annemi bekledim. Gelip “Hayrola niye döndün?” dedi gülümseyerek, soğanları soymaya başlamadan. Sustum. Beni kızdırmak için, “Ay korkmuş mu benim oğlum..” dedi. Bunu hep yapar. Eğer benim gibi 5. sınıfa gidiyorsanız, annenizin sizi kızdırmak için bir şey söylediğini bilmenize rağmen sinirlenirsiniz. Ya da en azından benim için öyle… Kızmıştım!
Gözlerim doldu. Belli etmemek için içeri gittim, odama. Oturdum camın kenarındaki sandalyeme güneşli havayı seyretmeye başladım. Odamın penceresinden bakarken yapabileceğim en doğru şey seyretmek oluyor. Ne hayal kurabiliyorum, ne başka bir şey. Benim odamın penceresi pembe renkli bir apartmana bakıyor. Ona bakarak hiçbir şey yapamıyorum. O apartmanı hiç sevmiyorum çünkü. Ne zaman iki apartmanın arasına top oynamaya insek arkadaşlarımla, ilk katta oturan teyze: “Gidin başka yerde oynayın.” diyor. Nasıl sevebilirim ki?
Güneş bir süre sonra pozisyon değiştirdi, yüzüme vurmaya başladı. Çektim perdeyi, yatağa attım kendimi. Yatmamla annemin kapıya gelmesi bir oldu. “Oğlum gel hadi yemek yapmaya devam edelim.” Soğanları kesmeyi yeni bitirmiş herhalde, burnunu çekiyordu.
“Hayır.” dedim, “Gelmeyeceğim.” Bir şeyler söyleyecekti ama susmadım. “Ben korkak değilim tamam mı? Sadece bizim kiler biraz korkunç. Normalde karanlıktan korkmam ben. Sevde’nin gözleri de karanlık ama parıl parıl parlıyor. Ayrıca gözlerine bakarken korkmuyorum. Mutlu oluyorum. Korkak değilim.” Sadece gülümsedi ve gitti. Neden bilmiyorum ama kıpkırmızı olduğumu hissetmiştim. Sanırım benim yaşımda sevdiğinizi söylemek biraz utanç verici bir şeydi…