Çağdaş Türk edebiyatına yön veren, şimdilerde okumayanın kalmadığı Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına ilham olan bir başyapıttır, Aylak Adam. Yazarı Yusuf Atılgan’ın ilk kitabıdır ve 1959 yılında kaleme alınmış olması, bugünün okurlarında ayrı bir hayranlık uyandırmaktadır. Karakteri C. ile okuyucularının aklını başından alan Atılgan, Manisalı bir yazardır ve İstanbul onun için sahte bir dünyadan ibarettir. Onu okuyanlar bilirler ki aslında romanında kendi iç dünyasını, kendi eksikliklerini ve yine kendi beklentilerini açığa vurmuştur. Biraz daha derinlerine inecek olursak…
‘Aylaklık olgusu’ üzerine kurulu bir roman, öyle ki, dili bile aylaklık yapan insanların anlayabileceği kadar sade ve net. Süslü sözlerden uzak, 1959 yılında yazılmış olmasına rağmen. Okuru başlar başlamaz çekiyor kendisine. Daha ilk cümlede; “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.” derken, okur kendisini kalabalığın içerisinde tanıdık bir yüz ararken buluyor.
Romanda baş kahramanız bay C. Yazar bize kitabın sonuna kadar bu karakteri tam olarak sunmuyor. Adını bile tam olarak öğrenemeyişimizden de bellidir bu durum. Kendisini yazarın bahsettiği kadar tanıyoruz. Bütün işi aylaklık üzerine kurulu, hayata karşı hiçbir zorunluluğu olmayan bir karakter… Zengin değil, ama paralı. O kadar nev-i şahsına münhasır bir karakterdir ki, ‘zengin’ kelimesini kullanmaz bile. Kendisi için uygun gördüğü tabir ‘paralı’dır. Babasının emlaklarından gelen kira gelirleriyle geçinir, çalışmak gibi bir derdi yoktur. Bütün mesaisi insanları gözlemlemek, sinemaya gitmek, atölyede zaman geçirmek, lokantada oturmak, kalabalıkların arasına karışarak eksik parçasını aramak… Evet, eksik parçasını… Şuan kim kendisinde bir şeylerin eksik olduğunu düşünmeden zaman geçirebiliyor? Tam olmanın verdiği kaygısızlığı hisseden birileri var mı içimizde? Sanmıyorum. İşte biraz da bu yüzden okuru içine çekiyor Aylak Adam. Günümüzün en büyük problemlerinden biri olan ‘eksiklik hissi’ne yıllar öncesinden kulak veriyor.
Farklı bir adam bay C. Kimselere benzemiyor ve kimseler onu kolay kolay çözemiyor. Yakışıklı değil ve özellikle de kulaklarından yana çok şikâyetçi, ama kendisinden bir hayli emin ve özgüveni yüksek. Bunların ötesinde adeta sıradanlık için bir başkaldırı manifestosunun baş kahramanı. Şu hayatta her şeye sahip gibi gözüküyor, çalışmadan paralı yaşayabiliyor olma lüksüne bile. Ama içinde hep bir şeylerin eksikliğini yaşıyor. Geç kalmışlık duygusundan kurtulamıyor ve bizler bunu “Birden içini, bir yere geç kaldığı duygusu kapladı”, sözleriyle hatırlıyoruz. En basit hislerin bile doruklarda yaşandığı bu romanda, “Yirmi sekiz yaşındaydı ve tedirgindi”, derken okuru bir anda baştan ayağa titretmeyi başarıyor.
“Bir gün sana dünyada katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.”
Sade, ama iddialı cümlelerin adamı bay C. Yine büyük konuşuyor. Bu dünyada sahip olamadığı, kendisinde eksik kalan o parçanın gerçek sevgi olduğunu bilen C. onu bulmak ve ona tutunmak istiyor. Hayatı hakkıyla yaşayabilmek için tutunacak bir şeyleri olması gerektiğine inanan bay C. toplumun tutamak sorununa şu şekilde değiniyor ve bizlere aslında kendisinde anlaşılamayan hal ve tavırların gerçek sevgiyi bulamamaktan kaynaklandığını gösteriyor.
“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne, kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli Ağa’nın öküzleri gibi öküz, yoktur”, demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!”
Her şeye ‘karşı’ ve ‘yabancı’ olan C. toplum içerisinde kendisine yer bulmakta sorun yaşar. Kendi görüşleri ve belirli çizgileri vardır, bunlar toplumun değer yargılarıyla çelişir. Çoğu zaman toplumun dışında kalan ve onlardan biri olmayacağını sık sık yineleyen C. pardösüsünün yakasını kaldırır ve sessizce kalabalığa karışır. ‘Eli paketliler’ ve ‘sinemadan çıkan insan’ gibi kavramlarla okuyucusuna farklı sınıflar sunan C. iki kadında aşkı arar. Önce üniversite öğrencisi Güler’de, sonra ressam Ayşe’de. Bay C.’yi Güler’den uzaklaştıran şey, onu belirli bir kalıbın içerisine sokmaya çalışması, diğer bir deyişle eli paketlilerden yapma isteği oluyor. Normal bir aile ortamında büyümeyen, anne-baba kavramını tam olarak yaşamayan C. evlilik kurumuna da farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. “- Neden bu kadar kötümsersin? – Sen neden değilsin? Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlerine bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk ile başlıyor. Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin, siz de görün. Üç perdelik dram. Birinci kısım: Dağlar dümdüz. İkinci kısım: Ne çok tepe! Üçüncü kısım: Ova batak. Bugünlük bu kadar baylar. İyi geceler. Yarın gene bekleriz.” Evliliğe dair yaklaşımını en iyi açıklayan kısımlardan biri, Güler’le arasında geçen bu diyalog. Kitap bittiğinde okurların çocuğunun aklında kalan cümlelerden biri de, “Kadınların neden evlendiklerini anlayabiliyorum, yalnız kalabilmek için”, oluyor.
Hiçbir şeye bağlamak istemediği halde, şu hayatta bir amacı olması için, bağlanacak bir tutamak arayan bay C. okudukça kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz bir karakter. Baba parası yiyor, çalışmıyor, kendi tabiriyle aylaklık yapıyor olması, onun içindeki samimiyeti görmemizi engellemiyor. Bir kadını tüm ayrıntılarıyla sevebilen, hayata bambaşka bir pencereden bakabilen C. bizim ilgilendiklerimizle değil, görmezden geldiklerimizle yaşıyor. Kendi kendine düşünüyor, konuşuyor, tezler sunuyor, onları çürütüyor, yeni fikirler ortaya atıyor, bambaşka bir dünyadan hayata bakıyor. Önünden giden bir kadının güzel olup olmadığını anlamak için karşısından gelenlerin tepkilerine dikkat çekiyor. Garsonların aşırı samimiyetinden, sürekli gidilen restoranda artık sana ait bir masa oluşundan, insanların birbirlerini kalıplar içerisine koyma çabasından yola çıkıyor. Hepsine karşı olan C. “İnsanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor.”derken aslında hiçbirimizin farkında olmadığı bir noktaya daha dikkat çekiyor. Bir insanın adını bilmektense, sigara içiyor olduğunu bilmek, onun hakkında daha fazla şey öğrenmek anlamına geliyor.
İstanbul’u, Taksim Tepebaşı taraflarını, Galata’yı okurlarıyla buluşturan Aylak Adam, akıllardan silinmeyecek türde bir roman. Okuduktan sonra Yüksek Kaldırım’dan Galata’ya çıkarken kendinizi bay C. olabilecek birilerini ararken bulabilirsiniz. Öylesine içlere sinen Aylak Adam, her ne kadar bazı kesimlerce ‘aylaklığa özendirtiyor’ şeklinde eleştiriler alsa da, özünde gerçek sevgiyi bulun çağrısı olan bir yapıt. Yusuf Atılgan’ın ilk romanı ve en önemlisi de, ‘Neden bu kadar az eser yazdı?’ dedirten romanı. Kendisi bir röportajında “Benim gerçek eserim, günlük hayatım” demiş ve aslında bizlere gerçekten kendi hayatından beslenerek yazdığını, bu yüzden samimi, ama az sayıda eser çıkardığını aktarmıştır.
Bir solukta okunan ve okurken bıraktığı o tat kolay kolay kelimelere dökülemeyen bir kitap Aylak Adam. Bir kitap önerisi istediğinde ilk akla gelen, ama ‘bunu bir tek ben anlarım’ dedirttiği için geri çekilen bir eser. Bugün Tutunamayanlar’la, Kinyas ve Kayra ile entelektüel olduğunu iddia eden kişiler, Aylak Adam’la onları okumadan önce tanışmış olsalardı, bunlara şüphesiz ki birer çakma roman gözüyle bakarlardı. Defalarca okunmalı ve ısrarla okutulmalı. Üzerine daha fazla yorum yapmaya gerek olmadığına göre, Yusuf Atılgan gibi getirelim biz de sonunu:
“Sustu, konuşmak lüzumsuzdu. Bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti. Biliyordu, anlamazlardı…”
Tam anlamıyla okurken hissettiğim şeyler yazıya dökülmüş. Aylak Adam favorim, Yusuf Atılgan idolümdür.
Bugün yeni bir kitap almayı düşünüyordum. Yazınız çok güzel, bu kitaba başlayacağım. Teşekkürler.
En sevdiğim romandır. Hiç bu kadar güzel anlatılmamıştı.
Gerçekten çok sevdiğim ve duygularımı karakterle özdeştirdiğim bir romandır.